10 Aralık 2017 00:15

Zelal Ayman: Cinsiyetsiz insan hakları, sorunlu ve yetersiz

Dünya İnsan Hakları Günü vesilesiyle buluştuğumuz Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı Koordinatörü Zelal Ayman ile kadının insan haklarını konuştuk.

Paylaş

Elif Ekin SALTIK 

Bugün Dünya İnsan Hakları Günü. İnsan hakkı kadın-erkek bütün bireyleri kapsaması gereken bir hak. Eşit ve özgür yaşama hakkı diyebileceğimiz bu temel haklar, vazgeçilemez ve değiştirilemez haklar. Ancak yasaların gerektiği gibi uygulanmadığı ve hakların yeterince korunmadığı gerçeği de karşımızda. Bir gerçek daha var ki bu da kadınların sırf kadın oldukları için gördükleri hak ihlalleri. 

İşte 1993 yılında kurulan Kadın İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği (KİH-YÇ), kadının insan haklarını geliştirmek amacı taşıyor. KİH-YÇ adını, aynı yıl Viyana’da yapılan Dünya İnsan Hakları Konferansında kadın haklarının insan hakları olarak tanımlanmasından alıyor. 1995 yılından beri Türkiye’nin dört yanında on beş bin katılımcıyla Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı’nı (KİHEP) sürdürüyor. 

İnsan Hakları Günü vesilesiyle bir araya geldiğimiz KİHEP Koordinatörü Zelal Ayman’la, kadının insan haklarını konuştuk.

İnsan hakkı kavramı kadın ya da erkek dünyada yaşayan tüm insanları kapsıyor. Ancak kadının insan hakları dediğimiz zaman başka bir şey tarif etmemiz gerekiyor. Neden kadının insan hakları diyoruz?

İnsan hakları çok geniş bir kavram. Kadınların tüm insan hakkı söylemlerine rağmen ikincilleştirilmesi, haklarını yerinde ve yeterince kullanamıyor olmaları ya da haklarının olmaması dünyada kadın hareketinin güçlenmesiyle öne çıkmış ve BM’ye “Siz insan hakları diyorsunuz, ama kadın hakları diye de bir şey var. Kadının insan hakları var” demeye başlanmış. İşte bütün bu söylem, tartışma, talepler; aynı zamanda devletlerin de bu noktaya geliyor olması sebebiyle BM’nin 1975 yılını Dünya Kadın Yılı ilan etmesiyle sonuçlandı. Bu tarihsel olarak bir dönüm noktası oldu, fakat yeterli gelmedi. 1985’e kadar uzayan süreçte küresel düzeyde kadınlar güçlendi; dayanışma, birlikte hareket etme olanakları doğdu.

Viyana’da 1993 yılında yapılan Dünya İnsan Hakları Konferansında “kadının insan hakları” kavramı kabul edildi. BM’nin insan hakları beyannamesine bakarsak kadın perspektifi zayıftır; kadınlara özel, kadınlara dönük, spesifik haklar tanınmaz. Cinsiyetsiz bir insan tanımı vardır. İşte tam da bu nedenlerle, kadınların sırf kadın oldukları için gördükleri ihlallerinin 2017 yılında dahi devam etmesi nedeniyle, biz bu kavramı kullanmaya devam ediyoruz. Kadınların insan olarak kabul edilmediği çokça coğrafya, kültür var. Dönüşüm çok yavaş. Bu nedenle de kadının insan hakları kavramına ihtiyaç duyuyoruz.

AKP Hükümetlerinin işbaşında bulunduğu 15 yılı değerlendirdiğimizde kadınların insan hakları açısından nasıl bir tablo çıkıyor karşımıza? 

Çok kötü bir tablo var karşımızda. Birkaç yönüyle bakmak istiyorum; 2000’ler Türkiye’de kadın hareketinin çok yükseldiği ve ortak mücadele konusunda güçlü olduğu bir dönemdi. 1990’lardan itibaren daha çok kadına yönelik şiddetle ilgili ortaklaşılmış, eylem platformları geliştirilmiş, kadın örgütleri kurulmuştu. 2000’lere gelindiğinde artık kadın örgütlerinin sayısı artmış, platformlar gelişmişti. 1998’de 4320 sayılı Ailenin Korunması Kanunu çıkarılmıştı, bizim de büyük mücadelemizle. 2000’lerde artık medeni yasa kampanyasını yapıyorduk; ki o daha bitmeden Türk Ceza Kanunu kampanyasında aktif yer aldık. Platformlar şeklinde 100’lerce kadın örgütünün bileşen olduğu, Türkiye çapında kampanyalar yapabildik. Bunlar çok önemliydi. 

AB süreci gibi dış faktörler de vardı. AKP yeni gelmişti, bir rüzgar estirmeye çalışıyordu. Bunu kullanarak stratejimizi ‘Mevcut hakları geliştirmeliyiz’, ‘Eksik hakları alabilmeliyiz’, ‘Bu hakları kullanabilmeliyiz’ üzerine kurmuştuk. 

AKP’yi değerlendirirken öncesini de düşünmeliyiz. Bütün iktidarları birlikte değerlendirmek gerekir. İktidarların hepsi erkek egemendir. Örneğin 1998 yılına kadar kadına yönelik şiddetle ilgili bir yasa olmaması utanç verici. Üstüne üstlük çıkan yasaya, yasa demek de çok zordu; son derece güdüktü. Ve 1998’den 2012 yılına kadar tam 14 yıl beklemek zorunda kaldık. Dolayısıyla bugün yaşananların hem AKP ile hem de önceki hükümetlerle ilgisi var. 

AKP çok güçlü olduğu için, tek başına iktidar oluyor. Yüzde 50 arkasında, kendi önüne koyduğu programı uygulamaya başladı. Bu kadar güçlü gelmiş ve kendi ideolojisi olan bir yapının kadınlara yönelmeyeceğini, kadın haklarıyla ilgili özel şeyler yapmayacağını düşünmüyorum. Çünkü kadınlar ataerkinin devam ettirilmesinde ana figürdür; çocukları onlar doğurur, büyütür vs... Nüfus politikasından ekonomi politikalarına kadar kadınlar üzerinden planlama yapıp geliştirirler. 

Tüm bu süreçte AKP her zaman ‘Kadın erkek-eşit değildir’ söylemini öne çıkardı. Aynı zihniyetin devamı mı bu?

Evet, 2010 yılında AKP “Kadın erkek eşit değildir” söylemini açıkça ifade etmeye başladı. 2011’de Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığını kapattı. Dar gelirli, daha kırsal alanda yaşayan, şehirde kenar mahallelerde yaşayan toplum merkezlerini dönüştürmeye, kapatmaya başladı. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunu kapattı. Bakanlığın bünyesinde kadını ailenin içine boğacak başka daire başkanlıkları kurmaya başladı. Sosyal politikayla ilgili bakanlık tabii ki kursun; ama kadının ailenin kenarına iliştirilmesi, kadın lafının geçmemesi onları anlatan bir şey. Bunların olacağını biliyorduk. Dindar, muhafazakar, kapitalist, liberal bir iktidar bir şekilde bunları yapacaktı. Biz burada ne yapmalıyız peki dersek, yüz yıl önceki mücadele çizgisine gelip “Eşitiz” dememiz gerekiyor. Bu çok geri belki evet, ama bunu söylemek zorundayız.

ÖNCEKİ HABER

Birleşik Metal-İş üyesi işçiler: Grev komiteleri kurulmalı

SONRAKİ HABER

O belgelerde işçi Ayşe’nin adı yok

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa