Aslolan dünyayı değiştirmek
Artan makineleşme sömürüyü ve beraberinde artı değeri arttırırken diğer yandan da yaşanan çelişkileri daha net ortaya çıkarıyordu.

Zeki AYYILDIZ
Esenyurt
Mademki insanı biçimlendiren yaşadığı koşullar; koşullar en insani şekilde biçimlenmelidir. 19.yüzyıl tam da bu biçimlendirme girişimlerinin düşünce ve eylemsellik açısından zirve yaptığı bir dönem olmuştur.
Yeni dünya düzeninin kurulduğu, sosyal ve doğa bilimlerinin teknolojiyle karşılıklı etkileşimi sonucu birlikte müthiş bir sıçrayış yaşadıkları, insanlığın bugününü, geleceğini yaşam araçları ve alanlarıyla özgürce, doğaya ve insana yararlı şekilde tasarlayacak potansiyele gelmişken bu alanlarda gelişim göstermek yerine pazarın ve rekabetin beklentileri etrafında gelişiyordu.
Bu noktaya temas eden Agust Comte “İlk iki dönem geride kaldı bilimin ve düşüncenin egemen olduğu döneme girdik.” diyerek bir yanıyla haklı fakat eksik bir değerlendirmede bulunuyordu. Zira teknoloji ve bilimin gelişimi yalnızca egemen sınıfın daha fazla çıkar ihtiyacı noktasında oluyordu. Artan makineleşme sömürüyü ve beraberinde artı değeri arttırırken diğer yandan da yaşanan çelişkileri daha net ortaya çıkarıyordu. Bu çelişkiler yalnızca ekonomik çelişkiler olmakla kalmıyor, çelişkilerin doğuşuna kadar inilerek felsefi noktalarıyla da yaşamın başlangıcından bu yana insanlığın en önemli sorusu olan evrenin öncülünün ne olduğuna ilişkin tartışmalarıyla bütünleştiriyordu.
“DEVLET TANRININ YANSIMASIDIR”
Bu tartışmanın bir tarafı olan idealizm dönemin ihtiyaçlarını karşılayamayışı ve metafiziğin kabul görmüşlüğünün yitmeye başlanmasıyla ileri bir yön katılması zorunluğu hissedilmiş ve bu noktada devreye Hegel girmiştir. Hegel, diyalektiği birçok yönüyle açıklamış ve evrende hiçbir şeyin mekanik halde olmadığını, sürekli bir değişim halinde olduğunu söyleyerek bilimsellik açısından idealizmi “doruk noktası” olarak tabir edilen bir yere çekmiştir. Hegel idealist bir düşüncenin ürünü olarak devlet erkini kutsallaştırmış, devleti tanrının yansıması olarak kabul etmiş; ona karşı yapılan eleştirilerin tanrının kusursuzluğuna karşı yapılmış bir saygısızlık olarak değerlendirerek mutlak olan sistemi savunmuştur. Kişinin hangi sınıftan olursa olsun devlete ve devlet şahsında tanrıya hizmet ettiğini belirtmiştir.
“HEGEL’DE DİYALEKTİK BAŞ AŞAĞIDIR”
Marx da evrenin, doğanın, tarihin ve insan düşünüsünün hatta hiçbir şeyin mutlak halde olmadığını ve çelişkilerin de bu hareketliliğin en temel itici gücü olduğunu söyleyerek Hegel’e katılmıştır. Fakat temelde Hegel’le uzlaşmadıklarını, yalnızca yöntemi noktasında Hegel’e katılan Marx, “Hegel’de diyalektik baş aşağı duruyor. Mistik kabuğun içindeki akla uygun özü keşfetmek istiyorsanız, diyalektiğin tekrar ayakları üstünde doğrultulması gerekir.” diyerek diyalektiğin ancak materyalist bir yorumlanışla açıklandığında gerçek anlamını ifade edeceğini söylemiştir. Hegel’in yorumlayış biçimini de “Hegel’in bakış açısı, modern ekonomi politiğin bakış açısıdır” diyerek ifade etmiştir.
“SEVİYORUM SİZİ KERATALAR, BİRLEŞİN”
Marx’ın kendinden önceki kaba materyalistlerden de ayrılan özelliğin sistemli, bilimsel ve dünyayı yorumlamakta kalmayıp ancak onu değiştirme adına bir şeyler yapıldığında gerçek karşılığını bulacağını söylemiştir. İdealizmin sömürü üzerine kurulu sistemini toplumsal üretim varsa toplumsal tüketim olmalı diyerek eleştirmiş, bunun değişim yolunu da kendinden önceki ütopik sosyalistlerden farklı olarak bilimsel ve iktisadi temelleriyle açıklamıştır. Doğayı ve insanlığı bu bataklığın içersinden çıkaracak tek yolun ezilen sınıf olarak proletaryanın devrimiyle olacağını söylemiş ve bugüne dek insanları etkileyen ideolojilerden biri olan bilimsel sosyalizmi oluşturarak mücadelenin ilk adımını atmış oluyordu. Mücadelenin devamcıları olan öğrencilerine “seviyorum sizi keratalar, birleşin” diyerek bir de selam çakıyordu.
Evrensel'i Takip Et