Ulusların kendi kaderini tayin hakkı: Söylenti ve gerçekler
Arif Koşar, son zamanlarda popüler tartışma konusu olan ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH) ilkesine ilişkin iddiaları ve cevaplarını yazdı.
Arif KOŞAR
Irak Kürdistanı ve Katalonya’daki bağımsızlık referandumunun ardından ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı (UKKTH) ilkesi, neredeyse popüler bir tartışma konusu haline geldi. Bu bir yandan iyi. Ancak diğer yandan yüzeysel değerlendirmelerin de önünü açtı. İşte bu iddialar ve cevapları:
1. “Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunmak, ayrılıkçılığı körükler”
UKKTH, bir ulusun nasıl istiyorsa öyle yaşaması hakkına saygı duymaktır. Lenin, bu hakkın, en “uç” tercihte bile, yani “ayrılma hakkı” dahil geçerli olduğunu belirtir. Bu nedenle UKKTH’yi “Ayrı bir devlet kurma hakkı” olarak formüle eder. Bu şu anlama gelir: Bir ulusun çoğunluğu, artık “kopma”yı, yani “ayrılmayı” savunsa bile bu hak tanınmalıdır. Ancak Lenin, bu hakkı, ayrılmayı istediği için değil; halklar arasında gerçek bir kardeşliği ve birliği sağlamak üzere savundu. Bolşeviklerin programında ulusal sorunun çözümü, UKKTH’yi tanımak, bu kapsamda tek bir devlet çatısı altında, tüm ulusal ayrıcalıkların kaldırıldığı, eşit haklar temelinde gönüllü birlikteliktir. Halkların bir arada yaşayabilmesi için, onun “ayrılma hakkı”nın tanınması gerekir. Bu hakkın yasaklanması ayrılığı teşvik eder. Misal Türkiye Kürtlerinin özerk yaşama talebi baskılandıkça, Kürt halkında “ayrılma duygusu” ağırlık kazanmaktadır. Dolayısıyla UKKTH, ayrılığı savunmak değildir; ulusal ayrıcalıkların kaldırılması ve gönüllü birliğin koşullarını savunmaktır.
2. “Irak’ta ulusal sorun zaten çözülmüştür. Dil, kültürel özgürlükler, özerklik sağlanmıştır. Kürtler ezilen bir ulus olmaktan çıkmıştır. Referandum Barzani’nin çıkarları gereğidir.”
Referandumun Barzani’nin siyasal çıkarları ile ilişkili olduğu doğrudur. Ancak ulusal sorunun dil ve kültür sorununa indirgenmesi liberal bir yaklaşımdır. Mesela Katalonya’da ulusal sorun neden çözülemedi? Dili, kültürü, yerel yönetimleri ve parlamentosu vardı. Yine de çözülmedi. Irak Kürdistanı’nda da benzer bir durum vardır. Ya da Türkiye’deki Kürt sorunu. Dil ve kültürel eşitlik sağlandığını varsaysak bile, Kürtlerin özerk bir biçimde yaşama talepleri karşılanmadan Kürt sorunu çözülmüş olmaz. Ulusal sorun sadece kültürel hak sorunu olarak görülemez. Kürtler özerk bir biçimde yaşamak istiyorsa; buna dışarıdan müdahale edilip engellendiği sürece sorun devam eder. Son tahlilde ulusal sorun, o ulusun kendi kaderini tayin hakkının reddedilmesi sorunudur. Bu kimi durumlarda dil, kültür vb. sorunları da kapsar (Türkiye), kimilerinde (Katalonya, Irak Kürdistanı) kapsamaz. Ve UKKTH tanınmadan ulusal sorun çözülemez. Bu nedenle Türkiye solunun bu hakkı “iyi niyetle” reddetmesi, ezen ulus milliyetçiliğine giden yolu açmaktadır.
3. “Sonucu açıkça ayrılık olan bir referandum hakkını savunmak, ‘ilke’, ‘hak’ lafızları arasında ayrılıkçılığı desteklemektir.”
Türkiyeli bir sosyalist maalesef meseleyi, Avustralya’da yaşıyormuşçasına, bu toprakların tarihselliğini dikkate almayan bir soyutlukta ele alamaz. Bu ülkede ezen ulus milliyetçiliği kurumsallaşmış ve emekçiler arasında oldukça etkilidir. Bu milliyetçilik temelinde Kürt karşıtlığı, böylece olası bir Kürt devletine histerik bir düşmanlık vardır. Devlet kurmak Kürtlere uygun görülmemekte, sadece Türklerin bir ayrıcalığı olarak varsayılmaktadır. Dolayısıyla öncelikle Türkiyeli sosyalistlerin emekçileri enternasyonalist bir bilince kazanma ve tüm ulusal ayrıcalıklara karşı çıkma görevi vardır.
Soru şudur: Türk emekçi ile Kürt emekçi arasında eşit bir dostluk-kardeşlik ilişkisi nasıl kurulacaktır? Ortak mücadele nasıl sağlanacaktır? Irak Kürdistanı’nda bağımsızlık isteyen Kürtlerin iradesine; Türkiyeli sosyalistler saygı duymazsa eşit ve kardeşçe bir ilişkiden bahsedilebilir mi? Orta vadede uluslar arasında güveni, kardeşliği ve eşitliği tesis etmenin, böylece ortak bir mücadelenin yolu ancak UKKTH’nin tanınmasıyla sağlanır.
UKKTH’YE SAYGI HALKLARIN KARDEŞLİĞİ VE GÖNÜLLÜ BİRLİĞİ İÇİN ZORUNLU BİR İLKEDİR
4. “UKKTH’yi savunanlar, halkların ortak mücadelesini önemsemiyor.”
Halkların kardeşliği ve ortak mücadelesi için yüzyıldır katledilen bir halkın ön yargılarını kırmak ve kardeş olduğumuzu göstermek onun tercihine saygı duymak gerektirir. Gönüllü birliğin temeli budur. Yani UKKTH, sadece soyut bir ilkeyi savunmak için değil, halkların kardeşliğini, ortak mücadelesini ve gönüllü birliğini sağlamak için zorunlu bir ilkedir. Lenin’in dediği gibi; “İnsanlık … ulusların kaçınılmaz olan bütünleşmesine de, ancak bütün ezilen ulusların kurtulduğu, yani ezen ulustan ayrılma özgürlüğüne kavuştuğu bir geçiş dönemini aşarak varabilir.”
5. “Kürt partileri de referandumu desteklemedi. Dolayısıyla referandum Kürt ulusunun iradesini yansıtmaz.”
Kürtler ve partileri arasındaki ayrılıklar olduğu kesin. Ancak Kürt partilerinin itirazı referanduma değil, Barzani’nin referandumu kendi siyasal geleceğinin aracı haline getirmek istemesidir. Kürt partilerinin tamamına yakını bunu eleştirip, referandumdan bir gün önce evet oyu çağrısı yaptı. Ulus içinde bölünme ve siyasal ayak oyunlarının olmadığı bir dönem olmayacağı için, bunların olması UKKTH’yi geçersiz kılmaz. Hele başka bir ülkenin sosyalisti için.
6. “Emperyalizm çağında ulusların kaderlerini tayin hakkı geçersizdir. Mümkün değildir. Küçük ülkeler emperyalizme bağlanır.”
Lenin’in Rosa Luxemburg’la UKKTH polemiğinin içeriği tam olarak budur. Lenin, UKKTH’yi, doğal olarak, ulusal sorunun çözümü konusunda savunmaktadır. UKKTH, ataerki, basın özgürlüğü ya da düşük ücret sorununu çözmediği gibi emperyalizmin iktisadi hegemonyası sorununu da çözmez. Lenin Luxemburg’la polemiğinde bu demokratik ilkeyi, dünyadaki bütün sorunların çözümü olarak değil çok uluslu bir ülkedeki ulusal baskının son bulması açısından ileri sürmüştür. Elbette, bu ülkenin, devrimci bir temelde yaşama geçirilmesi, yani ilerici ya da sosyalist partilerin ulusa önderlik etmesi koşullarında, emperyalizme karşı mücadele ve duruşla birleşecektir. III. Enternasyonal’in çağrısı ve bizim savunduğumuz da budur. Irak Kürdistanı’nda yaşanansa maalesef bu değildir.
