08 Kasım 2017 00:20

Küçükparlak: İntiharların artmasında siyasi ortam da etkili

Psikiyatr Uzman Doktor İlker Küçükparlak, gündemde oldukça yer bulan intihar vakalarını Evrensel'e değerlendirdi.

Paylaş

Cansu PİŞKİN
İstanbul

Geçtiğimiz günlerde biri tıp öğrencisi üç hekim ile Oyuncu Cem Korkmaz’ın intihar ettiği haberleri, giderek artan intihar olaylarının yalnızca bireysel değil toplumsal boyutları da olduğu gerçeğine işaret etti. Nitekim Adana’da Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesinde görev yapan Asistan Doktor Ece Ceyda Güdemek, bıraktığı notta, ailevi sorunlar ve ağır çalışma koşullarından şikayet etmişti. 

Psikiyatr Uzman Doktor İlker Küçükparlak da intiharların toplumsal bağlamına dikkat çekiyor. Mesleki değersizleşmenin, yabancılaşmanın ve gelecekten ümitsizliğin doktor intiharlarında tetikleyici rol oynadığını düşünen Küçükparlak, “Siyasi ortam nedeniyle Türkiye’de insanların akademiye, bilime, geleceklerine dair inançlarını sarsan bir durum yaşanıyor. Bu, intiharları artırmış mıdır? Ben unsurlardan bir tanesi olduğunu düşünüyorum” diyor. 

Psikiyatr Uzman Doktor İlker Küçükparlak
Psikiyatr Uzman Doktor İlker Küçükparlak

İntihar nedir? İnsanlar neden intihara yöneliyor?

İki temel içgüdümüz var. Bunlardan biri yaşam içgüdüsü. Yaşam içgüdüsü için hayata dair ümit ettiğimiz her şey diyebiliriz kaba taslak. Bir de ölüm içgüdüsü var. Bunu ölmeyi istiyor olmak değil de bir şey istiyor olmayı istemiyor olmak gibi özetleyebiliriz. İntihar ölüm içgüdüsünün yaşam içgüdüsüne çok ağır bastığı durumlarda karşılaşılan, kişinin kendi yaşamının sonlanması arzusu şeklinde özetlenebilir. İntihar kolektivist topluluklarda daha az, bireyselci topluluklarda daha fazla görülür diye bir ön kabul vardır. Kolektivist topluluklarda birey kendini toplumun geri kalanına karşı yoğun biçimde sorumlu hissettiği için intiharlar daha az olabiliyor. 

 {{336605}}

Tabii burada anlama geçiyoruz. Kişi hayatını nasıl anlamlandırıyor? Kendisinden ve kendi kimliğinden geriye ne kalacak? Araştırmacıların Dehşet Yönetim Kuramı (Terror Management Theory) diye adlandırdıkları bu durumda insan, ölümlülük gerçeği karşısında dehşete kapılır ve bu gerçeği baypas edebilmek için çeşitli manevralar gerçekleştirmeye ihtiyaç duyar. Bu noktada kimlik çok önemli bir unsur. Daha kimlikli olan bireyler, barındırdıkları kimliklerin bir şekilde devam edecek olması üzerinden teselli bulabiliyor, yaşamları daha anlamlı bir hale gelebiliyor. Daha ayrışmış, daha kopuk, daha kimliksiz bireylerin ve toplumların bu anlamı üretmeleri zor olduğu için intihara biraz daha yönelebildiklerini biliyoruz.

HEKİMLİĞİN DEĞERİ DÜŞÜRÜLDÜ

Toplumsal etmenler, toplumsal bunalım ve intihar arasında ilişki olduğu söylenebilir mi?

Kolaylıkla söylenebilir. Çok trajik intiharlar vardı, atama beklerken ümitsizliğe kapılan öğretmen adaylarının intiharları olmuştu ardışık vaziyette. Geçtiğimiz günlerde de üst üste üç hekim intihar etti. Biraz intihar eden hekimler üzerinden anlatmak isterim bu sorunun cevabını. Diğer intiharlar için de açıklayıcı olur gibi geliyor bana.

Hekimlik dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum ama para pul için katlanılacak bir iş değil aslında. Tıbbiyeyi tercih ediyor olmak başka bir adanmışlık gerektiriyor. Uzmanlaşmak, bütün o nöbet mesaisi, o hiyerarşinin en altından başlıyor olmak, o stres, sınava hazırlanmak, sınavı kazanmak, tekrar mecburi hizmete tabii olmak... Bütün bunlar yaşam koşulları ve gelir açısından bakıldığı zaman rasyonel hareketler değil. Dolayısıyla başka bir güdülenmeyi gerektiriyor. O güdülenme de başta konuştuğumuz konuya çok yakın bir yerde duruyor. Kendisini nasıl görmek istiyor, ideal kendilik dediği şey nedir? İnsanlara yardım eden, insanların hayatlarını kurtaran, çaresizliğin için çare üretmeye çalışan bir insan olma arzusu; bu, diğer bütün motivasyonların ötesine geçecektir doktor olmak isteyen genç açısından. Dolayısıyla toplumun bir şekilde saygı gösterdiği, sözünü dinlediği bir birey olma da bunun doğal karşılığıdır. 

Şimdi bizde bu işler bozuldu bir kere. Meydanlarda doktorlar yuhalatıldı. Hekimlik, siyasi figürler tarafından, özellikle de şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından devalüe edildi, değeri düşürüldü. ‘Biz SSK’ye giderdik bunlar bize kartvizitini uzatırdı’ söylemini hatırlarsınız. Bu söylem ‘doktorlar çıkarcı, paragöz’ gibi bir imge yaratıyor. Maalesef medya da bu dalganın peşine çok hızlıca takıldı. Sağlık sisteminin hiçbir kabahati yokmuş, günde 100 hasta muayene eden bir doktorun hata yapmaması gerekirmişçesine sistemi, bağlamı hiç sorgulamadan ‘Doktor hataları’ diye başlayan haberler ardı ardına yansıtılır oldu. AKP’nin elitten intikam alma hevesinin elit öznesi haline getirildi doktorlar. Sağlık çalışanlarına saldırılar arttı, bir sürü şey oldu... Hekimlik koşulları açısından tahammül edilmesi güç bir meslek. Tahammülün güç olduğu ortamdaki yegane ödül, aslında bunun kutsal bir görev olduğu, bu kutsiyetin de toplumun geneli tarafından tartışılmadan kabul edildiği durumdu. Kutsiyet bozulunca hakikaten çekilir gibi olmayan bir iş çıktı ortaya. Bu, tükenmişliği çok artıran bir unsur. 

YABANCILAŞMA TÜKETİYOR

Doktor intiharlarında ikinci bir unsur da yabancılaşma. Şöyle ki; hekimlik aslında bir sanat/zanaat. Hiç nadir olmayarak şöyle şeyler olur; daha hasta kapıdan girerken muayene başlar. Acil servislerde yeterince zaman geçirince bir hekim, hasta kapıdan girip sedyeye gidene kadar böbrek taşı mı yoksa apandisit mi ayrımları yapabilir. Daha muayene edip soru sormadan, göz teması kurarak,  yürüyüşünden birtakım ayrımlara varabilir. 

Burada da iki unsur var. Biri şu, birtakım algoritmalar mecburi kılınıyor hekime. Bu, az önce bahsettiğim deneyimi pas geçen bir yaklaşımdır. Tanının da tedavinin de algoritma haline getirildiği, artık zanaatın yerine teknisyen hekimlerin oluştuğu bir sistem var. İkinci unsur da çalışma temposu. Günde 100-150 hasta muayene eden hekimler var. Adını bile sormadan şikayetini sorup, sonrasında ilaç yazan insanlar. Dolayısıyla aldıkları eğitimin çok ciddi bir kısmını ve kendi deneyimlerini kullanamıyorlar. Algoritmalar dayatılmasa bile onlar mecburen bir algoritma içinden işlem yapmak zorundalar. Çok hızlı karar vermek ve hızlı uygulamak zorundalar. Mesleki tatmini çok azaltan ve insanın yaptığı işe yabancılaşmasına neden olan ciddi durumdan bahsediyoruz. Bu yabancılaşma da tükenmişlik için çok ciddi başka bir risk faktörü. 

