Zeynep Uzunbay: Kadın meselesi bir türlü bitmiyor...
Yazar Zeynep Uzunbay ile Manos Kitap’tan çıkan 'Kamçılanma Mesafesi' kitabını konuştuk.
Emine UYAR
İzmir
Zeynep Uzunbay’ın Kamçılanma Mesafesi isimli kitabı geçtiğimiz günlerde Manos Kitap’tan yayınlandı.
13 öykünün yer aldığı kitapta Uzunbay, ağırlıklı olarak İzmir Menemen’de çöp fabrikasının etrafında yaşayan, göçle gelmiş emekçi kadınların yaşamlarından yola çıkmış.
Kitapta işçi, emekçi kadınların fabrikada, evde, mahallede ve kırsaldaki yaşamları, direngenlikleri, birbirleri ile dayanışmaları üzerine hayatın içinden birbirinden etkileyici öyküler yer alıyor. Uzunbay’la kitabı üzerine evinde bir söyleşi gerçekleştirdik.
Kitaptaki karakterler çok hayatın içinden ve yerelden, birebir karşılıkları var mı?
Kitabın ruhu Menemen’de oluştu ama o karakterler her yerde. Birebir yaşayan karakterler değil. Çok başka bir yerde, çocukluğumda karşılaştığım bir kadının huyuyla, suyuyla, sesiyle de yer alan kadınlar var orada. Ama Menemen’deki komşularımın göçle gelen kadınlar olması etkiledi. Biraz yakınımda Romanların olması etkiledi. Çöp zaten var. Belki Menemen’de olmasaydım o öyküleri yazmayacaktım.
‘KADINI ANLATMANIN SONU YOK’
Kadınlara ilişkin yazıyorsunuz genellikle, nedir sizi kadın hikâyeleri yazmaya iten?
Kadın meselesi bir türlü bitmiyor, biteceğe de benzemiyor. Ziya Gökalp’in “Zengin” kelimesinin kökeni üzerine yazdığı bir metin var. Kelimenin kökenine dair düşüncelerini açıkladıktan sonra dilbilimcilerden bunun doğruluğunu araştırmalarını istemiş. Şöyle bilgiler var yazısında: “Zen” kadın, “gin” de kadına sahip olmak yani kadın sahibi olmak anlamına geliyor. Ne kadar çok kadın sahibi olursan o kadar çok zenginsin. Çünkü çok kadın sahibi olmak çok çocuk sahibi olmaktır. O çocuklar çalıştırılır tarım işçiliğinde. Bununla da kalmaz, “zincir”in zengir’den geldiğini bunun da “kadın bağlayan bağ” anlamına geldiğini söylüyor. Bana çok çarpıcı geldi. İlk hırsızlık kadın hırsızlığı ile başlar erkekler kadın çalarlar, o kadınları zincirle bağlarlar ve bu kadınları zindana atarlar, “zendan”dır aslı, kadın konulan yer anlamında. Her şey, erkeğin kurduğu bütün dünya, bütün iktidar, muktedirlik olayı kadın üzerinden yürümüştür. Onun için bitmiyor benim kafamda, kadını anlatmanın sonu yok. Çünkü kadını anlatırken, erkeği anlatmış oluyorsun, sistemi anlamış oluyorsun, iktidarı anlatmış oluyorsun. Gücünü kadın üzerinde kullanmaya çalışırkenki asıl niyetinin ne olduğunu, görebiliyorsun. Bunun için kadını, çocuğu anlattığımız sürece muhalifiz. Gerçek anlamda onları konuşturduğumuz sürece muhalifiz.
Kitapta kısa cümlelerin yer alışı şiir yazıyor olmaktan mı kaynaklı?
Kısa cümlelerin nedenlerinden biri şiir alışkanlığı da olabilir ama kadınlar uzun cümlelerle konuşmuyorlar, kısa cümleler kuruyorlar.
Çok uzun uzun konuşacak zamanları da yok, vurucu ve net olmak zorundalar. Ya susuyorlar, ya da kısa kısa cümlelerle konuşuyorlar. Bunu karşılaştığım işçi kızlarda da gördüm, kadınlarda da gördüm. Çocuklar da hiç uzun cümleler kurmaz. Belki o gözleme dayalı bir şey. Bu benim ilk öykü kitabım. Herhalde denemediğim bir şey kalmasın diye uğraşıyorum.
Menemen’de bir de Roman mahallesi var. Sizin öykülerinizde de Roman bir kadın karakter var, cümleleri bilgece, deneyim ve tecrübelerden süzülüp gelmiş...
Evet yaşadığım yerde romanlarla olabildiğince yakın olabildiğimi düşünüyorum. Onları süslenirken gördüm, kuaförde gördüm, dilenirken de gördüm. Enerjileri çok yüksek. Çünkü azınlıklar. Kürtlerin yaşadığından daha farklı. Gezgin ruhları var. Yerleşikliğe çok sıcak bakmıyorlar. Ama mecbur kalmışlar gibi de bir halleri var. Genleri gezmek istiyor, alıp başını gitme derdinde. Cinsellikleri konusundaki özgürlükleri o enerjiyi çok besliyor bence. Bu aslında onlar için her zaman olduğu gibi insanları cinselliği ile yargılayıp, tutsak edip ahlak kuralları koyup yönetmeye çalışan iktidarın karşısında bir güçtür aslında. Yaşam enerjisi azınlık olanlarda var çünkü tutunmaya çalışıyorlar. Yaşam enerjisi daha çok kültürleriyle yargılanan insanlarda var, çünkü var olmaya tutunmaya ve kendilerini korumaya çalışıyorlar. Bunun tersi olmuyor mu tersi de oluyor. Tümüyle kendini kabul ettirmeye, onlar gibi görünmeye çalışan, onlar gibi davranmaya çalışan, ama bir türlü beceremeyen çok daha başka hikaye kahramanları da var.
