SSCB'de barınma: Hayal edin, ev sahibi yok, kira 28 lira...
İsmet Doğan Sovyetler Birliği’nde barınma ve konut sorununun nasıl çözüldüğünü yazdı.
İsmet DOĞAN*
Aslında insanların on binlerce yıl boyunca ‘konut sorunu’ olmadı. Ancak, 19. yüzyıl ile birlikte sanayileşmenin artması büyük ölçekli fabrikaların kurulmasına, bu fabrikalardaki işçi gereksinimi de kırdan kentlere büyük göçlerin yaşanmasına sebep oldu. Giderek büyüyen sanayi tesisleri daha fazla işçiye ihtiyaç duyarken, bu bölgelere yığılan işçilerin barınma ve konut sorunu ortaya çıktı.
Günümüzde pek çok ülkede yeterli konut olmaması, var olan konutların fiyatlarının yüksekliği, konut ihtiyacı olanların gelirlerinin yetersizliği konuta erişimi engellemekte. Bu durumda insanlar ya kötü şartlardaki konutlarda ya da kendi yaptıkları, konut özelliği taşımayan derme çatma gecekondularda, hatta sokakta yaşıyor.
Konut sorunu olarak ifade edilen bu olgunun temel nedeni; çalışan sınıfların büyük bir bölümünün kazandığı ücretin konut kirasına yetmemesi ve aldıkları ücret ile uygun şartlardaki konut fiyatları arasında uçurum olmasıdır. Konutun satın alınacak bir meta olarak sunulduğu kapitalist sistemde, bu sorunun ortadan kalkması mümkün değildir.
KONUT TÜM YURTTAŞLARIN HAKKI
Bugünlerde 100. yıl dönümünü kutladığımız Ekim Devrimi ile işçi sınıfının iktidarı ele geçirdiği Sovyetler Birliği’nde ise konut, bir meta olarak değil gelir durumuna bakılmaksızın tüm yurttaşların hakkı olarak nitelendirilmişti.
Sovyetler Birliği Anayasası’nın 6. maddesi; “Toprak, doğal kaynaklar, sular, ormanlar, değirmenler, fabrikalar, madenler, demir yolları, su ve hava taşımacılığı, bankalar, posta, telgraf ve telefon, devletin büyük tarım işletmeleri (devlet çiftlikleri, makine ve traktör istasyonları vd.) ile belediye işletmeleri ve kentlerdeki konut işletmeleri ve sınai bölgeler, devlet mülkiyetidir ve bundan dolayı tüm halka aittir” şeklindeydi.
Sovyetler Birliği bu kanun maddesiyle toprak üzerindeki özel mülkiyeti, dolayısıyla üzerine konut inşa edilen arsaları da ticari meta olmaktan çıkarıp tüm halkın ortak mülkü haline getirmiştir.
Konutu ticari bir meta olmaktan çıkarıp, anayasası aracılığı ile halkın konut hakkını belirleyen ve güvence altına alan dünyadaki ilk devlet olan Sovyetler Birliği, bu hakkı en kısa sürede hayata geçirmek için var gücüyle çalıştı. Sovyet iktidarının konut konusundaki temel prensibi; “Her ailenin, oda sayısı, içinde yaşayan kişi sayısından en az 1 fazla olan konut sahibi olması” idi. Devrimle birlikte bu hedefe ulaşmak için konut politikaları geliştirilerek uygulamaya konuldu.
Çarlık döneminden arta kalan konut stokunun durumu, yaşanabilir standartların çok altındaydı. 180 milyon metrekarelik konut stokunun yüzde 85’i temel gereksinimlerden yoksun tek katlı ahşap kulübelerden oluşuyordu. Sadece yüzde 9’unda su, yüzde 2’sinde kanalizasyon, yüzde 1’inde ısıtma ve yüzde 5’inde elektrik vardı.
İşçi mahallelerinde kişi başına düşen faydalı konut oranı 2-2.5 metrekare idi. Aynı dönemde 100 daireye düşen kişi sayısı Paris’te 270, Berlin ve Viyana’da 400 iken Moskova’da 800, St. Petersburg’da 900 kişiydi.
1908 yılında St. Petersburg’da yapılan bir araştırmaya göre, tekstil işçilerinin sadece yüzde 40’ının ayrı konutu vardı. Yüzde 60’ı koğuşlarda, yan yana dizilmiş yataklarda, iç içe yaşıyorlardı.
1914’te yapılan başka bir araştırmaya göre, Moskova’da büyük sanayi şirketlerine ait koğuşlarda 27 bin odada 300 binden fazla işçi kalıyordu. Bu, 1 odada ortalama 11 kişiden fazla işçinin kaldığı anlamına geliyor.
Aynı tarihte yine Moskova’da burjuvalara ait 5 bin adet geniş ve konforlu ev ve şato ise boş duruyordu.
İKİ SAVAŞ ARASINDA
Devrimin ilk yıllarında hem iç savaş hem de dışarıdan devrime karşı askeri müdahale nedeniyle konut politikalarını hemen hayata geçirmek mümkün olamadı. Barış içinde geçirilen ilk yıl olan 1923’te 1 milyon metrekare konut inşa edildi. Bu tarihten sonra giderek yükselen bir tempo ile konut inşası sürdü.
1923-27 yılları arasında 12.5 milyon metrekare; 1927-31 yılları arasında ise 28.5 milyon metrekare yaşam alanı kuruldu.
Bu arada sadece yeni konutlar inşa edilmiyor, yeni kentler de kuruluyordu. 1926-39 yılları arasında, yani 13 yıl içinde, 213 yeni şehir ve 1323 yeni kent kuruldu.
1923’ten İkinci Dünya Savaşı başlayana kadar, artan bir tempo ile konut üretimi devam etmiş ve 1940’a kadar kentsel konut stoku yüzde 130 oranında artırılmıştı.
Artık el arabası, kürek, tahta iskele değil, gelişen teknolojiye paralel olarak ekskavatör, buldozer, mobil vinç ve daha bir çok makine kullanılıyordu. Eğer savaş olmasaydı 1950’ye kadar her ailenin bir müstakil konuta sahip olması planlanıyordu.
‘20. YÜZYILIN EN BÜYÜK BAŞARISI’
Ancak, İkinci Dünya Savaşı, bu amaca ulaşmasına engel olmakla kalmadı, onu hemen hemen başladığı noktaya geriletti. Resmi rakamlara göre 9 milyonu asker olmak üzere 25 milyondan fazla SSCB vatandaşının hayatını kaybettiği savaşta, işgal edilen ve bombardımana uğrayan bölgelerdeki konutların tamamına yakını kullanılamaz hale geldi. 1710 kasaba, şehir ve kent merkezi ile 70 binden fazla köy yerle bir edildi, 25 milyon insan evsiz kaldı.
Bu sebeple savaştan sonra acil olarak milyonlarca geçici konut inşa edildi. Bu konutlar konfordan ve lüksten uzaktı, çünkü ne konfora harcanacak fazladan 1 ruble ne de zaman vardı. Milyonlarca insan başını sokacak bir ev bekliyordu.
İhtiyacın büyüklüğü ve aciliyeti Sovyet mühendislerini yeni teknolojiler geliştirmeye yöneltti. Bina üretim fabrikaları kurdular. O tarihlerde ABD’deki New York Times gazetesinin “20. yüzyılın en büyük başarısı” olarak nitelediği bu teknolojide konutlar bir konveyör sistemi ile inşa ediliyordu. Fabrikalarda imal edilen prefabrik yapı elemanları, özel taşıyıcı araçlarla şantiyelere getiriliyor ve burada süratle monte edilerek apartman blokları oluşturuluyordu.
Bu yöntem Sovyetlerde konut üretim hızını iki katına çıkardı. Bu sayede, 1951-55 yılları arasında 240 milyon metrekare; 1956-60 arasında ise 474 milyon metrekare konut üretildi. 1950’lerin sonuna gelindiğinde yılda 2 milyon 200 bin konut üretilecek bir hıza ulaşılmıştı.
1970’lere gelindiğinde Sovyetlerde sayıları beş yüzü bulan bina üretim fabrikası vardı artık. 11 milyondan fazla mühendis, teknisyen, kalifiye işçi, 150 bin ekskavatör, 160 bin buldozer, 190 binden fazla mobil vinç sayısına ulaşılmıştı.
ÜLKE ÜRETİLEN KONUT SAYISI (ADET/YIL)
İngiltere 385.000
F. Almanya 395.000
Fransa 455.000
Japonya 1.500.000
ABD 1.500.000
SSCB 2.200.000
RANT İÇİN DEĞİL HALK İÇİN ŞEHİR PLANLAMASI
* Şehir planlarının hazırlanmasında uzmanlar çalışıyordu.
