‘Jeremy Corbyn cesurca konuştu ama daha kapsayıcı olmalı’
Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta, Jeremy Corbyn’nin İşçi Partisinin senelik konferansındaki konuşması ve Almanya'daki seçim sonuçları yer aldı.
Almanya’da federal seçim sonuçları medya tarafından enine boyuna tartışılıyor. Ana akım medyada aşırı sağcı AfD’nin mecliste yalnız kalacağı, fikirlerinin kabul görmeyeceği içerikli yorumlar yapılıyor. German Foreign Policy ise, AfD ile diğer partilerin dış ve savunma politikasındaki ortaklıklarını ortaya koyan bir analiz yayımladı. Avrupa’nın en güçlü ülkesindeki seçim sonuçları diğer ülkeler de önemli bir yankı buldu. Fransa Cumhurbaşkanı seçimlerden iki gün sonra Avrupa’nın yeniden inşası için önerilerde bulundu. Almanya ile birlikte gerçekleştirmek istenen bu önerilerin hayata geçip geçemeyeceği ise bu önerilerin oluşacak Alman koalisyonuna bağlı. Mediapart gazetesi Emmanuel Macron’un önerilerinin geleceğinin belirsiz olduğuna dikkat çekiyor.
Bu hafta Britanya gündeminde İşçi Partisinin senelik konferansı ve Jeremy Corbyn’nin konferansta yaptığı konuşması vardı. İşçi Partisi her geçen gün bir sonraki genel seçimleri kazanabileceğini kanıtlıyor. Jeremy Corbyn’nin eski fikirli, seçilemez, İşçi Partisini geriye götüreceğini savunanlar, The Guardian dahil, bugün daha çok iktidar olan Muhafazakar Partinin çöküşünü konuşuyor ve İşçi Partisini cesur ve ikna edici konuşmalar yaptığı için tebrik ediyor. The Guardian bu haftaki yazısında Corbyn’nin çok etkileyici ve cesur bir konuşma yaptığını ama daha geniş seçmenleri ikna edebilmek için onların sorunlarına hitap eden konuşmalar yapması gerektiği vurguluyor.
BU CORBYN’NİN EN İYİ KONUŞMASIYDI
The Guardian / Başyazı
Kaybetmiş olsan bile, bir genel seçimin bu kadar büyük değişiklikler yaratması ne tuhaf. Jeremy Corbyn, İşçi Partisi lideri olarak heyecanlı parti üyelerine yönelik -en iyi- üçüncü konuşmasını gerçekleştirdi. Tory (Muhafazakar) Partiyi azınlık hükümetine mahkum ederek İşçi Partisi, 1945’den sonra en yüksek oy orana taşıdı ve parti içindeki hüznü neşeye dönüştürdü. İşçi Partili liderin bunu sol cepheden yapmış olması “modern, ilerici ve sosyalist” markasının doğruluğunu gösterdi. Corbyn’nin sosyalizme bağlılığı önemli: 1990’lardan beri diğer liderler (siyasetçiler) bu kelimeyi kullanmaktan hep kaçındı, çünkü popüler olmayan “devlet kontrolü” ve “yüksek vergi” söylemleriyle eş değerdeydi. Bu yüzden siyasetçiler bağlılıklarını demokratik sosyalist “değerleriyle” gösterdiler. “Değerleri” savunmak siyaset yapmaktan daha az sorun çıkartıyordu. Değerler insanlar arasında paylaşılabiliyor ama siyaset insanları bölüyordu. Sayın Corbyn’nin konuşması özel çıkarı temsil eden, Muhafazakar Partiye karşı bir duruştu ve piyasalara müdahale eden bir plan açıkladı. İşçi Parti lideri, partisine son 40 senedir hakim olan fikirden kendisini uzak tutmak istedi. Neoliberal dogmanın karşısında yeni bir ekonomik yönetimin olduğunu savunuyor. Onun argümanı, partisinin sosyalizme karşı olduğu için değil, savunduğu için iktidara gelebileceği.
Bu heyecan verici bir durum. Kuşkusuz parti içindeki özleme hitap eden bir konuşmaydı ama geniş seçmenin sorununu ele alan bir konuşma yaptı mı sormak gerek. Teşhisi tartışmasız doğru: Zenginler için uygulanılan kuralsızlaştırma, özelleştirme ve düşük vergiler küresel finans krizi sonucu çöküntüye uğradı. Bankacılar bu krizin sorumlularıydı ama bedelini toplumun diğer kesimi ödedi. Bunun derin sonuçları oldu: En belirgin olan sınıf ayrımı siyasi bir diriliş sergiledi. “Onlar ve biz” ekonomisinin kaynağı toplumun en zengin yüzde 1’i kaybettiği zenginliklerini geri elde edebildi, ama diğer yanda ortalama bir işçi Napolyon savaşları sonrası en uzun süren reel ücretler düşüşüyle yüzleşiyor. Sermayesi olmayana kapitalizmi satmak çok zor.
Hastalığın belirtileri çok açık ve Sayın Corbyn cesurca bunun çaresi bende diyor. İşçi Parti liderinin sunduğu ilaç başka ülkelerde çok tartışmalı veya kabul görmeyecek bir reçete değil. İskoçya’da büyük kira artışların önüne geçmek için kira kontrolleri yürürlüğe girecek. Elektrik, su, gaz ve benzeri şirketlerin kamulaştırılması Avrupa’da ana görüş haline geldi. Şirket vergilerine yönelik uygulanılan kesintiler geri alındığı taktirde 2011 oranıyla aynı olacak ve diğer Avrupa ülkeleriyle kıyasladığınızda İngiltere’deki şirketler sırtlarında halen daha az vergi yükü taşıyacak. Ülkeye yatırımı yükseltmenin tek yolu şirket vergilerinin düşürülmesi fikrini çürüttüğü için, İşçi Partisini tebrik etmek gerek.
Sayın Corbyn’nin konuşmasının en ilginç yanı çok belli olmayan bir derinliği vardı, özellikle de kapitalizme alternatif model konusunda. İşçi Partisi gelecekte sadece robotların yükselişini görmüyor ama bir çok insanın az verimli işlerde sıkışıp kalmasından kaygılı. Sayın Corbyn bunla ilgili detaylı bir açıklama yapmadı ama partinin yayımladığı yeni ekonomi fikri konusunda bazı alıntılar yaptı. Hızla makineleşme önemli bir siyasi proje diye açıklıyor. Makineleşen süreci hızlandırmak gerekiyor ve yeni kurumlar kurarken teknolojik değişiklikler geniş kesimin çıkarı için uygulanmalı diyor. Görüldüğü gibi eskiden kabul görmüş fikirle kıyaslandığında Sayın Corbyn’nin sosyalizmi daha sağlıklı ve zekice.
Bunları tartışmak bir küçüklük değil -tam tersine siyasi sürecin merkezi. Corbyn kendisine sadakatli olanlara yaptığı konuşmasıyla heyecanlandırdı ve onların duymak istediklerini söyledi. Corbyn’nin planının dayanağı, artık yeni bir ortak akıl gelişiyor ülkeyi yönetmek konusunda. Bu “ortak akıl” gerçekleri piyasalar üzerinden bulunacağı fikrini reddediyor. Seçimlerde aldığı başarılı sonuç sonrası toplumsal tartışmayı genişletmekle övünebilir. Bazı fikirlerin hiç konuşulamayacağı düşünülürken, şimdi kabul görüyor. Bu sene ekonomik kriz siyasi krizi yakalamış oldu. Gelecek, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana İngiltere’nin en büyük sorununu içeriyor. Britanya’nın Avrupa ile uzun vadeli ilişkisi konusunda kısa açıklamaları durumu özetliyor. İktidar partisi olan Torylerin kaotik ve Brexit yüzünden bölünmeleri İşçi Partisinin karışık fikirlerini kapatıyor. İşçi Partisi lideri, büyük bir kalabalığı yönetebileceğini yaptığı konuşmasıyla kanıtladı. Ama çoğunluğu ikna etmek istiyorsa daha kapsamlı bir konuşma yapması gerekecek.
Çeviren: Çağdaş Canbolat
EMPERYAL UZLAŞMA
German Foreign Policy
Almanya için Alternatif (AfD) ile, 1950’li yıllardan bu yana ilk kez aşırı sağ bir parti yüzde 13’e varan oy oranıyla üçüncü büyük parti olarak federal meclise girdi. AfD, 2013 yılında aralarında kısmen tanınmış kişilerin de olduğu milliyetçi liberal ve sağ muhafazakar çevreler tarafından kuruldu. Hedef para birimi krizine bağlı olarak, sermayenin belli kesimleri açısından dezavantajlı görülen Avro Bölgesi’nden çıkışı hızlandırmaktı. Almanya’daki milliyetçilerin avroya karşı harekete geçirilme denemesi, aşırı sağ güçlerin AfD içindeki etkisini arttırdı ve partinin politikasını belirler hale getirdi. Irkçı ve açıkça Nazi döneminin yeniden ve farklı olarak değerlendirilmesi parolalarıyla seçim kampanyası sürdüren AfD, sosyolojik araştırmaların ortaya koyduğu üzere Almanya’da var olan aşırı sağ potansiyeli seçim sandıklarına götürmeyi başardı.
ALMANYA’NIN DÜNYADAKİ ROLÜ
Federal parlamentoda yer alan tüm partiler AfD ile hiçbir yakınlıkları olmadığını açıklasalar da bir çoğunun, özellikle dış ve askeri politikası ırkçı partinin programıyla paralellikler taşıyor. Almanya’nın uluslararası politikada dünyayı biçimlendiren bir güç olması yanında ABD ile ilişkilerini eşit göz hizasında sürdürmesi konusunda SPD, Yeşiller, CDU ve FDP görüş birliği içinde. AfD programında ABD’nin Almanya’nın en önemli müttefiki olduğu belirtilirken dış ve güvenlik politikasının eşit haklara sahip partnerler olarak sürdürülmesi gerekliliğine dikkat çekiliyor. Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel (SPD) de kısa süre önce dünyada güçler dengesinin değiştiği tanısını yaparak ABD’nin dünyanın en önemli devleti olmaktan çıkacağı öngörüsünde bulunmuştu. Başbakan Angela Merkel ABD ile gelişmelere ilişkin, “Başkalarına tümüyle güvendiğimiz zamanlar geride kaldı. Avrupalılar olarak kendi kaderimizi kendimiz belirlemek zorundayız” açıklamasını yaptı. Yeşiller Eş Başkanı Cem Özdemir ise; “Değer ve düzenlemeler konusunda küresel bir rekabetle karşı karşıyayız, bizzat ABD Başkanının bu değerlere saldırdığı koşullarda Avrupalılara çok görev düşüyor” dedi.
ORDUNUN GÜÇLENDİRİLMESİ
Partiler arasında dünyanın yeniden biçimlendirilmesi, ABD ile eşit göz hizasında ilişki ve ordunun dış müdahalelere uygun hale getirilmesi gibi emperyalist iddialarda asgari bir uzlaşma varken stratejik çerçevede AfD farklı duruş sergiliyor. Berlin’deki “ana akım partiler” Almanya’nın dünya çapındaki iddialarını, AB’nin güçlendirilmesi ve Avrupa’da önderliğin üstlenilmesine bağlıyorlar. Örneğin Cem Özdemir, Alman dış politikasında önceliğin Avrupa’nın güçlendirilmesine verilmesi gerektiğini belirtiyor. Yeşiller, FDP, SPD, CDU/CSU; “Avrupa Birliği’nin dış ve askeri politikasında ortaklaşmanın zorunluluğu ve Avrupa çapında birbiriyle bağlantı içindeki askeri yapıların Alman ordusunun vurucu gücünün arttırılmasına hizmet etmesi gerektiği” konusunda hemfikirler. Cem Özdemir; “Alman ordusunun gücünü, Avrupa Savunma Birliği’nin parçası olmaktan almasının zorunlu olduğunu” açıklarken FDP seçim programında “Avrupa Birliği’nin Avrupa ordusuna ihtiyacı olduğu” vurgulanıyor.
AfD ise Avrupa ordusunun kurulması ve AB’nin dış politikasının ortaklaştırılmasına sıcak bakmıyor, programında bu, “Almanya’nın ulusal bir güvenlik stratejisine ihtiyacı var” şeklinde formüle ediliyor. “AB’nin zayıflaması ve üye ülkelerin birliği terk etme çabalarının desteklenmesiyle Almanya’nın emperyalist iddialarının hayata geçirileceği” vurgulanıyor. Stratejik olarak her ikisi de mümkün; çünkü AfD’nin öngörülerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini ırkçı ve açıkça Nazi döneminin yeniden gözden geçirilip değerlendirilmesi sloganlarıyla parlamentoya giren partinin hangi toplumsal tabakaların sözcüsü olduğu ve kimlerce sahiplenildiği belirleyecek.
Çeviren: Semra Çelik
MACRON, GELECEĞİ BELİRSİZ OLAN BİR AVRUPA’NIN YENİDEN İNŞASINI SAVUNUYOR
Lenaïg Bredoux, Mediapart
Atina konuşmasından 3 hafta sonra Fransa Cumhurbaşkanı, Avrupa projesini tekrar canlandırmak için tasarladığı önerilerini uzun uzun detaylandırdı. Daha fazla uyum öneriyor. Fakat bu proje kısa bir süre sonra Alman hükümetinin karşı çıkmasıyla karşı karşıya kalabilir.
Cumhurbaşkanı çok içten bir savunma yaptı fakat bu projenin geleceği hiçte belli değil. 26 Eylül’de Emmanuel Macron Paris Sorbonne Üniversitesinde Avrupa’nın yeniden inşa projesi üzerine yaklaşık 2 saat boyunca iradeciliğin egemen olduğu bir konuşma yaptı. Art arda önerileri sıralamadan da öte, Fransa Cumhurbaşkanı 2005 (AB Anayasası) referandumundan bu yana batmakta olan Avrupa üzerine bir tartışmayı tekrar açmak istiyor. Fakat on yıldır süren hayal kırıklığı ve Almanya seçimlerinden bir kaç gün sonra buna artık kim inanabilir ki?
Konuşmanın özü açısından bakıldığında ise Emmanuel Macron kesinlikle şuna inanıyor: Avrupa projesini tekrar canlandırmak için halktan yetki almanın yanı sıra tarihsel bir fırsat da yakalamış durumda. Cumhurbaşkanı ve danışmanları bunu gizlemiyorlar bile. Onlara göre Fransız Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu Avrupa konusunda bir referandum niteliğindeydi. Sorbonne amfi tiyatrosundan sorulan bir soruya Macron şu cevabi verdi: Mesele “cumhuriyetçiler cephesinin oluşması değildi, yaşanan Avrupa’ya inananlar ile inanmayanlar arasında Avrupa üzerine ender bir tartışmanın patlak vermesiydi. İnananlar kazandı.” (...)
Devlet başkanı, kendisinden önceki başkanların, özelliklede kendisinin de ilk başlarda Avrupa zirvelerine eşlik ettiği François Hollande’un eylemlerinden dersler çıkardığını belirtiyor. “Fransa’nın önerdiği dönem, bu dönem artık bitti” diye belirtti konuşmasında. Bir önceki dönemde birçok devlet başkanı ve hükümet, Avrupa kurumları, AB Komisyonu ya da Meclisi, sık sık görüşlerini açıkça belirtmeyen ve bunları hayata geçirmek için ittifaklar kurmaya beceremeyen Fransa’nın sesini duyuramadığını şikayet ediyorlardı. Elysée Sarayı na göre “Eksik olan da, beklenen de buydu” vurgusu yapılıyor. Dolayısıyla Emmanuel Macron’un konuşması Avrupa Birliğinin kurumlarının güçlendirilmesini savunan uzmanların bu kesimini memnun etmiştir.
Elysée Sarayı’nda “Ülke düzeyde gündeme gelen reformların takvimi verilen söze, hem özü itibariyle, hem de inanırlığı açısından güç veriyor” şeklinde değerlendiriliyor. Nicolas Sarkozy ve François Hollande döneminden farklı olduğunu göstermek için de “Yüzde 3 oranına inmek için bütçede yapılan çabalar da aynı yönde” diye belirtiliyor. “Geçmiş yıllarda yaptıklarımızdan çok farklı” olduğunun altı özellikle çiziliyor. Diğer yandan Emmanuel Macron “Avrupa’nın yeniden inşası” için manevra alanının da dar olduğuna inanıyor. Avrupa’nın en temel ekonomilerinin yöneticileri daha yeni seçildiler ve reformlarını hayata geçirmek için 4 yıllık bir süreleri var.
Fransız yürütmesi çok iyi biliyor ki Almanya’da yürütülen uzun ve zor (hükümet) görüşmeleri Fransa’nın projesi için bir tehdit olabilir. Örneğin, Fransa’nın Avro Para Bölgesi reformlarına karşı çıkan FDP’li liberallerin seçim sürecindeki savundukları programla karşı karşıya gelebilir. Diğer dosyalar konusunda daha uzlaşmacı olmaları bekleniliyor. Koalisyona girmesi beklenen Yeşiller de daha ılımlı yaklaşıyorlar.
Sonuç olarak Emmanuel Macron 26 Eylül’de çok ihtiyatlı davrandı. Ekonomik ve para birliğinin geleceği konusundaki önerilerine ancak 5 ayrı öncelikle konuya değindikten sonra geldi. Güvenlik ve savunma ya dair öneriler, sınırların denetlenmesi konusu, ekolojik geçiş sorunu, gıdasal egemenlik ve nümerik. “Avro para konusu üzerine utanç verici bir bölünmemiz yok” diye vurgu yaptı fakat ne para bölgesinin bütçesi, ne bakanlıkları ne de meclisi konusuna değindi. Diğer yandan, avro para birimi bölgesi içerisinde arzuladığı dayanışma ya da vergi ve sosyal birlik sağlamayı savunur gibi, Alman sağını da bir korkuluk olarak kullanmadı. Beklendiği gibi var olan bütçe kurallarını ya da Avro Bölgesi’nde ki yapısal dengesizlikleri de hedef almadı.
Çeviren : Deniz Uztopal