Kayıt dışı bahane, teşvik şahane
KESK Genel Mali Sekreteri Elif Çuhadar, SGK'nin düzenlediği '2023 Vizyonunda Kayıt Dışı İstihdamla Mücadele Forumu'ndan izlenimlerini yazdı.
Elif ÇUHADAR
KESK Genel Mali Sekreteri
Kayıt dışı istihdam, ülke genelinde yaşanan ve binlerce kişinin katıldığı sayacıların direnişleriyle bir kez daha gündeme geldi. Sayacılar, kayıt dışı sorununda buzdağının görünen kısmını oluşturuyor. Devlet kurumu TÜİK’e göre Türkiye’de kayıt dışı çalışan sayısı 3.5 milyon. Aileleri ile birlikte bu sorun 10 milyon kişiyi doğrudan etkiliyor. Üstelik bu rakamın içinde Suriyeli mülteciler bulunmuyor! Mevzu, 29-30 Eylül tarihlerinde SGK tarafından düzenlenen iki günlük “2023 Vizyonunda Kayıt Dışı İstihdamla Mücadele Forumu”nda ele alındı.
Forum tartışmalarında da görüldü ki; kendi başına bu 3.5 milyonluk bu rakam, devasa bir sorun olarak ele alınacağına, sanki sorun çözülüyormuş gibi gösterilen bir kanıt yapılmaya çalışıldı. Zira forumda söz alan Sigorta Primleri Genel Müdürü Savaş Alcı’ya göre 2002’den bugüne, kayıt dışı istihdam yüzde 52’den yüzde 35’in altına düşmüş! Dünya ortalamasının yüzde 15 olduğu bilgisini veren Alcı, 2023’te bu hedefi yakalayacaklarını belitemeyi de ihmal etmedi. Peki bu oran nasıl düşürülecek? Alıcı, bu konuda şöyle dedi: “Bilgilendirme, bilinçlendirme, çapraz denetim ve denetimin artırılması.” Ayrıca hem müftülüklerde hem de okullarda tiyatro, bilgi ve kısa film yarışmaları ile bilinçlendirme çalışmalarını örnek gösterdi. En sonunda da “işçi-işveren-devlet işbirliği”ne vurgu yaptı.
13 DEĞİL 23 ADET TEŞVİK VAR
“Başarı” tablosu böyle sunulunca akıllara “Bu rakamlar gerçek mi?” sorusu geliyor. İşçi sendikaları temsilcileriyle de konuşuyoruz. Rakamları doğruluyorlar. İlk akla gelen “Evet o zaman denetimler işe yarıyor” sonucu oluyor. Zira, yasalara göre sigortasız işçi çalıştırmak suç. Devlet yetkililerinin 22 milyarlık prim kaybı olarak da ifade ettikleri kayıt dışı çalışmadaki bu gelişme tam sevindirici diyecekken, hemen peşinden bir “Ama” geliyor. İşin aması son dönemde devlet bütçesinden ve işçilerin işsizlik fonundan “teşvik” adı altında sermayeye aktarılan kaynaklarda yatıyor. Yani patronlara öyle bir teşvik veriliyor ki, kimi sektörler açısından kayıt dışı çalışmak kayıtlı işçi çalıştırmaktan daha az maliyet yaratıyor.
Yapılan konuşmalarda bu tespitin ispati niteliğinde. SGK yetkilileri; düzenli ve zamanında prim ödeyip, kayıt dışı işçi çalıştırmayanlara 13 farklı prim teşvikinin bulunduğunu, birden fazla teşvikten yararlanabilme haklarının olduğunu ve pirim aflarını anlattı. Pamukkale Üniversitesi’nden Prof. Dr. Oğuz Karadeniz’in bu açıklamaya itirazı oldu. Konuyla ilgili internette bir site hazırladıklarını (istihdamatesvik.com) bu çalışma sırasında 13 değil 23 adet teşvik belirlediklerini ve çalışan işçinin verileri girildiğinde hangi teşviklerin alınabileceğinin görüldüğünü söyledi Karadeniz. Yani devlet açığı olarak nitelendirilen kaynak, devlet bütçesinden ve işçinin cebinden karşılanıyor. SGK yetkililerinin söylediği gibi, bu sistemle patronlara ek bir yük gelmiyor. Yani işçi-işveren-devlet işbirliği denilen, işçi ve emekçilerden kesilen vergilerin işverene verilmesinden başka bir şey değil.