* Kentler, mahalleler oluşturulurken bir arada yaşam ve halkın temel gereksinimlere hızlı ulaşımı gibi kriterler dikkate alınıyor, temel basit mimari kurallar ilke ediniliyordu.
* Tarih ve kültür varlıkları koruma altında idi. Küçük oy hesaplarıyla plansız, devasa gecekondu bölgeleri yaratılmıyordu.
* Her şehirde çok sayıda park ve yeşil alan bulunuyordu.
* Nüfusu 1 milyonu geçen şehirlere metro yapılması şartı vardı.
* Nüfusu 100 bini geçen her şehre tiyatro ve bale binası yapılması da kuraldı.
* Nüfusun şehrin altyapısının kaldıramayacağı kadar artması durumu da yaşanmıyordu. Çünkü sanayi kuruluşlarının ülkenin her tarafına dengeli dağılması sağlanıyordu.
* Proje enstitüleri, inşa edilecek konut modellerini geliştirirken bölgelerin ulusal ve yerel özellikleriyle doğal ve coğrafi faktörleri göz önüne alıyordu. Örneğin Ukrayna’da inşa edilen konutlar bu bölgeye ait malzemeler kullanılarak geleneksel mimariye uygun tasarlanırken, Kazakistan’daki konutlar Kazak gelenekleri ve yöresel malzemeleri ile tasarlanıyordu.
* Taşrada ise ‘Dacha’ adı verilen müstakil, geniş bahçeli, 1-2 katlı binalar yapılıyordu.
KİRA VE MASRAFLAR ÜCRETİN YÜZDE 2’SİNİ GEÇMİYORDU
Mevcut konutların hakkaniyetle dağıtımı çok önemli bir konuydu. Bölgesel ve şehir otoriteleri olan Halk Temsilcileri Sovyetleri konut dağıtımında da baş hakem konumundaydı. Başvuruların aciliyet sırasına göre liste oluşturuluyordu. Asıl hedef olan, her aileye modern gereçlerle donatılmış bir ev sağlanana kadar bu listeleri yapmak mecburiyetti.
Konutlar dağıtılırken tüm şartlar eşitse engelli olmak, savaş gazisi olmak, çok çocuklu olmak gibi durumları öncelik kriteri olarak kabul edilirdi. İkiz çocuk sahibi olmak hemen ev sahibi olmak anlamına geliyordu. Bir bina harap olduğu için yıkıldığında kiracılarına sıra beklemeden yeni ev sağlanırdı.
Konut sahipliği süresizdi ve ebeveynlerden çocuklara geçiyordu. Yetişkinlere erken yaşlarından itibaren ücretsiz konut sağlanıyordu.
Devrimden sonra toprak ve konut üzerindeki özel mülkiyet kaldırıldığı için konutların mülkiyeti değil kullanım hakkı veriliyordu. Karşılığında ise belirli bir kira bedeli alınırdı. Kira bedeli bütün Sovyet kentlerinde aynıydı. Yani konutun Moskova’da ya da Bakü’de olması fark etmiyordu.
Konutların metrekaresi için alınan kira bedeli 14 kopekti. (Rublenin yüzde biri.) Ayrıca kira dışında ‘genel servis giderleri’ adı altında bedel alınırdı. Konutu kullanan kişi başına; gaz kullanımı için 16, elektrik için 4, suyun metre küpü için 4, sıcak su için 50 kopek öderdi. Çöp toplama bedeli ise dairenin metrekaresi başına 6-8 kopekti.
Tüm bu ödemeler toplamda bir ailenin aylık gelirinin yüzde 2’sini geçmezdi. Sovyetlerde en düşük işçi ücreti 125 rubleydi. Yukarıdaki rakamları dört kişilik bir işçi ailesi için hesapladığımızda 1.5-2 ruble civarında kalacağını görürüz. Bu da en düşük işçi ücretinin yüzde 2’sinin bile altındadır.
Bugün ülkemizdeki asgari ücreti baz alarak bir kıyaslama yaparsak; 1400 TL asgari ücret alan bir ailenin 28 TL kira ödemesi gibi bir durumu hayal edin. Hem de elektrik, doğal gaz, sıcak ve soğuk su, çöplerin toplanması hizmetleri dahil...
KAPİTALİZM KONUT SORUNUNU ÇÖZEMEZ
Sovyetler Birliği, Anayasası aracılığı ile halkın konut hakkını güvence altına alan dünyadaki ilk devletti. Ve 1991 yılında sosyalist sistem yıkıldığında bu konuda dünyanın geri kalanı ile karşılaştırılamayacak kadar yol almıştı. 1981 yılına ait bir veriye göre her 10 aileden 8’i bağımsız bir konuta sahipti. Yani ortak konut kullanım yüzde 20’ye gerilemiş, halkın yüzde 80’i ayrı apartman dairesinde yaşar hale gelmişti.
Sosyalist sistemin konutu bir hak olarak belirleyen tespitinin aksine, kapitalist sistemde konut, ulaşılması oldukça zor bir metadır. Hem kira hem de satış bedelleri çok yüksektir.
2007 yılında ABD’de uç veren ve 2008 yılında 158 yıllık dev banka Lehman Brothers’ın batmasıyla tüm dünyayı saran bir ekonomik kriz patlak vermişti. Mortgage krizi olarak bilinen bu kriz, onlarca bankanın batmasına, yüzlerce şirketin iflasına yol açmış, ev sahibi olma hayali kuran binlerce kişi elinde avucunda ne varsa haciz yoluyla kaybetmişti. Hatta İzlanda devlet olarak iflasını açıklamıştı. Bu denli sarsıcı bir krizin kökeninde konutun alınıp satılan, kâr elde edilen bir meta olarak görülmesi vardı.
Bu kârlı ve pahalı metayı yoksullara da pazarlayarak büyük bir piyasa oluşturma oyunu kapitalizmin elinde patlamıştı. Evler satılıyor, ev satıldıkça kredi borçları artıyor, kredi borçları artıkça bu borçlar üzerinden oluşan balon ekonomi büyüyordu. Ta ki emekçiler işsiz kalmaya, borçları ödeyememeye başlayıncaya dek. Kredi kullananlar geri ödemeleri yapamadığında balon patladı ve süreç bir yıkımla sonuçlandı.
Ülkemizde de 2000’li yılların başında başlayan düşük faizli konut kredisi politikası ile insanların konut satın alması teşvik edilmiş, talep patlaması da konut fiyatlarını artırdı. Hükümetin betona ve inşaata verdiği önem nedeniyle özellikle son 5-6 yılda konut inşaatı, talebi ve buna paralel olarak bankalardan çekilen kredi miktarlarında büyük artış yaşandı. Ödeme güçlerinin üzerinde kredi çeken emekçiler, 20-30 yıllık borç yükünün altına girdi.
İnşaat maliyeti 100-150 bin TL’yi bulmayan konutlar, milyonları bulan rakamlara pazarlandı. Örneğin Ağaoğlu’nun Belgrad Ormanı’nı katlederek inşa ettiği Maslak 1453 sitesinde 80 metrekarelik 2+1 bir dairenin fiyatı 700 bin dolar civarındadır. Oysa Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 2017 yılı yapı yaklaşık birim maliyetleri hakkındaki tebliği dikkate alındığında böyle bir dairenin maliyeti 120 bin TL kadardır.
Kapitalizm, 120 bin TL’ye mal edilen bir konutun 23 katı fiyata (700 bin dolara) pazarlandığı sistemdir.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre ülkemizde 2014-16 yılları arasında 2 milyon 221 bin konut inşa edilmiş, bunların 1 milyon 669 bini satılmıştır, 552 bin konut ise satılmadan boş durmaktadır. Bu konutlar boş dururken, yine TÜİK verilerine göre Türkiye’de ailelerin yüzde 38’i konut sahibi değildir.
Milyonlarca konut boş dururken milyonlarca ailenin barınacak yer bulamadığı sistemin adı kapitalizmdir.
Barınma ihtiyacı bir zorunluluktur. Her insan başını sokacağı bir ev ister. Kapitalizm halkın bu mecburiyetini ranta çeviren, sosyalizm ise bu mecburiyeti ortadan kaldırmaya çalışan sistemdir.
Kapitalizm Mortgage ve benzeri krizler yaşamaya mahkumdur ve Lenin’in dediği gibi; “Kapitalist üretim biçimi var olmaya devam ettiği sürece, konut sorununun ya da işçilerin yazgısını etkileyen herhangi bir başka toplumsal sorunun tek başına çözümleneceğini ummak budalalıktır.”
(*) Emek Hareketinden Mühendisler adına