22 Kasım 2017 11:52

‘Elveda proletarya’ diyenlere elveda

Yağız Senem, Arif Koşar'ın Kor Kitap'tan çıkan 'Negri, Sınıf ve Çokluk: Postmodern Özne Arayışının Eleştirisi' kitabını değerlendirdi.

Paylaş

Yağız SENEM

Günümüz kapitalizminin geçmişten tamamen farklı özelliklere haiz bir döneme girdiği, artık her şeyin hizmet biçimini aldığı, bir bilgi toplumunda yaşadığımız, dolayısıyla da sınıf mücadelelerinin söz konusu olamadığı bir toplum tahayyülü anaakım sosyal bilim kitaplarını boydan boya sarmış durumda. Peki bu önermeler dünden bugüne her zaman bu kadar kitlesel kabul görür durumda mıydı? “Yeni çağ”ın hikayesi ne kadar geriye uzanıyor ve nasıl gelişiyor?

1970’lerden itibaren yükselen ve SSCB’nin dağılması ile hegemonik hale gelen postmodern paradigma, neoliberal sağda olduğu kadar muhalif solda da etkisini gösterdi. Bu “yeni” çağın “yeni” özüne ilişkin “yeni” kavram ve kurtarıcılar bulma arayışının yansımalarından birisi İtalyan siyasal kuramcı Antonio Negri. Onun “çokluk” kavramı geniş bir muhalif kesim tarafından bu arayışa önemli bir cevap olarak tarif edildi. Arif Koşar’ın “Negri, Sınıf ve Çokluk: Postmodern Özne Arayışının Eleştirisi” kitabı tam da bu tartışmaya eleştirel bir açıdan iştirak ediyor.

ERMENEKLİ KÖYLÜDEN DÜNYAYA

Ermenekli köylülerinin yaşamlarının birinci ağızdan anlatıldığı giriş bölümünde kapitalist piyasa ilişkilerinin toplumsal yaşamın her alanına egemen olduğu, küçük mülk sahibi sınıfların daralırken ücretlilik halinin genişlediği lokal bir örnekle ortaya konuluyor. Ardından bu lokal örneğin aslında ülke ve dünyanın büyük kısmına bir ayna tuttuğu veriler ile vurgulanıyor. Giriş bölümünde kendini gösteren retorik, sonuç bölümüne kadar akıcılığı ve bütünselliği koruyor.

Girişin ardından birinci bölümde Sovyetler Birliği'ndeki revizyonist çözülme ile birlikte ortaya çıkan avrokomünist etkiyle işçi sınıfının değiştirici gücü konusunda yaşanan umutsuzluğun nasıl bir özne arayışı yarattığı ve bu arayışın düşünsel temelleri anlatılıyor. Tüm bu tarihsel gelişmelerin düşünsel alanda da Marksizmden kopuşa götürdüğü, “Marksizmi Hegelci idealizmden temizleme” kampanyasının yeni bir referans olarak Spinoza’yı öne çıkardığı, “çokluk”un da Spinoza’dan ödünç alınan bir kavram olduğu belirtiliyor. Felsefedeki bu Spinozacı yönelimle birlikte diyalektik reddediliyor ve yerine “ayrılma mantığı” koyuluyor. Koşar, ilgili bölümlerde sadece felsefi temeli betimlemekle kalmıyor, bu temelin dayanaklarını oluşturan hatalara da dikkat çekiyor.

MADDİ OLMAYAN EMEK

İkinci bölümde Negri’nin maddi olmayan emek teorisine ve emek-değer kuramının reddine yoğunlaşılıyor. Negri kuramlarının önemli kısmının vücut bulduğu ve ününü borçlu olduğu “İmparatorluk” kitabında bu emek türünü “Hizmet üretimi sonuçta ortaya maddi ve kalıcı bir mal çıkarmadığından, bu üretimle ilgili emeği maddi-olmayan emek olarak adlandırıyoruz; yani bir hizmet, bir kültürel ürün, bilgi ya da iletişim gibi maddi-olmayan mallar üreten emek” olarak tanımladı. Bu tanım itibariyle kapitalizmin bilişsel-enformasyonel biçimi yeni bir emek tarzı ve dolayısıyla buna uygun yeni bir üretici sınıf ortaya çıkmıştır. Toplumsal ilerleyişin öznesi olan bu sınıf, bilgisayara veri giren personelden garsona, üretim planı yapan teknikerden tüm projeyi denetleyen direktöre kadar çok geniş bir yelpazeyi temsil ediyordu. Bu artık hegemonal emek biçimiydi. İşte bu kavram ve ona yüklenen anlam Negri’nin tüm politik-felsefi önermelerin sosyo-ekonomik temelini oluşturdu. Peki, bu kadar önemli bir kavram hangi temellere dayanarak inşa ediliyordu?

Koşar, kitabın ilgili bölümünde zaten postmodern birçok kavramın etkili olduğu akademide yine bu postmodern önermenin fazlaca sorgulanmadan kabul gördüğünü ve kavramın kendisinin ampirik bir temelden yoksun olduğunu belirtiyor. Veriler ile emeğin gerçekten maddiden maddi olmayan bir biçime dönüşüp dönüşmediğini ve bu biçimin kendisinin hegemonya yaratıp yaratmadığını sorguluyor. Maddi olmayan emeğin emek süreci, toplumsal ilişkiler ve sınıf karşıtlıkları yerine ürünleri ile tanımlamasının yöntemsel bir sorun olduğunu belirterek Negri’nin kuramındaki temel hatalara dikkat çekiyor.

GEZİ, İŞGAL VE İSYAN

Bu yoğun çalışmada aynı zamanda, çokluğun Arap İsyanları, Gezi Direnişi ve İşgal Et eylemlerinin öznesi olduğu iddiası bu kitlenin analizi ile birlikte masaya yatırılıyor. Yakın dönemdeki popüler tartışmalara dokunmasının kitabın ilgi çeken bölümlerinden olduğunu belirtmek gerekir.
Kitap, Negri’nin anlattığı hikayenin, bizim hikayemiz olmadığını tüm yönleriyle açıklayıcı ve akıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Sınıfın üretim ve sömürü ilişkileri üzerinden analiz edilmediği, antagonizmanın iktidar ve tahakküm ilişkileri üzerinden kurulduğu bu liberal ütopyaya, yani “Elveda Proletarya” diyenlere “elveda” demenin vaktinin geldiğini gösteriyor.

Negri, Sınıf ve Çokluk
Postmodern Özne Arayışının Eleştirisi
Arif Koşar
Kor Kitap
İstanbul
Ekim 2017
254 sayfa

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Kaldırımda kafası kesilmiş kedi bulundu

SONRAKİ HABER

Eğitimde Türkiye yine diplerde

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa