Katalonya neden bağımsız olamadı?
Yüz binlerin sokaklara dökülmesine, baskılara rağmen referandum yapılmasına ve bağımsızlık ilan edilmesine rağmen Katalonya neden bağımsız olamadı?
Elif GÖRGÜ
Yüz binlerce kişi “bağımsızlık” diye sokaklara çıktı, sandıklarını korumak için seçim merkezlerinde sabahladı, tüm tehditlere ve İspanyol polisinin şiddetine rağmen “karar verme hakkı”nı savunmak için direndi ve sonunda Katalan Parlamentosu 27 Ekim Cuma günü “Bağımsız Katalonya Cumhuriyeti”ni ilan etti. Marşlar okundu, sokaklarda mutluluk gözyaşları döküldü. Fakat Katalan halkını “demokratik direniş”e çağıran lider, Carles Puigdemont, Bağımsız Katalonya Cumhuriyetini de ilk terk eden oldu. Puigdemont ve 5 Katalan hükümet temsilcisi, yeni devletin ilanından iki gün sonra, haklarında soruşturma açılınca, Brüksel’e gitti. Geride kalan siyasetçiler ise Katalonya’nın yönetimine el koyan merkezi hükümetin açıkladığı 21 Aralık seçimleri için hazırlığa başladı.
Peki ne oldu da, kitlesel bir halk desteği olduğu görülmesine, liderlerinin büyük iddialarına ve sonunda deklare de edilmesine rağmen Katalonya bağımsız olamadı?
KATALONYA’DA HER ŞEY NASIL BAŞLADI?
Önce kısaca başa dönelim. Katalonya-İspanya ilişkilerinin hem, örneğin, iç savaşta (1936-39) faşizme karşı mücadelede görüldüğü gibi dayanışmaya, hem de faşizmin zaferiyle gelen diktatörlük döneminde (1939-75) olduğu gibi baskı ve şiddete dayanan uzun bir tarihi var. 1978 Anayasası ile birlikte parlamenter monarşi ile yönetilmeye başlanan İspanya Krallığı’nın 17 özerk bölgesinden biri oldu Katalonya. Kendi hükümetine, meclisine; anadilde eğitim ve anadilde kamu hizmeti gibi kültürel ve kimi ulusal haklara ve hatta kendi polis gücüne (Mossos) sahip oldu. Ancak bugün ilk defa kullanılan “155’inci madde”, yani Madrid hükümetinin özerk bölgelerin yönetimine el koyabileceği maddesi, her an hakların geri alınabileceğini hatırlatarak anayasadaki yerini korudu.
Bağımsızlık talebini yükselten ve ulaşılması gerekli bir hedefe dönüştüren ise 2006 yılında, o zamanın iktidarı PSOE’nin (Sosyalist Parti) teklifi ile genişletilen özerk bölge statüsünün, bugün iktidarda olan sağcı PP (Halk Partisi) tarafından açılan dava ile Haziran 2010’da, yine bir anayasa mahkemesi kararı ile geri alınması oldu.
Temmuz 2010’da Katalan hükümetinin de (O zaman başkan Artur Mas’tı) teşvikiyle dev bir gösteri düzenlendi ve “bağımsızlık” kitlesel bir talep olarak dile geldi. O tarihten itibaren Katalan yöneticiler ile merkezi Madrid yönetimi arasında tansiyon hiç düşmedi. Ekonomik krizle birlikte “ulusal sorun” her iki yönetim için elverişli bir propaganda ve kitleleri maniple etme aracı oldu. 2014’te, yine yasal olarak engellendiği için sembolik nitelikte yapılan halk oylamasında katılım yüzde 37’de kaldı, katılanlar içinde bağımsızlığa “evet” diyenler ise yüzde 80’i buldu. Artur Mas, antidemokratik bir biçimde göreviden alındı. Yeni lider Carles Puigdemont, artık bir seçim vaadi haline gelmiş bağımsızlık iddiasını Madrid’in tüm tehditlerine rağmen ve yine önemli boyutta bir halk desteği ile 1 Ekim’de referandum olarak gerçekleştirdi. Katılım yüzde 43, “evet” diyenlerin oranı yüzde 92 oldu. Ancak Puigdemont, Katalonya’da önemli bir halk kesiminin bağımsızlık sevincini kursağında bırakarak ülkeyi terk etti.
