17 Eylül 2017 00:22

Yoksulluk, şiddet, istismar üçgeninde kadınlar ve çocuklar

İstanbul'un göbeğinde bulunan işçi mahallelerinden Esenyalı, kadınların ve çocukların nasıl bir cehennemde yaşadıklarını anlatıyor...

Paylaş

Hazırlayan: Sevda Karaca

Türkiye'nin ‘mucizevi’ büyüme rakamlarının açıklandığı gün görüşmelerine başladığımız bu dosya, İstanbul’un göbeğinde, bir işçi bölgesi olarak bilinen ve kentin en büyük mahallelerinden biri olan Esenyalı örneğinde, bugün yoksulların içinde bulunduğu durumu, kadınların ve çocukların nasıl bir cehennemde yaşadıklarını anlatıyor. Cehennemde mucize ne arar?

Ensest, istismar, ihmal, suistimal, şiddet rakamlarının ortaya serildiği, bu rakamları ortaya koyanların neredeyse ‘vatan hainliği’ ile yaftalandığı bu günlerde devletin de ‘yüksek’ dediği rakamların Türkiye’nin panoraması olabilecek bir mahalledeki karşılığının ne olduğunu arayacağız. 
Ne yazık ki o yüksek rakamları doğrulayan ve her birinin birer yaşam, birer insan olduğunu gösteren bir tablo ortaya koyacağız. Mahalleden kadın ve çocuklarla görüşeceğiz... Her gün onlarca kadın ve çocukla yüz yüze gelen mahalle hekimleri, eczacılar, öğretmenler ve esnaf ile Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği yöneticileri ise anlattıklarıyla buzdağının altında kalanları ortaya koyacak.

Önce bir anne-kız hikayesi ile başlıyoruz. Anneden kıza bir ‘kadermiş’ gibi yaşanan bu istismar, yokluk, yoksulluk, şiddet, cehalet ve umutsuzluk hikayesi her şeyin bir hayata sıkıştığı inanılması zor, ama gerçek bir örnek. 

Ağabeyinin istismarına uğradı, 4 kez evlendirildi, 5 çocukla yaşamaya çalışıyor. Adı Nuran. Kağıt üstünde 37, gerçekte 34 yaşında. 
Çankırı’nın bir köyünde, iş buldukça çalışan, çoğunlukla işsiz bir baba ile konu kom-şunun bahçesinde ara sıra yevmiyeci çalışan bir annenin üç çocuğundan en küçüğü. Çocukluğunu “Hep açlığın ve dayağın olduğu bir kabus” olarak hatırlıyor. Bir de sürekli dövülen, gece yarıları yarı çıplak köy meydanına atılan annesinin çığlıklarını... 13 yaşındayken ağabeyinin istismarına maruz kalmış. Babası, “Yapmış bir yanlış, erkek çocuğu, büyütmeyin” diyerek üstünü kapatmış. Bir gün evlerine gelen 40’lı yaşlarda, bir eli sakat, bir gözü protez bir adamın, babasına “Ben özel harekat polisiyim, teröristlerle mücadele ederken yaralandım, malulen emekli oldum. Hem bana eş olacak hem de hayrım dokunacak bir kız arıyorum, sizin kızı söylediler” dediğini duymuş. Babası “Bizim kız kusurlu, bu da iyi adam” deyip evliliğe onay vermiş. O vakte kadar bir kimliği olmayan Nuran’a, muhtarın şahitliğiyle 18 yaşında gösterilerek bir kimlik çıkarılmış. Adam onu Ankara’nın küçük bir ilçesine, hani neredeyse ahırdan bozma bir eve götürmüş. Söylediği gibi emekli değilmiş; motor tamir ederek, bazen de işportacılık yaparak para kazanıyormuş.

Üst üste üç çocuk doğurmuş Nuran. Çocuklara bakmayı bilmiyormuş; sürekli ağlıyormuş çocuklar, komşu kadınlardan yardım istiyormuş. “Evde bir sandık vardı, sandığın içinde de yiyecekler. Sabah sandığın kilidini kontrol eder, ‘Açma yoksa seni paramparça ederim’ der, giderdi. Çocuklar aç, ben açım. Bir gün kırdım kilidi, bir paket makarna aldım. Haşladım, hem ağladım hem çocuklara yedirdim. Kolumu kırdı o gün. Karakola gittim. Beni eve gönderdiler. Daha çok dayak yedim. Bir gün bir avuç ilaçla intiharı denedim. Komşu beni hastaneye götürdü, çıktım geldim yine dayak yedim. 

Anne babamı arıyordum ‘gelin, beni alın’ diye, ama bir yandan da korkuyordum ağabeyimin olduğu eve gitsem ne olacak diye. Bir gün annem geldi. Bir mesele çıktı. Onu da dövdü. Annem çıktı gitti. Sabaha kadar ağladım. Götürdüm kaynanama bıraktım çocukları. Kendimi vurdum yola. Babamın evine dönsem, abim var. Tam 1.5 ay bazen AŞTİ’de, çoğu zaman Gençlik Parkı’nda yattım. Başıma gelmeyen kalmadı oralarda. Tecavüze uğradım, bir dilim ekmek için bedenimi sattım...”

BAŞKA ÇAREM DE KAYBEDECEK BİR ŞEYİM DE YOKTU 

Bir dilim ekmek ve yatacak bir yer için böyle perişan olduğu günlerden birinde bir adamın ‘İyi niyetli birine benzemesine kanıp’ onunla çıkmış yola. O yol önce İzmir’de gayriresmi bir geneleve, oradan kaçıp bulduğu yatılı bakıcılık işi diye gittiği yerden de Antalya’da bir gazinoya konsomasyona çıkıyor. Dayakla, işkenceyle boş senetlere imza attırıyorlar. Gazinodan yine ‘İyi niyetine güvenerek’ bir adamla kaçıyor. “Nasıl güvenip gittin?​” sorusuna “Allah’ıma güvendim. ‘Beni buradan kurtar sana sığınacağım, tövbe edeceğim’ dedim. Tövbe etmemi istedi, karşıma onu çıkardı, diye düşündüm” yanıtını veriyor. Bu adam evli, eşi Nuran’ı buluyor ve hakaret ediyor. Kendine yediremiyor bunu ve ailesinin yanına dönüyor. 

Ağabeyinin yine musallat olmasıyla bir tek eşya almadan gece kaçmış evden. Karakola sığınmış. Ağabeyi hakkında hiçbir işlem yapılmamış. ‘Küçük yer burası, ailenin adı çıkar, ağabeyine bir şey olmaz’ demişler. Başka bir köyde yaşayan ve artık evli olan ablasına gitmeye karar vermiş o da. Karakoldan onu takip eden üç kişi, köy yolunda minibüsten indirerek saldırmışlar Nuran’a. Bu tecavüzden gebe kalmış Nuran, kürtaj yaptıramamış. Eniştesi onu “Seni bu halinle bir tek bu adam kabul eder, evlen, evini yuvanı bil” diyerek bir adamla evlendirmiş. Kızı Sibel’i bu adamla evliyken doğurmuş. Bu adam hem Sibel’e hem Nuran’a eziyet etmiş sürekli. Bir de oğlu doğmuş bu arada; Mehmet. Şiddet kızına yönelince ve istismar şüphesi uyanınca oğlunu bırakıp kızıyla kaçmış evden. Parkta kaldıkları bir gece devriye gezen polisler ne olduğunu sorunca anlatmış yaşananları. Bir polis Nuran’ı ve kızını evine götürmüş, polisin ailesiyle 1 hafta kalmışlar. “Nasıl güvenip gittin?​” sorusuna bu sefer, “Başka çarem de kaybedecek bir şeyim de yoktu” yanıtını veriyor. Bir otelde bulaşıkçılık işi bulmuş bu polis ona. Kızıyla da otelin bodrumunda bir odada kalıyorlarmış. Özleyip aradığı annesi vesilesiyle ağabeyi bulmuş Nuran’ı. Anlatmış çalıştığı arkadaşlarına ağabeyinden neden korktuğunu. ‘Belki korktuğun gibi olmaz’ deyip görüştürmüşler ağabeyiyle. Ağabeyi yine saldırınca Nuran’a, yine kaçmış kızı Sibel’le. Dayısına sığınmış. Bu kez İstanbul’dan biriyle evlendirmişler Nuran’ı. Bu kişiden de 2 çocuğu olmuş. Sonra o evde de şiddet… Yine kaçış… Yine bir akraba yönlendirmesiyle evlilik… Sonra yine kaçış… Sonra yine evlilik…

İKİ ODALI EVDE 2 BEBEK 7 KİŞİ

Nuran’ın ilk eşinden 3 çocuğu var. Üçünü de bıraktığı günden beri görmemiş. Ta ki en büyük kızı Sinem bir gün 6 aylık hamile karşısına çıkana ve ‘Gidecek yerim yok, burada kalacağım’ diyene kadar. Tecavüz sonucu doğurduğu Sibel yanında. İkinci evliliğinden doğan Mehmet, önceleri babasının yanında kalıyormuş, şimdi o da yanında. Üçüncü evliliğinden doğurduğu iki çocuk babalarının yanında, onları hiç görmüyor. Şimdi imam nikahıyla birlikte yaşadığı adamdan da 10 aylık bir bebeği var. Eşi tersanede yevmiyeci olarak çalışırken yakın zamanda bir iş kazası geçirmiş, uzun zamandır iş bulamıyor. Bu adamın da önceki evliliğinden bir çocuğu var, çocuk bir yatılı Kur’an kursunda kalıyor, eve ara sıra geliyor. 
Esenyalı’da iki odalı köhne bir evde yaşıyorlar. Yatılabilecek iki kanepe var. Duvarlarda boydan boya dualar asılı. Evde uzun zamandır sıcak bir yemek pişmi-yor. Çocukların hiçbiri okula gitmiyor. Sinem’in 2.5 aylık bebeği ile Nuran’ın 10 aylık bebeğinin paylaştığı bir beşik odanın ortasında; bir bebek uyurken öbürü kucakta. Son bir haftadır evde mama ve bez var; Esenyalı Kadın Dayanışma Derneğinden kadınların dayanışmasıyla bebeklerin temel ihtiyaçları karşılanmaya çalışılıyor. Ama, nereye kadar?..

- NE İSTİYORSUN?

- İNSAN GİBİ OLABİLMEK

Yaklaşık 1 hafta önce gece çöpten kıyafet aramaya çıktığında Esenyalı Kadın Dayanışma Derneğinin tabelasını görmüş, ertesi gün derneğin kapısını çalıp yardım istemiş. Biz de Nuran’la Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği vasıtasıyla tanıştık. 

Nuran şu an üçü oldukça ağır antidepresan olmak üzere, farklı bedensel rahatsızlıkları için 7 çeşit ilaç kullanıyor. Konuşurken yeşil göz bebekleri bir büyüyor bir küçülüyor, elleri titriyor. Bazen koyacak yer bulamadığı için böğrüne sıkıştırıyor ellerini, bu sefer tüm bedeni sarsılıyor. Sürekli bir baş dönmesi ve halsizlik yaşıyor. Göz altları mosmor, dudakları sürekli dişlenmekten yara bere içinde. Bir gece sinir krizi geçirdiğinde komşular onu Marmara Üniversitesi Hastanesine kaldırıyorlar. Psikiyatri servisinin ‘Seni kliniğe yatırmamız lazım’ dediğini, 10 aylık Ahmet’i bırakacak yeri olmadığı için hastaneye yatmayı reddettiğini anlatıyor.  Konuşurken zorlanıyor. Tarihleri karıştırıyor. Bir yakın zamanda yaşadıklarından, bir çocukluğundan söz ediyor. Zaman, mekan, kişi değişiyor, şiddet ve yoksulluk değişmiyor. Israrla derdini anlatmaya çalışıyor. Çünkü bu röportajın devletin dikkatini çekmeye, çocukları için destek bulabilmeye vesile olmasını umuyor. 10 aylık Ahmet ağladıkça sinirleri geriliyor, “Çok hastayım, sinirim yerinde değil, acısını bu çocuklardan çıkarmak istemiyorum” diyor ağlayarak. Beklentisi önce sağlığına kavuşmak, sonra çocuklarını düzgün besleyip giydirebilmek... “İnsan gibi olabilmek” diyor özetle. 

DEVLETİN GÖZÜ ÖNÜNDE BİR KADIN VE ÇOCUK CEHENNEMİ...

Yaklaşık 1.5 ay önce çevreden insanların şikayeti ile devletin çocuklar hakkında tedbir kararı aldığını anlatıyor Nuran. Bu zamana kadar herhangi bir devlet kuruluşuna yardım için başvurup başvurmadığını soruyoruz. “Ben bilemedim onları hiç, hep kocam başvurdu, gitti geldi oralara, bir şey çıktıysa da ben bilmiyorum” diyor. Evlilik, ‘Aile olmak’, ‘Evde bir erkek olması’ hep bir kurtuluş olarak sunulmuş ona. Ama her seferinde katmerlenen şiddetin adı olmuş bu evlilikler. Yaşadıkları yüzünden ruhsal çöküntü yaşadığı ve sağlığının iyi olmadığı apaçık ortada olan, sersefil, perişan bir biçimde bir arada tutmaya çalışmaktan başka çocuklara bir yarar sağlayamayan, fiziken ve ruhen çökmüş, çökertilmiş bir kadın o. 

Burası Esenyalı. Burası İstanbul’un en büyük işçi mahallelerinden birinde bir ev. Burası, çevreden gelen şikayetler nedeniyle çocuklara tedbir kararı çıkaran ama o günden bugüne ‘Bu insanlar nasıl yaşıyor, çocuklara ne oluyor, neye ihtiyaç var’ diye bir kez bile kapıyı çalmayan devletin gözü önünde hayatları kaybolan bir kadın ve çocuk cehennemi…

ANNESİ GİBİ OLMAK İSTEMEYEN, ANNESİNE BENZEYEN SİNEM

Sinem, Nuran’ın ilk çocuğu. Henüz 19 yaşında ve 2.5 aylık bir bebek var kucağında. Yeni boyadığı sarı saçları ve dudağından hiç gitmeyen ruju ile yaşına uygun olmayan biçimde süslenmiş küçük bir kız çocuğu gibi daha çok. Annesine çok öfkeli. Onu ve kardeşlerini ‘bir hiç uğruna’ bırakıp gittiğini düşünüyor. 

Annesine benziyor Sinem; hem fiziken, hem de ne yazık ki yaşadıklarıyla... O da çocukluğunu ‘hep açlığın ve dayağın olduğu bir kabus’ olarak hatırlıyor. O da ‘İyi niyetli birine benzemesine kanıp’ bir adamla evden kaçıyor. İnternetten tanıştığı bu adamla İstanbul’a gidiyor. Bir süre sonra “Ben seninle uğraşamam” deyip Beylikdüzü’de yol kenarında beş kuruşsuz bırakıyor adam Sinem’i. Sinem yine internet üzerinden tanıştığı ‘arkadaşlarla’ tam 5.5 ay Taksim’in en izbe sokaklarının en karanlık noktalarında yatmış kalkmış, madde kullanmış, bedenini satmış, ‘sinyal atarak’ yatacak yer bulmuş. 

Hamile olduğunu öğrendiğinde ise aldırmak için çok geçmiş artık. “Annemin İstanbul’da olduğunu biliyordum. Onun yanına geldim. Çok kavga ettik. Onun da kendine bakacak hali yoktu. Doğuma beni komşu götürdü” diye anlatıyor. Sinem bebekle ne yapacağını bilemiyor. Tek bildiği, ona bakacak durumda olmadığı. Gelgitler de yaşıyor. Bir yanda evde ruh ve beden sağlığı yerinde olmayan annesi ve her şeyleri eksik 3 kardeşi, üstüne kendisi, üstüne de bebeği… Bir yanda da “Ama onu ben doğurdum, gün geçtikçe ona bağlanıyorum” diye anlattığı duyguları.
Nuran, Esenyalı Kadın Dayanışma Derneğine gidip durumlarını anlatıncaya kadar Sinem’in bebeği bir kez bile sağlık kontrolünden geçmemişti. Derneğin girişimiyle bebek mahallenin sağlık ocağında kontrolden geçiriliyor, aşıları yapılıyor, mama ve bez ihtiyacı karşılanıyor, kimliği çıkarılıyor. Şimdi, Sinem’in kendisi ve bebek hakkında doğru bir karar verip ikisi için de bir gelecek kurulabilmesi için uğraşıyorlar. Annesi, Sinem’in “Evini yuvasını bilmesi için” evlenmesi gerektiğini düşünüyor. 

Sinem, “Annenin yaşadıklarını biliyor musun?​” sorusuna “Biliyorum, benimle ve bebeğimle hiç ilgilenmediği için kavga ettiğimiz bir gün ağlayarak anlattı bana” diyor. “Ne düşünüyorsun peki?​” diyorum, “Onun gibi olmak istemiyorum” diyor yeşil göz bebekleri bir büyüyüp bir küçülerek, elleri titreyerek. 

Yarın: Dayak kanıksanmış, ensest ve fuhuş yaygın, antidepresan kullanımı yüksek... 

ÖNCEKİ HABER

Reyhanlı'ya askeri araç sevkiyatı

SONRAKİ HABER

'Nordkalk’ın Türkiye’ye girmesine izin vermeyin'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa