Kara delik
'Büyüyeceğim bilinmez bir uca doğru, tanımadığım bir geometrik eksende. Kim bilir haberim yokken bu bedende, bu evrende neler oldu...'
Fulya ÖZLEM *
Hafızamın kara deliğinde biriken anılar, kim bilir beni bu yerde koyup nereye gidiyorlar... Bir gün maazallah her şeyi unuttuğumda, bu, unutulan anıların şimdiik kara kutuda saklanır gibi benden, yani bizzat anılarımın baş aktrisinden saklanarak muhafaza edildiği gezegen, dile mi gelecek acaba? O zaman, dün öğlen yemeğinde ne yediğimi ya da kaç çocuğum olduğunu hatırlamak yerine 17 yaşında ilk sarhoş olduğum günden başlayarak biiir bir paralel hayatımın anıları ete kemiğe bürünecekler herhalde. Tökezleyen hafızam, bütün ömrüm boyunca merak ettiğim soruların cevaplarını inci gibi arka arkaya dizecek, ben tam artık sırrına erdiğim için utanmadığım bu incileri göğsümde taşıyacakken bu sefer hepsini birden unutacağım, bir an benim sandığım inciler yere saçılacak, dört bir yana dağılacak, ve ömrüm onları toplamakla harab olacak... Sarhoş muhabbeti yapıyorum değil mi? Özür dilerim kardeş. Yarın ben bunları dediğimi de hatırlamam, varsa bir kusurum kabahatim, özrümü şimdi kabul et ya da sonsuza kadar sus! Zira ertesi gün başım, çatlayacakmış gibi ağrır, bense koyu çayla kızarmış ekmek ve beyaz peynir yer, bir daha asla içmeyeceğime yeminler ederken, senin, şu an yaptıklarımı bana tefrika etmenden hoşlanmıyor olacağım. Sahi, ne yaptım ki sanki? Hatırlamıyorum, wallahi billahi tillahi hatırlamıyorum diyorum, ben sana yalan mı söylüyorum?
Fakir olduğum için, sarhoşken Las Vegas’a gidip tanımadığım bir beyle yıldırım nikahı kıydırmaktan ve isimlerimizin Yunan alfabesindeki baş harflerini ense kökümüze dövme yaptırmaktan korkmuyorum. Benim Amerikan vizem bile yok yahu! Mahallemizin imamı da o saatte yatmış olur zaten, çekinir, kapısına gitmeyiz, ben de bilincim yerinde değilken izdivaç kararı almaktan yırtmış olurum böylece. İzdivacın beni sarhoşken gafil avlayabileceği tek yer bir gemi olabilir o halde: Evlendirme yetkisi olan meslek erbabı içerisinde benim için en tehlikeli olanları kaptanlar demek ki! Bunu not alayım: “Gemide sarhoş olma; sarhoşken gemiye binme, evet Beşiktaş-Üsküdar motoruna bile binme!” Hatırlarım inşallah bunu ben, aslında ne iyi fikir ha, ayık kendime mesaj göndermek ya da sarhoşken fotoğraf çekmek: bir tür kara delik belgeseli, şerefsizim bu Stephen Hawking’in bile aklına gelmemiştir!
Aslına bakarsan, var öyle alacakaranlık ekspresi gibi, mesaj gibi bir şey aramızda: Sarhoş benliğimin ayık benliğimle kurduğu tek iletişim, bazen saatin alarmını kurmak oluyor: “Sevgili kendim, uyandığında ben çoktan gitmiş olacağım, sense beni hiç hatırlamayacaksın ama yine de 07:30’da kalkıp işine gücüne yetişebildiğinde, senin için bir şey yapmış hissedeceğim kendimi; kendime rağmen. Elveda. İmza: Seni çok seven kendin, ben.”
Sen kimsin? Burası neresi? Niye sallanıyoruz böyle? Ay resmen midem tuttu ayol! Yok canım, ne alakası var, sarhoş değilim ben! Sarhoş olsam senin ismini de hatırlamazdım ki. Muhittin. Canım, Muhittin, Mert ne fark eder? Söyle bakalım Muhittin, ben buraya nasıl geldim? O kadar da değil, dilimizi biliyorum, yakın-uzak tarihe de hakimim, sor Ayestefanos’u, Cervantes’i, sular seller gibi anlatırım. Benim derdim çok yakın tarihle. Son 6 saattir neler oldu, onu söyle. Başım niye omuzunda, onu da.
Şöyle bir şey olacak diye tahayyül ediyorum Muhlis, ay pardon Muhittin: Yüzüm buruş buruş olmuş, demans üstüne demans derken bir anda bir ışık hüzmesi pencereden süzülüp kara deliğin içine dolacak: O gece eve nasıl yürüdüğümüzü, ondan önce sosisliyi nasıl götürdüğümüzü, kimin kimi önce tavladığını, yanıma yaklaşırken ne dediğini, bütün gece evrenin hangi sırlarını kulaklarına boca ettiğimi, bunu kaç kez, senin yüzünün maskesini takmış kaç adam, kaç kadınla yeniden sahnelediğimi, o sırada hangi şehirlerin hangi sokaklarından geçmekte olduğumuzu, saatin her seferinde kaç olduğunu, o an oradan geçmekte olan kedilerin kaçının sarman, kaçının tekir olduğunu teeek tek hatırlayıp birbiri ardına dizecek ve böylece uzayda genişleteceğim yaşamımın boyutlarını. Büyüyeceğim bilinmez bir uca doğru, tanımadığım bir geometrik eksende. Kim bilir haberim yokken bu bedende, bu evrende neler oldu...
Ah içim geçmiş, çok utandım. Ya çok özür dilerim başınızı ağrıttım değil mi çocuklar? Ha geldik mi Üsküdar’a? Tamam, ben de burada inecektim zaten. İyi geceler kaptan! İyi geceler Mert! Şerefe! Kara delik gibi üstümüzü örten gecenin şerefine!
* Müzisyen - Yazar