Edip Cansever'in şiir anlayışında toplumun yeri
Cem Keser, Edip Cansever'in şiir anlayışı üzerine yazdı: 'Caddeler, sokaklar, içkievleri, garlar, iskeleler… şiirlerimin önsözü gibidir.'
Cem KESER
İstanbul
Edip Cansever dediğimiz zaman günümüz edebiyat tarihçileri kapalı, anlaşılmaz ve imgesel şiirden dem vururlar. Şairin şiirlerini psikolojik, sosyolojik ve siyasal altyapısıyla incelediğimizde aslında gerçeğin gösterilenden çok daha farklı olduğunu görüyoruz.
İlhan Berk’in dediği gibi Cansever, “Trenlere çikolata yediren bir şairdir”. Şiirin tüm imkanlarını kullanır ama toplumdan da kopmaz, şairin toplumla bir bakışta görülemeyecek ince ama çok sağlam bir bağı vardır.
“Bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde /Her cümlede iki tek göz, bu kimin/Ya da kim korkuttu bu kadar sizi” derken Umutsuzlar Parkı’nda; umutsuzlar parkını dolduran “Umutsuzlar’’ olmasından sürekli yakınır, şikâyet eder ve “neden” arar.
TOPLUMUN İÇİNDEKİ EDİP
Asım Bezirci’nin 1959 yılında, şairle Yeditepe dergisinde yaptığı röportajda, Cansever kendi algılayışıyla şairin toplumla olan bağlantısının nasıl olması gerektiğini açıklamıştır.
“Bir toplumu anlamak için, en önce o toplumda yazılmış şiirlere bakmalı. Baskının ya da özgürlüğün, ilginin ya da ilgisizliğin, mutluluğun ya da mutsuzluğun bunca etkisini görebilirsiniz o şiirlerde. Eğer bir topluma insan olarak sokulmuşsak, sanatçı olarak da sokulmuşuz demektir. Olup bitenleri beğeniyor ya da beğenmiyorsak, bu bizim kişiliğimize de vuracaktır ister istemez. İşte ‘Umutsuzlar Parkı” böyle bir alanda gelişiyor. Çevresinden başlayıp evrensel konulara el atıyor. Geleneklerinden silkinmiş, bağlantılarını yitirmiş insanlara yanıtlar hazırlıyor bir bakıma. Onlara karşı çıkarak değil, aynı durum içinde onlara katılarak. Yani kendimi ve ilgilerimi yokluyorum burada. Bir boşluk içinde dengemi arıyorum…”
Toplum Cansever’in tablosudur, O toplumun içine girip toplumun resmini çizmeye çalışmıştır. Bir şair bilinciyle bunu yaparken sadece kırmızı, pembe ya da sarı renkleri kullanmamış, siyah ve gri tonları hiç çekinmeden şiirine yansıtmıştır. Bu tonları en iyi gördüğümüz Cansever şiiri de kuşkusuz Umutsuzlar Parkı’dır.
“Korkuya, sadece korkuya sığınmış olarak
Eskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerinin
Yalvaran bakışlarıyla - nasıl da sevimsiz -
En kötüsü, belki de en kötüsü
Bir duygu açlığıyla soluyarak
Parklara yerleşiyorlar, parkların
Onları çağıran köşelerine”
Şiirdeki toplumsal zifiri karanlık işte burada başlıyor, şair iletişime geçtiği toplumda gördüğü olumsuzluğu çeşitli imgeleri kullanarak (kilise, park vs.) ortaya koymaya çalışıyor, bunu gören edebiyatımızın şiir eleştirmenleri Cansever şiirine “kapalı bir şiirdir” diyerek sıyrılıveriyorlar. Bırakın siyah tonları ortaya koymayı, Cansever kendi imge dünyasında topluma yol gösteriyor:
“Yukarı çıkalım, hadi çıkalım, annem çay pişirir size
Çünkü o bizim yukarda her zaman bir mavi olur
Güneşler girer çıkar ellerinize
Biriyle konuşursunuz, olmayan biriyle, hadi sevinin
Kim bilir, belki de buluşursunuz
Söz verip sizi bekletenlerle
Sonra da çıkarız - niye olmasın - bahçeye çıkarız birlikte
Otlara basarız, dallara değeriz, bunları hep yaparız
Biraz da susmalıyız. İnsan bir şeyler aramalı kendinde.”
Belki Cansever, Nazım Hikmet gibi “Kurşun eritmeye” çağırmıyor ama parktaki umutsuz kalabalığı kendi evine çağırıyor, İkinci Yeni’nin “vazgeçilmez mavisi” şairin şiirinde topluma umut oluyor. Ya da şair bu maviyi toplumu umutlandırmak için kullanıyor.
“Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi”.
Görüldüğü gibi şair, halkın arasında kendini konumlandırmış ve halkının gülmeye hasret kaldığını belirtmiştir; halkın yaşadığı sokak Cansever’in şiirinin atardamarıdır.
Şair, Füsun Akatlı ile 1978 yılında Türk dili dergisinde yaptığı röportajında bu durumu şu sözlerle açıkça ortaya koyuyor: “Caddeler, sokaklar, içkievleri, garlar, iskeleler… şiirlerimin önsözü gibidir.”
CANSEVER, İDEOLOJİ VE İKİNCİ YENİ
- Fotoğraf: Ara Güler
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Cansever Nazım Hikmet ya da Hasan Hüseyin Korkmazgil gibi çok belirgin bir ideolojik hatta yazmaz, şiirinin dili buna izin vermez fakat Cansever’in şiirlerinde görülen “toplumsal damarın” hangi görüş üzerinden temellendiği de bizzat kendisi tarafından 1977 yılında çıkan “Türkiye Yazıları” dergisinde belirtilmiştir: “Çehov ve Dostoyevski başucu yazarlarım. Türkiye’deki özgürlüksüzlüğü ve yoğun baskıyı duyuyor, bilinçli bir senteze varmak için edebiyat dışı kitaplar arıyorum. Altın Zincir, Kadın ve Sosyalizm (sanırım Sabiha Sertel’in çevirisi olacak), Diyalektik Materyalizm, Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Umumi Tarihi, Nâzım’dan bir iki oyun ve ilk şiir kitaplarından bir ikisini bulabildiğimi anımsıyorum.”
Cansever’in şiirlerinde açık bir sosyalizm propagandası görülmez. Fakat Cansever, Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesidir. Toplumsal sorunları kendi şiirinde kendi imgeli üslubuyla işlemeye çalışmıştır. Sosyal hayatta bu sorunlara bakış açısı elbette ki sosyalist bakış açısıdır. Cansever’in üzerinden yakalamaya çalıştığımız toplumcu damarın İkinci Yeni’nin diğer şairlerinde de açık bir şekilde görüldüğünü belirtmemiz gerekir.
“Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
anamız çay demliyor ya güzel günlere
sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
bu, böyle gidecek demek değil bu işler
biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.”
Cemal Süreyya’nın 555 K adlı şiirinden aldığımız bu bölümde Cansever deki imgesel şiirin Süreyya’da hınç içinde ve ajitatif bir söyleme geçtiğini söyleyebiliriz. Hatta 555 K bir süreci ifade eder; 1960 yılında 5’inci ayın 5. günü saat 5’te Ankara Kızılay’da Demokrat Parti aleyhtarı öğrencilerin yaptığı protesto eylemi, eylemin isminin 555 K olarak adlandırılmasına sebep olur. Bu verilerden hareketle diyeceğimiz odur ki “İkinci Yeni” şiirine hiçbir tahlil yapmadan “anlaşılmaz şiir” ya da “soyut şiir” demek İkinci Yeni’yi Süreyya’yı Cansever’i tam olarak anlamamaktır ya da anlamak istememektir.
CANSEVER ŞİİRLERİNDE SOYUTLUK VE ÖTESİ
Nedir bu ikinci Yeni’nin üzerinde gezen soyutluk bulutları? Bu kadar mı uçuk bir şiir?
Hiç mi elle tutulur, gözle görülür bir yanı yok? ya da daha genel bir soru sorarsak nedir bu şiirde ki soyutluk muamması?
Soru Cansever tarafından çok duru bir dille anlatılmıştır: “Şiir, insani değerlerden, ölümsüz özlerden, yaşam koşullarından, çağını yansıtmaktan kopmazlığıyla da ‘’somut bir olgudur’’. Ama kimi dönemlerde şiirin bu niteliği fark edilmeyebilir. Dil zorluğu, soyut araçlar, yeni şiir öğeleri bir engel olarak dikilebilir karşımıza! Soyut araçlar dedik; evet, bu bizim çelişmeye düştüğümüz sanısını uyandırmamalı. Bilimler bile, insanın salt bir yanıyla ilgilenmekle, insanı insandan soyutlayarak, gerçekte ona somut bir nitelik kazandırmıyorlar mı? Felsefe için de durum aynı: O da bir yaşamamıza yepyeni anlamlar katmakla kalmıyor, ortaya attığı düşünce biçimlerinin dizgilerinin birbirlerini etkileyip değerlendirmesiyle somut bir görünüme kavuşuyor. Soyut araçlardan yararlanması bakımından şiir de, bu mantık kurgusunun dışında kalamaz. İşte şiirin şiiri, düşüncenin düşünceyi somutlaması da budur, bence... Öyleyse soyut dediğimiz şiirler, ne kapalı, ne anlamsız, ne de toplumcu olmayan şiirlerdir. Soyut şiir, olsa olsa daha yazılmamış bir şiirdir; bir de dediğimiz gibi yazılmış görünüp de, belli bir şiir düzeninde yer almamış, geleneğinden kopuk, geleceğe yönelmemiş, salt ozanını ilgilendiren her türlü şiir soyuttur.”
Bu konuda düşüncelerimizi toparlarsak şairin aslında şiiri tüm yönleriyle somut bir olgu olarak gördüğünü belirtmemiz gerekir, Şaire göre şiirde ki bu somutluk fark edilmesi gereken bir niteliktir. Cansever soyut kelimesini reddeder, dilin düşünceyi ifade etmede yetersizliğinden dert yanar. Cansever’e göre şiiri soyutlaştıran dilin kendisidir fakat bu soyutluk ilelebet var olacak bir gerçeklik değildir. Cansever’ e göre şiirde ki soyutluk geçicidir ve kapalı şiir yoktur.
Şair ‘e göre kapalı şiir okuyucuyla ilgili bir durumdur. Hatta şiiri kapalı ya da açık olarak göstermek şair tarafından ‘’yanlış’’ olarak nitelendirilmiştir.
“Şiir konusuna yeniden dönersek, şunları söyleyebiliriz: Şiiri açık-kapalı diye ikilendirmek yanlıştır. Kapalı şiir yoktur; olsa olsa şiire kapalı kişiler vardır. Tıpkı bilimde olduğu gibi; en yeni kanunların kapalılık, eskilerinin de açık seçiklik sanısını uyandırması gibi. Şunu da unutmayalım ki, bize her zaman (“her zaman”ı geniş anlamda kullanıyorum) kapalı olan bir şiire, “şiir” sözcüğünü uygulamak da yanlış olur kanımca.
En yeni duygular, iletilmesi en güç olan düşünceler bile, şâirin elinde, açık seçik bir anlatıma (ifadeye) kavuşurlar. Demek oluyor ki, gerçek şiir aydınlıktır; ne var ki, bizim ona yakınlaşmamız oranında aydınlıktır.”( Cansever, Edip,Kolaylaşan Şiir mi, Eleştirme mi?, Yeditepe 23, 16-30.Nisan.1960, Sf. 3)
SONUÇ
Şunu belirtelim; elbette ki Yerçekimli Karanfil, Ben Ruhi Bey Nasılım, Medüza gibi Cansever şiirleri ağır bir dille yazılmıştır. İmgelidir, imgeli ve nükteli şiir yapısı Cansever’in şiirlerinin vazgeçilmez bir yerinde durur. Yazımızda salt anlamda “İkinci Yeni” şiiri toplumsal sorunlarla ilgilenmez ve vurdumduymaz bir şiirdir önyargısını, İkinci Yeni’nin en tanınan şairlerinden biri olan Cansever’in bizzat kendi düşüncelerinden faydalanarak, kırmak istedik. Şiir Cansever’in dediği gibi okuyucu’nun anladığı kadardır.
Verdiğimiz bu bilgilerden hareketle İkinci Yeni’nin toplum ve toplum sorunlarından ne kadar uzak olduğu kararını sizler verin.... Sahi İkinci Yeniyi toplumdan uzak diye niteleyenler, Cansever şiirlerini gerçekten anlayabilmişler midir?