3 Aralık 2017 06:19

Fulya ÖZLEM*

Aklı fikir dolu bir adam: Necmi, Bülbül Necmi. İlk uzunçalarını çıkardığında adını kimse bilmiyor Necmi’nin. Ama o kısacık ömründe öyle şeyler yaşamış, öyle büyük şeyler hissetmiş ki, hislerinin imbiğinden geçirdiği sözlerle ve o sözleri okuduğu içli melodilerle herkesin kalbine dokunuyor, herkesin gönül bahçesine konup bülbül gibi şakıyor. “Beni bana terk etme” isimli ilk albümü 1979’da bir milyon satıp, her köşe başında onun sesi yankılanır olunca, bir televizyon programı spikerinin onu anons ederken kendisine taktığı lakapla anılmaya başlıyor: “Ve şimdi huzurlarınızdaaa Necmi Şimal, namıdiğer Bülbül Necmi!”.  Alkışlarla Bülbül Necmi hayatımıza giriyor, baş köşeye oturuyor ve gitmek bilmiyor. Ama ne iyi ediyor!

Çok yaratıcı bir adam bu Necmi. Uzakdoğu’ya seyahate gider, efendim Villa-Lobos dinler, sonra Feyruz dinler, Sabahattin Ali okur, sonra aşık olur, terk edilir, bir bakmışsın on tane şarkı yazmış bir gecede, hepsi de birbirinden güzel. Adamın hisleri zengin, içinden geliyor, hatta taşıyor, durduramazsın... Senin benim ödümüz kopar öyle hisler beslemeye. Hasta olur insan, o kadar sevilir mi? Onun kadar kulağı kapıda bekleyen bir insan görmemişsindir, onu tanısan, beklemek fiilinin anlamı değişir senin için, adamın kulağı, ayak sesi; gözü, yol oluyor, hasretiyle sanki dolmayan boşluğu, kimsesiz sokakları vaftiz edecek, öyle bir beklemek! Vuslat peşinde de değil, o şarkı söyleyerek katediyor giden sevgilinin ardında bıraktığı yolları. Ve böyle yıllar geçiyor. Kazanan biz oluyoruz tabii hep, yani hayranları. Bende bütün plakları, bütün kasetleri, bütün CD’leri var. Bülbül Necmi’nin şarkılarıyla büyüdüm. Çocuklarım da öyle. En büyük zevkimiz, Necmi’nin akranı olan annem, ben ve torunu yaşındaki çocuklarım olarak hep beraber Açık Havada bir Bülbül Necmi konserine gitmek. Üç kuşak hayranıyız, hiç susmasa kabulümüz. 
Çok da geveze adam haaa. Beş kuruş ver başlat, on kuruş ver susturamazsın! Ama dinlemesi keyif veriyor, ezbere bildiğimiz şarkılarının her birinin hikayesini anlatıyor konserlerde, çağdaşı olan diğer sanatçılarla anılarını anlatıyor, eski Türkiye’yi, gençliğini ve ne çok şeyin değiştiğini anlatıyor. 

