12 Kasım 2017 01:15

Nitelikli eğitim, kimler için?

Özgür Bozdoğan, değişen eğitim sistemine ve beraberinde getirdiği tartışmaları kaleme aldı.

Paylaş

Özgür BOZDOĞAN

“Eğitim” alanı farklı dönemlerde radikal değişikliklere, yoğun tartışmalara sahne olsa da ülke tarihinin hemen hiçbir döneminde bu dönem tartışıldığı yoğunlukla tartışılmamıştır. Bu yoğun tartışmanın nedenini, bugün için artık “eğitim” alanının diğer dönemlerden farklı olarak, siyasi iktidar açısından kurucu bir işleve ve öneme sahip olması oluşturmaktadır. Aslında ortada bir tartışma ve bunun sonucunda ortaklaşan fikirlerin yaşama geçtiği bir süreç de yoktur. Siyasi iktidar parlamento çoğunluğu ve onun kamu yönetiminde verdiği yetkiyi kullanarak eğitim alanını kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirmektedir.

TEOG NEDEN KALKTI?

TEOG adı verilen sınavın veya diğer bir deyişle “ortaöğretime geçiş sisteminin” değiştirilmesinde asıl nedenlerinin izlerini sürmek için ayrıntılara biraz bakmak gerekiyor. Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz “TEOG neden kalktı?​” sorusuna verdiği yanıtta MEB’in gerekçelerini sıraladı:

1. TEOG öğrencileri ve velileri okul dışı kaynaklara (etüt merkezi, kurs, özel ders) yöneltiyordu.

Yeni durumda öğrencilerin sadece yüzde 10’unun sınavla öğrenci alan kurumlara yerleşebileceği düşünüldüğünde burada oluşacak yarışın çok daha yoğun olacağı kesin. Diğer bir deyişle öğrenciler önceki sistemde ihtiyaç duyduklarından  daha fazla okul dışı kaynağa yönelmek durumunda kalacaklar.

2. Öğrenciler sınava hazırlık için devamsızlık yapıyordu.

Yeni sistemde sınavla alacak kurumların sayısının 600 civarında bir rakam olacağı düşünüldüğünden yarış daha yoğun hazırlık gerektirecek. Bu durumun devamsızlık oranlarını artıracağı kesindir.

3. Sınava hazırlanırken öğrencilerin sosyal ve psikolojik gelişimleri olumsuz etkileniyordu. Sınav stresi yaşıyorlardı.

Sınav sistemleri ile ilgili tartışmalar ve sınav sistemlerinde yapılan değişiklikler ve bu değişikliklerin öğrenci gereksinimleri veya sorunların çözülmesi yaklaşımı ile yapılmaması TEOG sırasında oluşandan daha fazla stres üretmekte, öğrenciler üzerinde oluşan baskıyı artırmaktadır.

4. Yerleştirmeye esas puan belirlenirken okul başarı puanının da etki etmesi özel okulların notları şişirdiği iddiasını ortaya çıkarmıştı.
Aynı durumun ve eleştirilerin devam edeceği açıktır. Adrese dayalı kayıt sisteminde tek ölçünün okul başarı puanı olduğu düşünüldüğünde “şişirilmiş” notların avantaj sağlamayı sürdüreceğini ve bu durumun eşitliği ortadan kaldıracağı kesindir.

MİLLİ EĞİTİM BAKANININ İFADE ETMEDİKLERİ...

Yeni sistem, çoğunluğunun ailesi yoksul olan ve bundan dolayı da kentlerin yoksul semtlerinde ikamet etmek durumunda kalan öğrenciler açısından çok ciddi sınıfsal eşitsizlikler yaratmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki kamusal bir hizmet olarak eğitim tüm öğrenciler için eşit, nitelikli, parasız ve ulaşılabilir olmalıdır. Ekonomik koşulların kentlerin sosyolojisini belirlediği bir dünyada, okul ortamının ekonomik eşitsizliklerden etkilenmemesi olası değildir.

Şehirlerin tamamında semtler ekonomik gelir durumuna bağlı olarak farklılaşmıştır. Orta ve üst gelir grubunda bulunan semtlerde bulunan okullar altyapı, teknoloji, sunulan olanaklar ve veli tutumları açısından belirgin olarak yoksul semtlerde bulunan okullara göre avantajlı durumdadır. Bütün okulların koşullarını ve olanaklarını eşit seviyeye getirmeden, öğrencileri kendi bölgelerinde bulunan okullara gitmeye zorlamak, yoksul aile çocuklarının mahallelerinin dışına çıkamaması anlamına gelmektedir. Yoksulluğun kader olarak kabullenilmesi ve normalleştirilmesi istenmektedir.

Bir diğer sorun da bu sistemin uygulanması ile beraber yaşanacak sorunlar ve belirsizliğin öğrenci velilerini “özel okullara” yöneltmesi olacaktır. 

Milli Eğitim Bakanı bazı okulların diğerlerine göre “daha nitelikli” olduğunu ve bu okulların sınavla öğrenci alacağını ifade etmiş ve bu durumdan rahatsızlığının olmadığını ve bunun da normal kabul edilmesi gerektiği mesajını dolaylı olarak vermiştir. Sınavla öğrenci almayacak olan okulların öğrencileri ve öğretmenlerinin bu durumdan olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdır. Milli Eğitim Bakanının görevi tüm okulları eşit seviyeye getirmek olması gerekmektedir, eşitsizliği normalleştirmek değil.

Hangi okullar Milli Eğitim Bakanının da ifade ettiği “nitelikli” olma vasfına sahip olacak belirsizdir. Bu okulların sayısının 600 olacağı ve listenin mayıs ayı içerisinde açıklanacağı ifade edilmiştir. Ancak sınavla öğrenci alacak okulların belirlenmesinde kullanılacak ölçülerin açıklanmamış olması ve iktidarın geçmiş uygulamaları burada da ciddi sorunların oluşacağını göstermektedir.

BÜYÜK FOTOĞRAF

Bize gösterilen fotoğrafın gerçek durumu yansıtmadığı ve bir illüzyon oluşturulmaya çalışıldığı ortadadır. Eğitimi “2023 Hedefleri” açısından kurucu unsur olarak gören iktidar, tüm kurgusunu  “imam hatipler” ve “eğitimin ticarileştirilmesi ” zeminleri üzerine inşa etmeye çalışmaktadır. Bu hedeflerden uzaklaşmak  veya vazgeçmek siyasi iktidar açısından “hegemonya” sorunu oluşturmakta ve iktidarın kudretini azaltmaktadır.
İmam hatip okullarının hem ortaöğretime hem de yükseköğretime geçişte istenen akademik başarıyı sağlayamaması, bu okullara olan ilgiyi azaltmaktadır. Tüm kampanyalar ve yönlendirmelere rağmen bu okullara rağbet olmaması ve istenen akademik başarının yakalanamaması kamuoyunda bu okulların tartışılmasına neden olmaktadır. İktidar açısından bu düzlemde sürdürülen bir  tartışma iktidarın kendisinin tartışılması olarak kabul edilmekte ve bundan dolayı da bu okulların tartışılmasının engellenmesi, akademik başarının yakalanması ve göstergelere, (lisans yerleştirme, yapılan proje vb.) elde edilecek başarının yansıması gerekmektedir. Üstelik bu hedef kamuoyunun düşündüğü gibi iki aylık değil uzun süreden bu yana üzerinde çalışılan bir değişikliktir. 11 Ekim 2017 tarihinde yayımlanan “MEB Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler Raporu “sayfa 24’de bulunan İç Denetim Daire Başkanlığına ait bölümden anlaşılmaktadır ki bu durum görev olarak MEB’in önüne çok önceden konulmuştur. 9 iç  denetçi tarafından ortaöğretimde adrese dayalı kayıt sisteminin uygulanabilirliğinin araştırılması istenmiştir.

Milli Eğitim Bakanı yeni sistemde sınavla öğrenci alacak olan okulları açıklarken, cümlelerinin içerisinde birkaç kez “fen lisesi ve proje okulları” ibaresini kullandı. Bu durumda sayısı 600 civarında olacak olan bu “nitelikli (!)” okulların büyük bir bölümünün bu iki kategoride bulunan okullardan oluşacağını öngörmek yersiz olmayacaktır. Proje okulu olarak belirlenen okulların ve fen liselerinin kontenjanının MEB tarafından sınırlandırılmasından dolayı ve proje okullarının büyük bölümünün imam hatip olmasından kaynaklı ilk yüzde 10 dilimine girecek öğrencilerin büyük bölümünün imam hatip okullarına gitmek durumunda kalacaklarını öngörmek gerekir. Diğer bir deyişle yüzde 10’luk dilimden imam hatip liselerine yerleşecek olan öğrencilerin şu an çok düşük olan imam hatip liselerinin akademik başarı oranını yükselteceği ve bu durumun da şu an tüm zorlamalara rağmen yürümeyen bir projenin yeniden canlanmasının amaçlandığı görülmektedir. Bu durum yukarıda da ifade edilen “hegemonya ve iktidar” bağlamında düşünüldüğünde imam hatip okullarının işlevini ve bu sistemde nereye tekabül ettiğini açığa çıkarmaktadır.

ÖNCEKİ HABER

Berberoğlu davası ne gösteriyor?

SONRAKİ HABER

Değinmeler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa