24 Eylül 2017 00:41

Alper KAYA

Büyükşehirdeki işlerini bırakmışlar, “doğal hayat” peşinde ilerleyerek bir köye yerleşebilmek için kendilerine yerleşim yeri arıyorlardı. Önce Ege’ye gitmişler ama oradaki köylerde kiralar çok gelmişti. Akdeniz’in de ondan bir farkı yoktu. Derken, kendilerini bir uzun yol otobüsünde doğuya giderken bulmuşlardı.

İşin kötüsü, işlerini bırakmayı kafalarına koydukları birkaç ayda biriktirdikleri para da yavaş yavaş suyunu çekiyordu. Adam, otobüste uyuklamakta olan karısına bakıp gülümsedi. Bazen yanlış bir karar verdiklerini düşünüyordu fakat kadının bu huzurlu uykusu onu kendisine getiriyordu. Gün batmıştı. Hangi şehre bilet aldıklarını bile unutmuş bir şekilde, karartının indiği yolda virajı dönen otobüsün camına kafasını yaslayıp uyuklamaya başladı.

Rüyasında bir domates bahçesi gördü. Toprak hafif ıslaktı. Bu yüzden yağmurun yağdığını düşündüyse de, bahçede ilerledikçe etrafı hortumla sulayan karısını görünce yağmur düşüncesini aklından uzaklaştırdı. 

Domateslerin bu kadar suya dayanmayacağını düşünmeye başladı bu kez. Bağırmak istediyse de sesi çıkmadı. Ağzını bile açamadı hatta. O sırada karısı kendisine doğru döndü. Elindeki hortumu aşağıya değil de yukarıya doğru tuttuğu için adamın üstü başı ıslanmıştı. Eliyle, üzerine gelen sudan korunmaya çalışıyordu ki şiddetli bir sarsıntıyla uyandı.

Cama vuran cılız yağmur damlalarını arttıracağını müjdeleyen gökyüzü, bir şimşek yollamıştı yeryüzüne doğru. Yakın bir yere düşen yıldırım, otobüsü de sarsmıştı. Adam telaşla yanında uyuyan eşine baktığında, onun hâlâ uyuyor olduğunu görüp sevindi. Uykusu hafif olsa da, uykuya zor dalan birisiydi kadın. Tekrar uyuması çok zaman alabilirdi. 

Otobüs, yolu eskisi kadar hızlı alamıyordu. Yerel bir firmanın, en son ’90’lı yıllarda yaygın olan bir model otobüsüydü ve haliyle şiddetli bir yağışa karşı yol hakimiyeti zora giriyordu. O gece, adama uyku yoktu anlaşılan.

Orta sıralarda oturdukları için, şoförü rahatça izleyebiliyordu. Uykuya daldığı için onlarca kişinin ölümüne sebep olan şoförleri hep gazetede okumuştu. Yavaşlayan ve yolda, yağmurdan mütevellit beşik gibi usulca sallanan otobüsün uyutucu etkisi de göz ardı edilecek bir şey değildi!

En sonunda kazanan otobüs oldu.

O beşik etkisi, adamın gözlerini önce usul usul kırpıştırttı; en sonunda da tamamen kapattı. Sabaha dek bir daha uyanmayacaktı artık adam.

Sabah olup da bir yerde durduklarında güneşin de etkisiyle uyandı. İrkilerek etrafına baktığında, yağmurdan ve geceden eser kalmadığını hayretle gördü. Öyle ki, o şiddetli yağmurun rüya olduğunu düşünmeye başlayacaktı.

“Sen gece yağmuru duydun mu?​”

Eşinin bu sözüyle, gördüğünün rüya olmadığına ikna oldu. Koridorun öteki tarafındaki yolcu kadınla muhabbet ederken bir anda kendisine dönmüştü. Muhtemelen o fırtınadan bahsediyorlardı. Kafasını olumlu anlamda sallamakla yetindi. Bir yandan, nereye geldiklerini anlamaya çalışıyordu.

Toprak bir köy yoluna sapan sapakta bir yolcu inmiş, bagajdan da iple bağladığı bir bavulu indirmişti. Yolcu toprak yolda gözden kaybolurken, otobüs de yola devam etmeye başlamıştı.

Akdeniz’in, Ege’nin her fırsatta denize açılan yollarından çok uzaktalardı. Buralar, kah tel örgülerle sarılmış ve üzerine “Mayın var!” tabelası yazılmış çorak topraklar kah kelleşmeye yüz tutmuş solmuş ağaçlı tepelerle doluydu.

Otobüs bir yokuşu çıktı, indi. İnerken, ufukta birkaç haneli bir köy belirmişti. Adam, karısını dürtüp köyü işaret etti. İkisinin de aklına aynı şey gelmişti. Köye giden yolun önünde inmeye karar verdiler. Adam, muavini çağırdı…

(Devamı haftaya)

Evrensel'i Takip Et