Hatırlanacağı üzere daha önce Evrensel’de Sendika Uzmanı Onur Bakır’ın “Küçük işyeri, büyük sorun: Sigortasız işçiler” başlıklı yazısında bu sorun ayrıntılı işlenmişti. Bakır’ın verdiği rakamlara göre kayıt dışı çalışanların yüzde 91’i 10 veya daha az çalışanı olan işyerlerinde bulunuyor. Peki bu durum büyük patronları sorumluluktan kurtarıyor mu? Bakır, aynı yazıda, başta örnek verdiğimiz sayacılara da atıfta bulunarak şu yanıtı vermişti: “Büyük ölçekli işletmelerde sigortasız istihdamın düşük olması, büyük patronların masum olduğu anlamına gelmiyor. Büyük patronlar kendi işyerlerinde sigortasız işçi çalıştırmaktan uzak dursa da iş verdikleri /iş yaptırdıkları fason işyerlerindeki kayıt dışı istihdamdan doğrudan sorumlu. Adana’da saya işçilerinin elinden geçen ayakkabıların bir kısmı ülke çapında ün yapmış markalara ait... Üretim zincirleri adım adım takip edildiğinde, ipin ucu birçok örnekte büyük sermayeye de uzanıyor.”
PATRONLAR DAHA FAZLA TEŞVİK İSTİYOR
Asıl sorumlu üretim süreçlerinin tamamında söz sahibi olan büyük sermaye olmasında karşın forumda söz alan hiçbir devlet yetkilisi bu sorumluluğa işaret etmedi. Taşeron ve fason çalışma sisteminin etkilerine dikkat çekmedi. Peki ya kayıt dışı çalışmanın asıl sorumlusu olan büyük patronlar? Şimdi onlara dönelim: Türkiye’deki en büyük sermaye gruplarının temsilcisi olan Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) temsilcisi kayıt dışı çalışmanın, kayıtlı çalışan yerler için “haksız rekabete” yol açtığını söyledi. Konuşmaya bakılırsa kayıt dışı çalışmadan işçiler değil, en çok kendileri mağdur! Konuşmaya bakılınca, patron temsilcisinin de denetime vurgu yapacağı, yasaların uygulanması suretiyle kayıt dışı çalışmaya izin verilmemesini isteyeceği beklenebilir. Ama akış hiç de öyle olmadı. Konuşmanın devamında kapı yine teşviklere açıldı. Asgari ücret desteği ve teşviklerin TİS yapan işyerlerinde artarak sürmesi talep edildi. Yani kayıt dışı çalışma sona ermesi ama kayıtlı çalışan yerlerin yükümlülüklerinin kayıt dışı çalışan yerlerle eşitlenmesi istendi. Bunun maliyeti de işçi ve emekçinin cebinden karşılansın dendi. Patronların talepleri bu kadarla da sınırlı kalmadı elbette. Sanki başkasına üretim yapıyormuş gibi taşeron çalışanların sorununda asıl işverenin, yani kendilerinin sorumlu tutulmaması, idari para cezalarının azaltılması, işyerlerinin değil ama işçilerin aldığı sağlık raporlarının denetlenmesi gibi talepler de öne sürüldü.
Katı bir denetim istemediklerini söyleyen Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Temsilcisi de TİSK temsilcisine “Teşvikler kayıt dışılığı engellemektedir” sözleriyle destek verdi.
ÇÖZÜM MÜCADELEDE
Sonuç olarak forumda sözü edilen çözü önerilerinin patronların kasasını doldurmak dışında işçilere herhangi bir çözüm getirmediği ortada. Her sorunda olduğu gibi, kayıt dışı işçi çalıştırma sorununda da işçi ve patron çıkarları karşı karşıyadır. Ancak forumda da ifade ettiğimiz gibi atılan adımlar, hükümet cenahından dile getirilen sözler patronların çıkarını savunuyor. Birçok belediyede taşeron işçi sayısı, kadrolu çalışan işçi sayısının 60 katına çıkmış durumda. İnşaatlarda “taşeronun taşeronu ve onun da taşeronu” diye tabir edebileceğimiz çalışma koşulları kışkırtılıyor. Bunun örneklerini kamu alanından da görebiliriz. Taşeron, sözleşmeli, ücretli vb... Kadrolu çalışanlarla aynı işi yapan bu kategorideki çalışanların sayısı 750 bine ulaşmıştır.
Patronların daha fazla kâr için amansız rekabetinin bir ürünü olan kayıt dışı çalışmanın engellenmesi, işçi ve emekçilerin kurallı ve güvenceli çalışması anlamına geliyor. Öte yandan büyük patronlar için üretim yapan küçük işyerleri ve taşeronlarda sigortasız çalıştırılan işçilerle ilgili olarak büyük işletmeleri de sorumlu tutacak yasal değişiklik de gerekiyor. Buyönde bir mücadelenin örgütlenmesi esas olarak sendikalara düşüyor.
'SENDİKALAŞMA ÖNÜNDEKİ ENGELLER KALDIRILSIN'
Forumda işçi sendikaları konfederasyonları olan Türk-İş, Hak-İş ve DİSK temsilcileri de söz aldı. “Bizim için istihdam herhangi bir iş değildir” diyerek söze başlayan Türk-İş Temsilcisi şöyle devam etti: “İşsizlerin çaresizliğini fırsat bilerek onları kayıt dışı çalıştırmak, alt işverende veya geçici olarak çalıştırmak, cari asgari ücretin altında çalışmaya zorlamak şeklindeki yaklaşımları, sosyal hukuk devleti, sosyal devlet ve ILO ilkeleri çerçevesinde doğru bulmuyoruz.” İşsizliğin ve toplumun önemli bir kısmının toplumsal yardımlarla ayakta kalmasının etkilerine dikkat çeken Türk-İş Temsilcisi, kayıt dışılığın engellenmesi için sendikalaşmanın önündeki engellerin kaldırılmasını istedi.
Hak-İş temsilcisi de sadece kayıt dışı rakamlara değil işsizlik rakamlarına da bakmak gerektiğini belirterek “Kayıt dışı çalışmanın artmasıyla sendikalaşma oranı da düşmektedir. Sendika ile işi arasında tercih yapmaya zorlanan işçi sendikadan da vazgeçmektedir. İşçiler ekmekleri ile diğer hakları arasında tercih yapmak zorunda kalmamalıdır” dedi.
DİSK Temsilcisi ise işçilerin ancak yüzde 4-5 kadarının toplusözleşmeden yararlanabildiğini belirterek “Geri kalanların ise örgütsüz, taşeronda güvencesiz işçilerden oluşan büyük bir işçi kitlesinden bahsedebiliriz. Bir yanda sıkıntılı bu süreçte hakları korumak isteyen emek örgütleri sendikalar giderek mevcut durumda geriye çekilirken sermaye açısından sürekli bir birikim olduğunu görüyoruz. Ama bunun toplumsal refaha, kalkınmaya ve istihdama dönüştüğünü söyleyemiyoruz. Gelirlerin milli gelir içinde payı bakımından Türkiye OECD ülkeleri içinde 23. sırada yer alıyor. Adaletsiz vergi dediğimiz öyle tanımlanan dolaylı vergilerde ise 19. sırada. Buna karşılık gelir ve servet bildiriminde en az vergi veren ülke sıralamasında ise Türkiye önde” dedi. DİSK Temsilcisi de öncelikle sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılmasını, taşeron ve güvencesiz çalışmanın yasaklanmasını, herkesin insan onuruna yakışan kadrolu güvenceli işlerde yer almasını istedi.