Öykülerde geçen kadınlar aynı zamanda güçlü karakterler…
Erkeğin bu kadar ihtiyaç duyduğu, bu kadar vazgeçemediği ve üzerinden politika ürettiği bir canlı, güçsüz olamaz. Doğurması dert olan, kürtajı dert olan, saçı erkeğe dert olan, çalışması dert olan söyle bir cinsin güçsüz olması mümkün değil.
Böyle olduğu için de en başından beri iktidar kadın üzerinden politika yürütmüş. Din, kilise kadın üzerinden konuşmuş hâlâ da kadın üzerinden konuşuyor, devlet kadın üzerinden yapmış politikasını, gücün iktidarı, erk tek başına olamaz, karşısında bir şey olması gerekir. Bu çok basit anlamda da böyle, toplumsal açıdan, yönetim açısından da böyle.
Kadının tarihine baktığımızda kadın çok şey kazanmış günümüze kadar. Erkekler çok mevzi kaybetmişler. Bir çocuğun babası olmayı, sadece tek bir kadının kocası, eşi olmayı, medeni kanunla kabul etmek durumunda kalmışlar şimdi ha bire onu zorluyorlar. İşte müftüler nikâh kıyacak vs. derken. Avrupa artık bunları aştı, orası da gülük gülistanlık olmayabilir ama birçok konuyu aşmış durumdalar. Bizimkiler hâlâ kaybettikleri mevzileri kazanmaya çalışıyorlar.
‘YAŞANAN HER ŞEY ANLATILABİLİR’
Günümüz edebiyatı içinde işçi sınıfı çok yazılan bir alan değil, siz nasıl görüyorsunuz?
Yazılanlara baktığımızda, kent insanlarının yalnızlığı, kent kadınının, çalışan kadının, beyaz yakalıların yalnızlığı vs. bunlar önemsiz şeyler değil. Yaşanan her şey anlatılabilir. Ama bir şey var sanki Türkiye’de taşeron yok, tarım işçisi yok, çocuk işçi yok, benim yazdığım o karakterler yok. Başka türlü bir hayat yaşanıyormuş gibi yazan yazarlar da var. Ama bunu onların bir eksiği ya da kusuru olarak görmüyorum. Bunlara ben maruz kalmasaydım, bir şekilde içine düşmeseydim böyle bir hayatı belki ben de görmeden geçip gidecektim. Bunu kim fark etse yazar diye düşünüyorum. Bir kadının yalnızlığı, erkek dünyasındaki itilmişliği kakılmışlığı ya da tek başına bir modern kadının mücadelesi bunlar da yazılası konular ama benim yazdıklarımla bitmiş değil ve hâlâ çok etkili devam ediyor Türkiye’de.
“Kamçılanma Mesafesi”, kitabın en son öyküsü ve farklı kurgusu ile dikkat çekiyor. Bunun hikayesi nedir?
Eşim kendi işi ile ilgili olan yüksek gerilim direklerini anlatıyordu bir gün bana, “Türkiye’de 5 buz yükü bölgesi vardır. Bir yerde sıcak vardır, lodos vardır ona göre tellerin hesabı yapılır. Buz tutuğunda tel kopar, o teller kamçı gibi sağa sola değer. Hesabı iyi yapılmalı ki orman varsa, yerleşim yeri varsa koptuğunda değip yakmasın diye. Oranın sıcaklığına, rüzgarına, buzlanma yapısına göre o telin kamçılanma mesafesi hesaplanır” dedi. Bu söz çok etkileyici geldi. Kitabın yazılma öyküsü buradan başlıyor.
Elektrikte buzlanmaya “stres” deniyormuş bu da beni çok heyecanlandırdı. Bir kadının bu buzu yüklenmesi sonra o buzun kopması, ya da genleşip genleşip sıcağın altında savrulması… Bütün bunlar her bölgeden kadının çok farklı yaşadığı ama sonuçta da farklı gibi görünse bile aynı şekilde yaşadığı şeyler. Birinde buzlanma var, öbürü genleşip salınarak, savrularak yaşıyor. Aynı teller geçiyor, aynı enerji geçiyor. Bunlar da beni heyecanlandıran şeyler düşündüğümde.
ZEYNEP UZUNBAY KİMDİR?
1961’de Karaözü kasabasında doğdu. O yıllarda Sivas’a bağlı olan Karaözü, daha sonra Kayseri ilinin Sarıoğlan ilçesine bağlandı. İlkokulu, ortaokulu ve sağlık meslek lisesini Kayseri’de okudu. Turhal ve Tokat’ta iki yıl hemşirelik yaptı. 1985’te Ankara’da Gazi Eğitim Fakültesi Edebiyat Bölümünü bitirdi. Çeşitli okullarda edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra, 2006 yılında emekli oldu. İzmir’de yaşıyor.
Şiir, çocuk öyküleri, bir çocuk romanı ve iki romanı var. Çocuk şiirleri de yazıyor. Sırada yine bir roman çalışması var. Şiirleri İtalyanca ve İngilizceye çevrildi.