Devletin okuyamadığı yerden yazmak... İçeriden edebiyat
Oya Yağcı, Selahattin Demirtaş'ın öykü kitabı Seher'i ve mahpusluktan yükselen edebi geleneği Evrensel Pazar'a yazdı.

Seher Kitabı
İLGİLİ HABERLER

Demirtaş: Kitabı kadınlara ithaf ettim ama mesaj erkeklere

Selahattin Demirtaş'ın öykü kitabı Seher'in 5. baskısı çıktı

Demirtaş'ın Seher kitabı CHP'li vekillere gönderildi

Yazarlar Selahattin Demirtaş'ın ‘Seher’ini okudu

'Seher'in imza etkinliğine yoğun ilgi
Oya YAĞCI
Reel siyasetin tüm toplumu kuşatan acınası kelime haznesi ile insani talepleri üç beş sloganın içine tıkıştırma çabası, Gezi günlerinde deşifre edildi. Hepimiz Gezi’den yükselen zekanın, esprinin, güleçliğin, yani humorun, bir araya getiren ve “herkesten yeteneği ölçüsünde, herkese ihtiyacı kadar” ilkesini tevazu ile benimseyen neşesini birlikte yarattık ve asla unutmayacağız. Gezi, kurduğumuz dil ile de hepimizi kavrayan bir ortaklık duygusuydu. Liderler kaldırım taşlarının altında kalmışlardı. Fazlasıyla çatık kaşlı ciddiyetlerinin ardına gizlediklerini sandıkları ciddiyetsizlikleri, ciddiye alınmadıkları yerde tuzla buz olmuştu. Türkiye siyasal geleneğinin lider kültü etrafında filizlenen ceberrutluğudur, çatılmış kıl yığınını nimet katına çıkartan. Lider dediğin, kendini ciddiye almaktan yapması gerekeni unutandır ne de olsa.
Gezi kadar liderlik kültünü yerle bir eden bir başka tarihsel figür de Selahattin Demirtaş olmuştur kuşkusuz. Demirtaş, politikaya atılmadan önce de, uzun soluklu insan hakları mücadelesinde, zulme uğrayanın dilini konuşmayı ve o dilden anlamayı bilen bir insandı. En başta bu niteliğiyle ayrı tutulması gereken bir siyasal lider figürüdür. 7 Haziran seçimlerinden önce CNN’de Ahmet Hakan’a “Liderlerde değil ilkelerde uzlaşmalıyız” diyen ve kendisine rağmen yüceltilen imgesinden duyduğu hoşnutsuzluğu da her zamanki zerafeti ile dile getirmekten çekinmeyen bir mücadele insanı... Bu sözünü hiç unutmadım Demirtaş’ın. Türkiye siyaset geleneğine bir kıymık olarak giren ve giderek büyüyen bir müdahaledir bu sözün anlattığı. İçinden geldiği mücadeleyi asla kişiselleştirmeyen, aksine, kolektif emeğin değerini teslim eden ortaklaşmacı yanını, en çok yas ortaklığında gördük. Acının en saf hali ve güleçliğin en samimi haliyle yüzünü gösteren kaç politik lider var? Buraya kadar edilen kelam da parti eş başkanlığından kaynaklı özgül durumu gereğidir. Liderden çok, tarihsel bir rolle anılmayı hak eder. Kişi kültünden ziyade, ancak tamamlanarak sürdürülecek bir politik misyonla anılmalıdır.
KAHRAMAN-KURBAN MİTİNİ AŞMAK...
Demirtaş, en çok satanlar listesine giren “Seher”in de yazarıdır artık. Yazıyla, sözle ve yürümekle mesaisi olan bir insanın yazıya durmasında fazla şaşılacak bir şey yok. Ama ayırt edilmesi gerekenler var. Demirtaş, “Seher” ile yazarlık iddiasından ziyade, yazarak müdahil olmayı tercih ediyor gibi. Siyasal alandaki tutumunu yazın alanında da sürdüyor. Kendisinden bir kurban yaratmaya yeminli iktidara karşı inadına müdahil, hayatla ilgili her konuya yakın duran her zamanki muzip ve mütevazı tavrı öykülerine de yansımış. Siyasetin çizdiği katı sınırları gündeliğin içinden aşan bu tavır, direnmenin, kahraman-kurban mitinden uzaklaşarak, insani ölçülerde kavranmasının da kapısını açıyor. Düğünde, cenazede, camide toplumsallaşma rolü oynayan geleneksel siyasilere karşı, toplumsalın vuku bulduğu her mecrada, kendisini sınırlayan rolün ötesine geçerek varolmak.