YAZILAR AYRI, YAŞANAN AYRI
ILO’nun 122 sayılı istihdam politikasına ilişkin sözleşmesi; özünü, çalışma hakkı, onurlu çalışma hakkı ve düzgün iş kavramlarından alıyor. İstihdam edilme, ücret ve menfaat sağlama, eşit davranılma, işçi sağlığı ve güvenliğinin sağlanması, yasal ve güvenceli iş vb. olması gereken ve güvence altına alındığı iddia edilen haklar. Yine Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartının 26. maddesi taraf ülkelerin onurlu çalışma hakkını tanıyacağını düzenlemiş, işe erişim, işten çıkarma ve işyerinde güvenlik gibi farklı haklarından söz ediliyor. Oysa bu satırları okuyan işçi ve emekçilerin yaşadığı gerçeklik apayrı.
Özellikle kayıt dışı çalışanlar. Çünkü sigortasız çalışmak; emekli olamamak; sağlık hizmeti alamamak; rapor, analık ve işsizlik parası alamamak; çalışırken sakat kalana malullük aylığı bağlanmaması; çalışırken ölen işçinin ailesine aylık bağlanmaması ve sendikaya üye olma hakkından yararlanamamak yani yasal haklarının hiçbirini kullanamamak anlamına geliyor.
İNŞAAT PATRONLARI: BİZ KIZILAY DEĞİLİZ
Kayıtlı istihdamın en düşük olduğu iş kollarının başında inşaat sektörü geliyor. Hükümetin 2018-2020 Orta Vadeli Programında 2020’de işsizlik hedefi yüzde 9,6 olarak açıklandı. Bu aynı zamanda işsizliğin çift rakamların altına düşmeyeceğinin de bir itirafıdır. Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cem Kılıç inşaat sektörünün büyümeye yüzde 5,1 katkısı olduğunu, 8,4 milyarlık hacimden 90 milyar seviyesine ulaştığını, istihdamın ise 2014 yılında 1 milyon 914 bin kişiden 2 milyon 171 bin kişiye ulaştığını anlattı ve inşaatın kayıt dışı çalışmanın en fazla görüldüğü iş kolu olduğunu belirtti.
İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası adına konuşan Necati Ersoy da hükümete teşekkür ederek söze başladı. “Biz Kızılay değiliz, kâr ederiz yatırım yaparız” diyen Ersoy, sendikaları hedefe koydu: “İnşaat sektöründe 52 bin sendikalı işçi var. Bu çalışanların yüzde 2’sine karşılık gelir. Sendikalar yüzde 5 büyüme varken sözleşmede yüzde 40 istiyorlar, bıçak kemiğe dayandı artık daha fazla uğraşırsanız yatırım yapamayız.” Ersoy, artan karların yanında artan iş cinayetlerinden ve işçi ücretlerinin düşüklüğünden ise hiç söz etmedi.
Türk-İş’e bağlı Yol-İş Sendikasının temsilcisi ise iş gücü talebini karşılayacak yeterli yatırım olmamasından yakınarak “2017 yılı içerisinde sanayi sektöründe 0,5 puan istihdam gerilemiş ama bir tek inşaat sektöründe artmış. Sanayi yatırımları artırılmazsa büyümeye ve gelişme olsa da işsizlik artacaktır. Kayıt dışı istihdamda, işsizliğin ne derece önemli olduğu ortadadır. Taşeronlaşma ve geçici statülü çalışma ile ilgili yasal düzenlemeler, kayıt dışı istihdamda çok önemli yer tutuyor” dedi. Patron temsilcisini de yalanlayan Yol-İş temsilcisi “52 bin üye ile inşaat sektörünün en büyük ve yetkili sendikayız. Ancak toplusözleşmeden yararlanan işçi sayısı sadece 2 bin. 50 bin kişi ise kurumsallaşmış sektörlerde. Bunlardan 12 bini özel sektörde. Sadece kamudaki taşeronda 8 bin üyemiz var. Özeldeki taşeronlarda örgütlenmek mümkün değil. Özelde ne üst işverende ne taşeronda örgütlenebiliyoruz” diye konuştu. Yol-İş temsilcisi sendikalaşmanın teşvik edilmesini de istedi.