KATALONYA HALKI BAĞIMSIZLIK İSTİYOR MU?
Temel sorumuza geri dönelim. Katalonya neden bağımsız bir devlet olamadı? Bunun önemli bir nedeni Katalan halkının bağımsızlık konusundaki gerçek iradesinin tam olarak ortaya çıkarılmamış olması ve aslında İspanya’dan ayrılmak istemeyenlerin çoğunlukta “görünüyor” olması. “Görünüyor” diyoruz çünkü Katalonya’da bugüne kadar halkın tercihi demokratik koşullarda ve özgürce ifade edebileceği bir referandum yapılmadı, yapılamadı. Bu da, “Katalonya halkı bağımsızlık istemiyor” dememizi engellediği kadar, “bağımsızlık istiyor” diye iddia etmemizi de zorlaştırıyor. Eğer, Katalan siyasetçilerin yaptığı gibi, uzun süreli baskı, tehdit ve şiddet atmosferinde gerçekleşen oylamayı “nesnel veri” sayarsak bu kez de halkın yüzde 57’sinin (katılım yüzde 43) bağımsızlığa en azından “evet demediğini” kabul etmemiz gerekir. Sokağa çıkan kitlenin önemli bölümü de aslında “bağımsızlığa evet”ten çok, “baskıya hayır” diyor.
BAĞIMSIZLIKTAN ÖNCE ÖZGÜRLÜK
Katalonya’da özellikle son birkaç yılda devleşen yürüyüşlerin asıl motivasyonunun İspanya hükümetinin baskılarına ve tehditlerine tepki göstermek olduğunu; temel talebin “karar verme hakkı”nın yani Katalan ulusunun kendi kaderini kendisinin tayin etmesi hakkının tanınması olduğunu; daha da özeti “bağımsızlık”tan çok “özgürlük” talebi olduğunu görmek gerekiyor. Katalan hükümetinin öncülüğünde yüzlerce Katalan kitle örgütü ve siyasi partinin imzaladığı Ulusal Pakt’ın da asıl talebi “karar verme hakkı”ydı ve bileşenleri de “İspanya’dan ayrılma” konusunda farklı düşünüyordu.
Birçok siyasi parti, seçilmişler (örneğin Barselona Belediye Başkanı Ada Calau) mitinglere katılmalarına ve referandum hakkını savunmalarına karşın “İspanya’dan ayrılmaya hayır” dedi. Çok sayıda anket de Katalan halkının çoğunluğunun “karar verme hakkını” talep ettiğine, baskıları reddettiğini ancak İspanya’dan ayrılmayı istemediğine işaret ediyordu. Ancak burada yeniden altını çizelim, Katalan halkının iradesi gerçek anlamda ortaya çıkmamıştır, Katalonya’nın, geleceği için kararını özgürce verebileceği koşulların sağlanması gerekmektedir.
BAĞIMSIZLIK İLAN EDENİN BASİRETSİZLİĞİ
Katalonya’nın bağımsız bir devlet olamamasının bir nedeni de bu iddiayı öne atarak seçilenlerin iddialarının arkasında durmaması.
Katalonya’daki küçük ve orta burjuvaziyi temsil eden “Junts pel Sí” (JxS, Evet için Birlik) azınlık hükümeti ve onu dışardan destekleyen CUP (Halk Birliği Adaylığı) “bağımsızlık” talebinin asıl temsilcileri oldu. JxS dört partiden oluşan bir ittifak ama asıl iki güçlü parti öne çıkıyor; Puigdemont’un partisi PDeCat (Demokrat Parti, merkez sağ), ERC (Cumhuriyetçi Sol, sosyal demokrat). Tüm varlığı “bağımsızlık” talebi olan CUP, Katalan milliyetçisi bir parti ve bu konuda daha ısrarlı davranırken, Puigdemont liderliğindeki JxS ise kaçak dövüştü.
1 Ekim referandumuna kadar İspanya’nın baskılarına boyun eğmez görünürken, referandum günü ve sonrasında tutum değişti. Hatta 1 Ekim öncesi dahi İspanyol güvenlik güçlerinin Katalonya’ya girişi engellenmedi. Bu müdahaleyi kendi iradesiyle engellemeye çalışanlar, polis taşıyan gemileri limanlara yanaştırmayan Katalan liman işçileri oldu. Bugün de Katalan liderler ülkeyi terk etmesine rağmen 5 Kasım’a kadar genel grev ilan ederek mücadeleyi sürdürüyor Katalan emekçileri.
1 Ekim’e dönersek; merkezi hükümetle Katalan hükümetinin pek kriz yaşamadığı kemer sıkma paketlerine karşı halk eylemlerine saldırtılan Katalan polisi Mossos, referandum günü İspanyol polisinin vahşi şiddetine müdahale etmedi. İspanya hükümeti yönetime el koyduğunda da ilk “teslim” olan da Katalan polisi oldu, polis şefi istifa etti, emniyet binalarından Puigdemont’un fotoğrafları indirildi.
8 SANİYE SÜREN BAĞIMSIZLIK
Referandum sonuçları resmen belli olduğunda -daha önce derhal bağımsızlık ilan edeceğini iddia eden- Puigdemont herhangi bir şey ilan edip etmediği tam anlaşılamayan bir konuşma yaptı. Sonra da “bağımsızlık ilanı”nı askıya aldı. İspanyol gazeteleri “Bağımsızlık 8 saniye sürdü” diye yazdı. Sokaktaki on binlerce Katalan’ın şaşkınlık içindeki hali tarihe geçecek fotoğraf karelerine dönüştü. İspanya hükümetinin günlerce üst üste sorduğu “bağımsızlık ilan ettiniz mi, etmediniz mi” sorusu yanıtlanmadı.
En sonunda bir tavır belirlemek zorunda kalındı, 27 Ekim’de Katalan Parlamentosu “Bağımsız Katalonya Cumhuriyeti”ni ilan etti. Ancak bu ilanın gerekleri yerine getirilmeden -resmi gazetede dahi yayınlanmadı- ilan edenler yurt dışına çıktı.
Aynı gün -pazartesi- Puigdemont’un partisi PdeCat açıktan, müttefiki ERC dolaylı olarak, İspanya hükümetinin Katalonya’ya dayattığı 21 Aralık seçimlerine katılacaklarını açıklayarak bağımsızlık iddiasından daha belgenin mürekkebi kurumadan vazgeçmiş oldular.
Öte yandan İspanyol sermayesi de Katalonya’daki yatırım ve şirketlerini çekerek ekonomik bir baskı uyguluyor. Aralarında bankaların da bulunduğu 1500 kadar şirket Katalonya’daki şubelerini kapatmış durumda.x
İSPANYA DEVLETİNİN TUTUMU: FRANKO’YA DÖNÜŞ
KATALONYA’nın, ilan edilmesine rağmen bağımsız olamamış olmasının kuşkusuz en önemli nedeni İspanya devletinin, Katalan halkının talebini dikkate almak yerine neredeyse tüm kurumlarıyla birlikte iradesini şiddet ve baskıyla ezme tutumu oldu.
Daha 2010’da Katalonya’ya tanınan hakları geri alan sağcı, muhafazakar Halk Partisi (PP) hükümeti ve Başbakanı Mariano Rajoy, (Katalan burjuvazisinin de tarihi suç ortağı olduğu) gerici İspanyol burjuvazisini hakkıyla temsil etti. Bu arada bir türlü altından kalkamadığı ekonomik sorunlar ile ortaya saçılmış tüm yolsuzluklarını İspanyol milliyetçiliği halısının altına süpürdü. Diyaloğa yanaşmadı, Katalan halkının kitlesel sesine kulak tıkadı ve uluslararası desteği de aldıktan sonra baskıyı artırdı. Ülkede uzun yıllar sonra ilk defa siyasi iki tutuklu (İki Katalan kitle örgütü başkanı) bulunuyor.
Anayasanın 155’inci maddesi ilk defa uygulanarak Katalonya yönetimine el konuldu, seçilmişleri görevden alındı, yönetimine “kayyım” atandı, hükümet yetkililerine “isyan” suçlamasıyla dava açıldı, mahkeme Katalonya Cumhuriyeti ilanını iptal etti ve belediyelere dahi el konulabileceği tartışılıyor.
Bu arada faşist gruplar da ilk defa bu kadar cesaretle sokağa çıkarak Katalan kurumlarına saldırdı ve saldırmayı sürdürüyor. “Bağımsızlık karşıtı/yanlısı” bölünmenin sokakta gerilim ve çatışmaya dönüşmesi için zemin de ısınıyor.
AVRUPA SERMAYESİNİN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ
‘Bağımsız Katalonya’nın Avrupa Birliği başta olmak üzere hiçbir ülkeden destek almaması; İspanya hükümetinin antidemokratik tutumu ile şiddetle bastırma pratiğinin yarım ağızla eleştirilmesi, Madrid’in büyük kozu oldu. Avrupa Birliği önce sürece ilgisiz göründü. Sonra “İspanya’nın toprak bütünlüğü” denmeye başlandı. Aslında “Birleşik Avrupa” adı altında Almanya ve Fransa’nın liderliğinde birleştirilmeye çalışılan Avrupa sermayesinin bölünmez bütünlüğü kastedilen. Velhasıl, kapitalizmin dünyayı yönettiği koşullarda “yeni bir ulus devletin”, egemenliğinden çıkmak istediği devletle de uzlaşamadığı durumda uluslararası güçlü bir destek almadan kurulması çok mümkün değil. Irak’ta da benzer bir süreç yaşandı. Ukrayna’dan ayrılan Kırım ile Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri’nin doğrudan Ukrayna ile çatışmaya girerek ama özellikle de Rusya’nın belirleyici askeri ve siyasi desteğiyle kurulabilmiş olmaları da yakın örnekler arasında.
İSPANYA SOLUNUN TUTUMU
Tüm bu süreçte başta parlamentodakiler olmak üzere İspanya solunun tutumuna özel değinmek gerekiyor.
İspanya’da ‘sol’ sayılan en büyük parti, ana muhalefet partisi olan PSOE (Sosyalist İşçi Partisi). Adını bir an önce değiştirmesinde fayda gördüğümüz PSOE, bugün sosyal demokratlık iddiasında, ancak pratiği cumhuriyetçi bile olamadığını gösteriyor. Neoliberal politikaları da 2011 yılında 15M (15 Mayıs) ya da “Öfkeliler/Indignados” diye anılan kitlesel hareketi ortaya çıkarmış, PSOE’ye yönelik tepki sağcı Halk Partisi’ni (PP) iktidara getirmişti. PSOE, siyaseten çatışır göründüğü PP hükümeti ile Katalonya konusunda derhal uzlaştı ve 155’inci maddenin uygulanması için gerekli oyu verdi.
15M hareketinin ardından kurulan ve neoliberalizm karşıtı çizgiyle bir anda yükseldikten sonra sosyal demokratlığa kadar düşen meclisteki üçüncü siyasi güç Podemos (Yapabiliriz) ise, Katalan halkının karar verme hakkını savunduğunu söylüyor. Ancak kitle desteğini fiili ve güçlü bir dayanışma için sokağa indirmek yerine tepkisini basın açıklamalarıyla sınırlı tutuyor. 2014 yılında yükselen krallık karşıtı Cumhuriyetçi hareketi de benzer şekilde parlamenter siyasete maniple ederek sokakların boşaltılmasında rol oynayan Podemos, bugün “İspanya çokuluslu bir devlettir” demekten öteye geçemiyor.
“Referanduma evet, bağımsızlığa hayır” diyen Podemos Lideri Pablo Iglesias, hükümet şiddetini yeriyor, yönetime el konmasına karşı çıkıyor ama bir yandan da Katalonya’nın bağımsızlığını desteklediğini açıklayan yöneticilerine “partiyle yolunu ayırma” çağrısı yapıyor. Ayrıca Podemos, merkezi hükümetin Katalonya için dayattığı 21 Aralık seçimlerine de katılacak.
Podemos’un müttefiki Birleşik Sol (UI) partisi, İspanya’nın “Federal Cumhuriyet” olmasını savunuyor. Katalonya’nın referandum hakkını desteklediğini söylese de “bağımsızlığını” desteklemiyor ve fiili olarak dayanışma konusunda geride duruyor. Hatta parti lideri Alberto Garzon, 27 Ekim’deki bağımsızlık ilanını ‘sorumsuzca bir provokasyon’ olarak nitelendirdi. Ancak IU’yu oluşturan partilerden İspanya Komünist Partisi içinde Katalonya’nın kendi kaderini tayin hakkını destekleyen bölünmeler yaşandığı belirtiliyor.
Parlamento dışında kalan sosyalist, komünist parti ve örgütler de (İspanya Komünist Partisi Marksist-Leninist PCE m-l gibi) İspanya için “Federal Cumhuriyet”; krallığa karşı İspanyol-Katalan işçi ve emekçilerin birlikte mücadelesi çağrısı yapsalar da Katalonya’nın bağımsızlık talebi konusunda özgürce karar vermesini destekliyor; “ayrılma hakkı”nı tanıyor. Sokakta Katalan halkıyla dayanışma eylemleri de yapan bu kesimin kitle desteğinin sınırlı olması ve zaten medya tarafından hiç görülmemeleri sürece müdahale edebilmelerini engelliyor.
Özetlersek kitle gücü olan ‘parlamenter sol’ bu gücünü Katalan halkının lehine kullanmayarak İspanya hükümetinin baskılarını hayata geçirmesine dolaylı olarak yardımcı oluyor, ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanıyan güçler ise emekçi kitleler içinde güçsüz oldukları için süreci -en azından bugün- etkileyemiyor.
ENTERNASYONAL DAYANIŞMA
İspanyol ve Katalan büyük burjuvazisinin “İspanya’nın bölünmez bütünlüğü” konusunda anlaştığı koşullarda Katalonya’nın kendi geleceği hakkında –ayrılma da dahil- kendi kararını verebilmesi mücadelesi, Avrupa emekçilerinden de gerçek bir dayanışma görmedi.
Bunun bir nedeni tıpkı İspanya’da olduğu gibi buralarda da ulusların kendi kaderini tayin ilkesini savunan ilerici, sosyalist, komünist çevrelerin güçsüzlüğü; ama eldeki güçle de bir dayanışma pratiği gösterilemedi.
Özellikle kendi ülkelerinde “ulusal sorun” mevcut olan ülkelerde, birlikte yaşadıkları bir halkın ezilmesine; bu durumun emekçileri bölünmesine, iktidarların bu bölünme üzerinden kitleleri kendi gericiliğine yedeklemesine karşı mücadele eden kesimlerin, hem Katalonya halkını güçlendirmek için ama hem de kendi ülkelerinde “ulusal sorun” konusundaki -en çok da işçi sınıfını bölen- ideolojik manipülasyonu kırmak için bir vesile olarak görmeleri, güçleri oranında müdahil olmaları gerekiyor.
İspanya’nın birleşen gerici kesimlerinin karşısında, yeterli dayanışma bulamayan ve siyasilerin de halktan talep ettikleri direnişi kendilerinin göstermeyeceğinin ortaya çıktığı koşullarda, Katalonya halkının önemli bir kesiminin mücadale enerjisinin 21 Aralık seçimlerine kanalize edilmesi muhtemel.
Ancak Katalonya emekçilerinin, enternasyonal dayanışma örgütlemeye çalışan İspanyol emekçilerinin, “gerici monarşik rejimden kopuş” mücadelesi ve dayanışması istikrarlı bir kitleselleşme gösterebilirse; bu süreçte kitle hareketini engelleyen “parlamenter sol”u da harekete geçirebilirse, bu sürecin tersine dönmesinin koşulları sağlanabilir.