Sonra bir gün bir konserde çok üşüyor Necmi. Dişleri birbirine vuruyor soğuktan, içi titriyor. O gün sanki Solaris gezegeninde unutulmuş bir hatıra, kalbinde aniden bir trafo inşa edilmiş bir mahalle ya da kış uykusuna yatmış bir vahşi hayvan gibi, birden donup kalıveriyor, hisleriyle bağı kopuyor Necmi’nin. Kalbi sanki kısa devre yapıp durmuş gibi; yaşıyor ama yaşadığını hissetmiyor. Dünyanın birden renkleri solmuş sanki, ne müezzinin yaptığı geçkiler, ne sokak isimleri hiçbir şey dikkatini çekmiyor. Yemek yiyor, uyuyor, işler hallediyor, faturalar ödüyor, arkadaşlarla buluşuyor ama kendi bedeninde bir hayalet gibi. Şarkı yazmaya yelteniyor, hisleri olmadığı için anlatacak bir şeyi de yok, ama deniyor: “Hibernasyon kapsülünden salıversinler beni”. I-ıh, bu hiç olmuyor. Ya şu nasıl: “Kardan adam gibiyim, erit beni güzelim”? Feci!  
Sadece beste yapamamak, şiir yazamamak değil sorunu. Ağzını bıçak açmıyor ki şarkı söylesin. Yılların Bülbül Necmi’si, derin bir sessizliğin içine gömülmüş... Oysa hem hayranları ondan yeni şarkılar bekliyor, hem de plak şirketi ile yaptığı bol sıfırlı sözleşmede beş yıl içerisinde iki albüm sözü var. İki ay sonra arayıp kibarca boğazına yapışacak olan ızbandutlara, “Ruhum üşüdüğünden çalışamıyorum” demek “Beni uzaylılar kaçırdı” demek gibi bir şey, affetmezler, başı büyük belada! Hem artık yazamadığı bir duyulursa, kına yakacağını bildiği onlarcasının ağzına sakız olmak da istemiyor.

Aklı, fikir dolu bir adam Necmi. John Cage yapar da o yapamaz mı? 

Geçen hafta sahil yolu boyunca reklam panolarında gördüm afişini: “Necmi Şimal’in son albümü Dut Yemiş Bülbül çıktı, aldınız mı? Dut Yemiş Bülbül, 22 Kasım’dan itibaren tüm müzik mağazalarında ve dijital mağazalarda!“

Durur muyum, koşa koşa gittim aldım. Ailecek oturup dinledik, bence en güzel albümü bu olmuş, bayıldık vallahi. Keşke bütün sanatçılar böyle samimi olsa, böyle hayatının en hususi ve aynı zamanda sıradan tecrübelerini hayranlarıyla paylaşsa. Gerçi, onun dinlediğim ilk albümü bu olsa, “Ne bu yahu, bu adam bizimle kafa mı buluyor?​” der, adını bir daha duymak istemezdim. Ama hayatım boyunca bütün duygularımı en yüceltilmiş haliyle, onun sesinden, sanki beni anlatıyormuşçasına dinledikten sonra, şimdi düşünüyorum da Bülbül Necmi, bu son albümünde sessizliğiyle de çığır açmış. O susmuş, ilk şarkıda -uyanış- çalar saatinin dijital alarmı konuşmuş: dıııt dıııt dıııt dııııt! İkinci şarkıda -temizlik prelüdü- sifon ve sonra Necmi’nin yorgun yüzüne çarptığı suların şapırtısı nasıl da ahenkli! Üçüncü şarkıda -merhaba dünya!- öğle ezanına eşlik eden trafik gürültüsü modernle gelenekselin iç içe geçmişliğiyle buluşturuyor dinleyiciyi, hakikaten progresif! Favorim yedinci şarkı –Mısır çiftetellisi-, orada “şışışışışı-pop! Pop! Pop!” diye patlayan mısırlar o kadar şahane bir akustikle kaydedilmiş ki, az sonra Necmi’yle bütünleşecek olan o mısırlarla birlikte kalkıp benim de oynayasım geliyor. Son şarkı ise ritmik yapısı sağlam bir Blues -geceyi üstüme ört-, önce bir ilaç tabletinin kutusundan çıkarıldığı, bir bardağa su koyulduğu ve lıkır lıkır içildiği doğaçlama bir solonun ardından şarkı giriyor: Necmi’nin uykusunda aldığı nefesler, bir şekilde onun yükselip alçalan göbeğinden gelen ıslıklar, horultular, çaydanlık fokurtusu benzeri farklı tınılar, ıssız bir istasyondan geçen bir trenin yaklaşıp uzaklaşan biteviye ritmini andırıyor. Dut Yemiş Bülbül, hiç ses çıkarmadan, ufukta gözden kayboluyor.

* Müzisyen-Yazar

Evrensel'i Takip Et