Demirtaş öykü yazmış. Güzel de yazmış. Bazı öyküleri gerçekten başarılı, bazıları değil. Burada konuşmamız gereken yazarlık başarısından çok yaptığını yapma biçimi olmalı belki de. Kendini değil de yaptığı işi ciddiye alan bir hak savunucusunun dili de, gönlü de, sade ve yalın. Ceberut ve kıt devlet aklının akıl dışılığına karşı mücadelenin kazandırdığı esneklik, pratik zekanın, matematik ve hazırcevaplığın buluştuğu bir üsluba neden olmuş. İnsan için hak arayan ve hukukun evrensel felsefesini bilen biri için, meclis-mahkeme-zindan üçgeninde “absürt”ün devletten beslenen damarını isabetli bir biçimde keşfetmiş görünüyor. Politikayı, Meclis ve parti duvarları içine kapatarak gözden ırak tutanlara karşı Demirtaş, yakınlığın ve içeriden bakmanın politikasını geliştiriyor bir alternatif olarak. Bu nedenle de eril-ataerkil toplumsal geleneğin içinde antikahramanlarla dokuduğu öykülerinde kadınlık hallerine tanıklık ediyor.
‘SEHER’İN ÖNEMİ
“Seher” iki açıdan önemli bana göre: Birincisi, kahramanlaştırılmaya da kurbanlaştırılmaya olduğu kadar direnen bir mücadele insanını ve onun işini nasıl yaptığını odağa almak açısından, ikincisi toplumsal cinsiyete sınıf perspektifinden bakabilmeyi başarmak açısından. Sınıfın adı konmamış başlıksız hikayesinde, törenin, polis zulmünün, imkansızın, annenin, sınıf atlama arzularının, velhasıl gündelik hayatın içkin çelişkilerini yeniden üreten toplumsal halleri, kasmadan, komplekslemeden ele alabilme ve bu çelişkilerin yarattığı mizahı görünür kılma becerisi. Antikahramandan yana bir irade beyanı.
12 öyküden oluşan kitap üretimsizlikle cezalandırılmaya karşı, “tutsaklığı” üretimle aşma iradesidir her şeyden önce. Dünyasını içinde taşıyan insan “tutsaklık” karşısında iradi olarak “özgürleşme”yi seçecektir. Bu duruş aynı zamanda devletin konuştuğu dilin dışına çıkmaktır. Farklı bir dil ile devletin konuşamadığı yerden konuşabilmek (mizah gibi evrenselin dili üstelik) hasmın silahını etkisiz kılmaktır.
Bu topraklarda beklenen gerçekleşmediği için, beklenmeyen de başa geldiği için mizah hep canlıdır. Demirtaş öykülerindeki mizah da, dram da bu damardan besleniyor.
Demirtaş’a yönelik ilgi kuşkusuz politik yaşama ve mücadele alanına yaptığı benzersiz katkıdan kaynaklanıyor. Temsil yetkisi hukuksuzlukla gasbediliyor ama bugüne dek yaşadığı ve tanıklık ettiği hak ihlallerinden yılmak şöyle dursun, her engel karşısında mücadeleye yeni araçlarla devam etmek konusunda iradesini yeniden ve yeni biçimlerde ortaya koyuyor.
Ancak Demirtaş bu irade beyanının ne ilk ne de son örneğidir. Türkiye’de siyasal ceberutluğun karşısına cezaevinden, mahpusluktan yükselen devasa bir edebi gelenek doğmuştur. Pek çok politik mahpusun giderek artan ve aynı ölçüde yetkinleşen, roman-öykü-şiir ve anı kitapları raflarda hak ettikleri yeri buluyor mu ya da yayınevleri ve okurlar olarak, gelişen bu damarın ve mahpusluğu üretime çeviren yeni ve başarılı yazarların eserleri ile karşılaşma cesaretimiz var mı?
Yalçın Hafçı, Nibel Genç, Sami Özbil, Murat Saat, Rojbin Perişan, İlhan Sami Çomak aklıma gelen birkaç isim. Edebiyat dünyası Demirtaş’ı gördüğü kadar başka isimleri görmeye de istekli olsa keşke.
Evrensel'i Takip Et