7. UKKTH kavramı dünün devrimci kavramı iken, bu kavramın bugün emperyalizmin kendine bağlama manası görülmeden, bu sorun ‘idealistçe’ tartışılamaz.”
Emperyalizm, UKKTH’yi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak ister. Yugoslavya’da bunu yapmıştır. Ancak bu, sosyalistler açısından UKKTH’yi reddetmeyi değil emperyalizme mücadele perspektifinde durmayı gerektirir. Büyük tekeller, kendi karşısında “haksız rekabet” unsuru olduğu gerekçesiyle yer yer kayıt dışı istihdamın denetlenmesini öne sürebilir. DTÖ toplantılarında olduğu gibi kimi emperyalist ülke temsilcileri, rekabet kaygısıyla Bangladeş gibi ülkelerdeki düşük ücrete karşı çıkabilir. ABD, Rusya gibi emperyalistler bugün IŞİD’e karşı savaşabilir. Bütün bunlar sosyalistlerin bu taleplerden vazgeçmesini ya da IŞİD’i savunmasını gerektirmez. Ama onu devrimci bir içerikte yaşama geçirmek için mücadele etmesini gerektirir. Dolayısıyla kimi durumlarda emperyalizmin bu ilkeyi savunuyormuş gibi gözükmesi, sosyalistlerin vazgeçmesinin bahanesi olamaz. Lenin çok güncel bir biçimde ifade ettiği gibi, “Nasıl ki, örneğin Latin ülkelerde olduğu gibi cumhuriyetçi sloganların halkın aldatılması ve mali soygun amacıyla burjuvazi tarafından kullanılması durumları, sosyal-demokratların cumhuriyetçiliklerinden vazgeçmeleri için bir neden olamazsa, aynı şekilde bir emperyalist devlete karşı ulusal kurtuluş savaşımından, bazı durumlarda bir başka ‘büyük’ devlet tarafından aynı ölçüde emperyalist amaçları için yararlanılması hali de, sosyal-demokratların, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını reddetmelerine neden olamaz.”
ULUSAL HAREKETLERİN BURJUVA DOĞASI GEREKÇE OLMAMALIDIR
8. “Ulusal hareket iş birlikçi ya da burjuva önderlikliyse UKKTH savunulamaz.”
Ulusal hareket, burjuva önderlikli olmasaydı zaten UKKTH tartışması gündeme bile gelmezdi. Tartışmanın nedeni zaten ulusal hareketlerin burjuva doğasıdır. Dolayısıyla UKKTH, ulusal hareketlerin burjuva önderlikli olduğu koşullarda, hatta emperyalizmle işbirliğine yöneldiği koşullarda da geçerlidir. Sosyalistler bu hakkı tanır. Ancak bu hakkın milliyetçi bir içerikte kullanılmasına karşı mücadele eder.
Misal Irak Kürdistanı referandumunda Türkiye solunun bir kısmının, referanduma karşı çıkması, açıkça UKKTH’nin inkarıdır. Referanduma saygı duyulur. Referandumu Barzani’nin çeşitli hesaplarla gündeme getirmiş olması, Kürdistan halkının kendi iç sorunudur. Bu iç soruna girildiğinde zaten UKKTH diye bir şey kalmaz. “Talabani uzlaşmacı”, “Goran milliyetçi”, “PKK ulusalcı” vb. UKKTH’yi inkar için bahaneler bitmez. Çünkü tarihte hiçbir zaman pirüpak bir ulusal hareket bulunamayacaktır. Dolayısıyla bizim karşı çıkacağımız referandum değildir. Eleştireceğimiz Kürtlerin Barzani’yi desteklemesidir. Ve Kürt işçi ve emekçilerine dostane çağrımız şu olabilir: “Kürt iş birlikçi burjuvazisinin bir temsilcisi olan Barzani’yi desteklemeyin, kendi kaderinizi eline alın, kendi siyasetinizi yapın. Bağımsız Kürdistan’ın emperyalizmin oyuncağı haline getirilmesine izin vermeyin.” Bunu “akıl vermek” için değil dostane ve devrimci bir destek ve dayanışma olarak yaparız. UKKTH’yi tanımak ayrı, Barzani’yi desteklemek ayrıdır. Enteryasyonalistleri, Kürt ulusalcılığından ayıran da budur.
9. “Lenin için UKKTH ilke değil taktikti.”
Taktik miydi, ilke miydi, strateji miydi gibi ikilemlerin ötesinde idi. Hepsiydi. Hem taktik ilke hem de stratejik ilke idi. Demokratik bir ilke olmakla birlikte işçi sınıfının birliğini sağlamanın yegane yoluydu. Bu açıdan sosyalist hedeflerle kopmaz bir bağa sahipti. Onun ifadesiyle; “Her nerede, uluslararasında zora dayanan bağlar görürsek, biz, her ulusun ayrılma gereğini vazetmeye asla kalkışmadan, her ulus için, kendi siyasal kaderini serbestçe tayin etme hakkını, ayrılma hakkını azimle ve kayıtsız şartsız savunuruz. Bu hakkı savunmak, tanımak ve ondan yana olmak, ulusların hak eşitliğini savunmaktır, zora dayanan bağlara karşı çıkmaktır, hangi ulus olursa olsun, onun siyasal ayrıcalıklarına karşı savaşım vermektir, ve bu yüzden de ayrı ayrı ulusların işçileri arasında tam bir sınıf dayanışmasını geliştirmektir.”
10.“Bağımsız Kürdistan bölgenin ikinci İsrail’i olacaktır.”
Bu tezin temeli açıkça, olası bir bağımsız Kürt devletine ilişkin geleneksel burjuva milliyetçi hassasiyettir. Barzani liderliğinde kalırsa Kürdistan gerçekten de ABD emperyalizminin, dolayısıyla İsrail’in İran karşıtı stratejisinde önemli bir figür olacaktır. İş birlikçi bir devlet olacaktır. Ancak İkinci bir İsrail olmayacaktır. Çünkü Kürdistan’da bir Filistin yok. Siyonizm yok. Emperyalizmin iş birlikçisi bir yönetim olarak İsrail’den çok belki Türkiye’ye benzeyecektir. Ancak boyutları ve nüfusu, ekonomik bağımlılığı ile muhtemelen Türkiye’den daha zayıf bir iş birlikçi olacaktır.
11. “Kürdistan emperyalizmin ileri karakolu olacaktır.”
Görünen o ki, iş birlikçi Barzani yönetimiyle öyle olabilir. Referandumda bağımsızlık kararı çıktı. Bu karar UKKTH gereği uygulanmalıdır. Ancak Barzani’ye Kürtler içinde de büyük tepki vardır. Bağımsız Kürdistan’ı “Değişmez bir iş birlikçi ülke” olarak görmek, yine milliyetçi Kürt düşmanı histeriyle ilgilidir. Barzani iktidardan indirilebilir, Bağımsız Kürdistan halkçı, antiemperyalist ve demokratik bir çizgide ilerleyebilir. Bu halkçı seçenek, bağımsızlıkla engellenmiş olmuyor. Yani Kürdistan, sırf Kürdistan diye emperyalizmin ileri karakolu olmak zorunda değildir. Kürt halkı tam tersini savunan güçlü bir mücadele damarını tarihsel hafızasında barındırmaktadır.
12. “Bağımsız Kürdistan, bölgede bir savaşı tetikleyecektir.”
Bağımsız Kürdistan bir felaket falan değildir. Zaten Kürt özerk bölgesi, bağımsız bir ülke gibi işlemektedir. Yönetimi şimdi de emperyalizmin iş birlikçisidir. O nedenle, Kürt düşmanlığından kaynaklı savaş tehlikesi dışında, bölge açısından bir felaket sebebi olarak görmemek gerekir. Felaket ancak gerici bölge ülkelerinin Kürt düşmanı politikalarının yol açacağı savaşla olabilir. Bu durumda da bağımsızlık isteyen Kürtleri değil, gerici bölge devletlerini suçlamalı, ona karşı mücadele edilmelidir.
13. “Türkiye solunda UKKTH’yi reddeden ‘sosyalist’ler faşisttir.”
Elbette UKKTH’yi reddetmek ezen ulus milliyetçiliğine doğru atılmış bir adımdır. Ancak, bu hakkı teorik düzeyde reddeden bazı partiler, referandum sonuçlarının tanınmasını savunup, Kürdistan’a dönük askeri bir harekatı ya da baskıya karşı çıkıyorlar. Dolayısıyla bu parti ve hareketler faşistlikle suçlanamaz. Söz konusu olan bir sağ sapma ve ezen ulus milliyetçiliğinin etkisinde kalma halidir. UKKTH’nin tutarlı inkarını Vatan Partisi gibi askeri saldırı ve ambargo çağrılarını yapanlarda bulmak mümkündür.
14. “Lenin UKKTH’yi değil devrimin kaderini tayin hakkını savundu.”
Lenin’in perspektifi tartışmasız olarak devrimciydi. Her sorunun çözümünü devrimci bir perspektifle ele aldı. Bu nedenle UKKTH’yi tartışmasız bir biçimde savundu. “Devrimin kaderini tayin hakkı” diye bir totolojiyi tarif etmedi. Çünkü devrim, bir hak biçiminde ifade edilemez. O bir güç meseledir. Yeterli güç elde edildiğinde, karşı devrim de devrimci güçler de soyut bir hak nosyonuna sıkışmayacaktır. Devrim hakla değil güçle olur. Ancak UKKTH bir hak ve ilke olarak savunulabilir ve savunulmuştur da.
15. “Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığını kazanmasıyla Türkiye sınırları da tartışmaya açılır.”
Bu argümanın ‘sol’dan gelmiş olması üzücü. Elbette mücadele mevcut sınırları dikkate almadan yürütülemez. Ancak günümüz sınırları, Kürt halkının baskı altına alınması, bölünmesi temelinde emperyalistler tarafından çizilmiştir. Sosyalistlerin işi halkların baskı altına alındığı, katledildiği bir coğrafyada “sınır muhafızlığı” değil eşit haklar temelinde birliği savunmak, bunu tutarlı bir şekilde yapabilmek için de UKKTH’yi tanımaktır.
16. “UKKTH, ABD Başkanı Wilson’un ortaya attığı bir ilkedir. Lenin de Wilson’a karşı sömürge halklarını yanına çekebilmek için bu ilkeyi hızla sahiplenmiştir.”
Bu ilke sosyalistlerin gündemine Wilson bunu ifade etmeden çok önce girmiştir. İkinci Enternasyonal’in 1896’daki Londra Kongresi’nin kararlarında bu ilkeye yer verilmiştir. Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) ilk kongresinden itibaren programında yer almıştır.
17. “Lenin bu ilkeyi emperyalizm çağında değil sosyalist devrimler çağında savunmuştu.”
UKKTH, 1903 programında yeniden kabul edildikten sonra Lenin ve Bolşevikler için 4 kez daha kapsamlı bir tartışmanın konusu olmuştur. Birincisi; 1913’te Avusturyalı ulusal-sosyalist Otto Bauer’in “ulusal kültürel özerklik” formülasyonu ve bunun Rusya’daki yansımalarına karşı UKKTH savunuldu. 1914’te Lenin, yükselen ulusal hareketler karşısında Bolşevik Parti içinde, ayrılıkçılığı körükleyeceğini iddia edenlere karşısında UKKTH’yi savundu. 1916’da Buharin ve Kievsky’nin “emperyalizm çağında UKKTH gerçekleşemez”, “emperyalizmin işine yarar” tezine karşı Lenin UKKTH’ni ayrıntılı bir biçimde yeniden açıkladı; karşı çıkışları “Marksizmin karikatürü” ve “emperyalist ekonomizm” olarak tanımladı. Son olarak da Üçüncü Enternasyonel’de Lenin tarafından sömürge ülkelerin emperyalizme karşı mücadelesinin formülasyonu çerçevesinde kapsamı genişletilerek ileri sürüldü.