GELECEĞE İNANÇ SARSILDI

Ama Türkiye’de hekimler, özellikle de asistanlar ne zaman rahat çalıştılar ki? Ben 1994 yılında fakülteye girdiğimde de çok ağır çalışıyorlardı. Öğrenciydik, asistanların faturalarını biz yatırırdık. Yani gidip fatura yatırmaya zamanları olmazdı. Ama böyle intiharlarla karşılaşmıyorduk önceden, yani bu toplumsal bağlam çok belirleyici oldu. Bu hususla ilgili bir tereddüdüm yok. Siyasi ortam nedeniyle Türkiye’de insanların akademiye, bilime, geleceklerine dair inançlarını sarsan bir durum yaşanıyor. Bu intiharları artırmış mıdır? Olabilir. Bunu ispatlamanın bir yolu yok, ama ben unsurlardan bir tanesi olabileceğini düşünüyorum gerçekten.

İNTİHARDA TOPLUMSAL BAĞLAMI PAS GEÇMEK SİSTEMİ AKLAR

Peki, intiharları önlemek için ne yapılması gerekir?

Toplumsal bağlamı pas geçip intiharları şöyle engelleyebiliriz demenin sistemi aklamak, intihar edeni suçlamak yani suçu bireye yıkmak olacağını düşünüyorum. Bu notu düştükten sonraki kısmından bahsedecek olursam, intiharı öngören çok önemli şeylerden biri kişinin intihardan bahsetmesi. ‘İntihardan bahsediyorsa intihar etmez’ diye yanlış bir kabul var. Aksine intihar edenlerin çoğu daha önce birilerine intihar etmekle ilgili bir şeyler söylemiş oluyor. Dolayısıyla o kişiye dikkat etmek, daha yakın durmak, daha çok yoklamak, mümkünse birilerine danışmasını, yardım almasını sağlamak önemli. 

Burada şu önemli; profesyonel yardım biraz modern ve şehirli bir jargon. Yani aslında herkes herkese yardımcı olabilir. Yardımın en önemli kısmı, kişinin karşısındakini yargılamadan dinlemesidir. Anlatan kişiyi eleştirmeden, kınamadan, değersizleştirmeden sadece dinliyor olmak, anlatmak isterse orada olacağını hissettirmek önemli. Bunların yanı sıra psikiyatrik anlamda destek almak ya da desteğe ulaştırmak da önemlidir.

HABERLERDE İNTİHAR ETME BİÇİMİ KESİNLİKLE BELİRTİLMEMELİ

İntihar haberlerinin intiharları tetiklediğini düşünüyor musunuz? İntihar olaylarını haberleştirirken nelere dikkat etmeliyiz?

Bu tartışmalı bir konu aslında. İntiharın, zaten bir olasılık olduğu, ölüm içgüdüsünün çok yoğunlaştığı, hayatın artık pek bir ümit barındırmaz olduğu durumlarda özendirici bir etkisi elbette olabilir... 

Nasıl haberleştirilmesi gerektiğine ilişkin ise Türkiye Psikiyatri Derneğinin hazırladığı dokümanlar mevcut. İntihar eden kişinin adını vermemeyi bile öneriyoruz biz aslında. İntihar etme biçiminin kesinlikle belirtilmemesi gerekiyor. İntiharı yüceltme, olumlama gibi bir söyleme ilişmemek lazım. Atama bekleyen öğretmen mesela intihar ediyor, ne kadar acı, ama bunu atama bekleyen öğretmenlerin bir hak mücadelesi gibi, onurlu bir isyanı gibi haberleştirmemek gerekiyor. Eğer intiharı kolaylaştırmış olabilecek psikiyatrik bir durum varsa, depresyon, şizofreni, bağımlılık gibi, bu durumların tedavisinin olduğu da bir şekilde o haberin içinde barındırılmalı ki depresyon eşittir intihar, bağımlılık eşittir intihar gibi bir sonuca varmasın okuyucu.

10 YILDA 29 BİN İNTİHAR SONUCU ÖLÜM

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye’de son 10 yılda yaklaşık 29 bin kişi intihar etmek suretiyle yaşamına son verdi. 2015 yılında intihardan 3 bin 246 kişi yaşamını yitirirken 2016’da bu sayı 3 bin 64’e düştü. İntihar edenlerin yüzde 76.1’ini erkekler, yüzde 23.9’unu ise kadınlar oluşturuyor.

ÖNCEKİ HABER

Mustafa Tuna tüm bürokratların istifasını istedi

SONRAKİ HABER

İmam hatiplerde cihat çağrısı!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa