Ecce Homo, Minero ve Kudüs
Tevfik Taş, Antonio Ciseri'nin Ecce Homo, Jacobo Tintoretto'nun The Crucifixion ve Marc Chagall'ın La Mariée resimlerini ve Kudüs'ü yazdı.
Tevfik TAŞ
Ressam Ceseri’nin tablosunda, karşı balkondan bakanlara değil de, aşağıda bizim bir leke olarak gördüğümüz yığına sesleniyor vali:
“Eco Homo / İşte İnsan!”
Ciseri, Hazreti İsa’nın çarmıha gerilmeden önceki halini, asıl kahramanlarının yüzlerini saklayarak gösterir bize. Başında dikenli tacıyla İsa, kalabalığa bağıran vali ve İsa, kendisini “Yahudilerin kralı ilan ettiği” gerekçesiyle ayaklanmış, ölüm isteyen kalabalık.
Bugün, Kudüs’e baktığımızda bundan daha çoğunu gördüğümüzü söyleyebilecek durumda değiliz. Kudüs, İsa’nın idamından ötürü asırlar boyunca Hristiyanlarla Yahudiler arasındaki ayrılıkların da zeminiydi. Bu zemin, iki kesimi ne daha fazla ayırdı, ne de birleştirdi.
Dünya edebiyatının önde gelen İsrailli yazarlarından Etgar Keret; 2014 yılında Gazze’de ve Kudüs’te meydana gelen ölümlere karşı tavrını bir kez daha açıklarken yanına oğlunu alıyor ve bize şunları söylüyordu: “Sekiz yaşındaki oğlum birkaç ay önce Tevrat çalışmalarının başlangıcını kutlamak için sınıftaki bütün öğrencilere birer Tevrat hediye edilen bir törene katıldı. Törenin sonunda çocuklar sahneye çıkıp barış özlemine -başka ne olabilir?- dair popüler bir şarkı söylediler. Tanrı Sana Bir Armağan Verdi adındaki, sözleri David Halfon’a ait şarkının sonunda çocuklar Tanrı’dan onlara sadece küçük bir armağan vermesini dilediler: Dünyada barış.”
Ne var ki Kudüs bugün de yalnızca Filistinlilerin ve İsraillilerin birbirini boğazladıkları kutsal toprak değil, İslamiyet, Yahudilik ve Hristiyanlık alanlarının söz çırpıntılarıyla dünyaya burada “bir boğazlaşmanın daim olacağı” tehdidini püskürtüyorlar. Savaşla ilişkili bütün kesimlerin yüzü bulanık ve savaşı durdurabilecek insan toplulukları buğulu bir leke gibi duruyor...
Yahudilerin törenlerinde yaktıkları şamdanlarına “Menora” diyoruz. Musa’nın Sina Dağı’nda gördüğü yanan çalıyı simgeliyor. Boyu, ortalama bir insan boyu veya biraz daha uzun, ortadaki merkez kolun iki yanında üçer kol daha olan Menora’nın, kollarının başlıklarında badem çiçeği biçiminde içleri saf zeytinyağı ile dolu kaseler bulunuyor. Bütün bu yapıya birçok sembolik anlam yükleniyor. Öne çıkanlardan biri “Daimi Işık”tır. Tanrı yeri ve göğü yarattıktan sonra ilk olarak “Yei Or - Işık olsun” demiştir.
Keret, bir anısını anlatıyor:
“İki yıl kadar önce, Haaretz gazetesinin başlattığı bir yazarlar projesi kapsamında, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile bir röportaj yaptım. O röportajda Netanyahu’ya Ortadoğu sorununu çözmek için ne yaptığını sordum. Netanyahu uzun bir yanıt verdi, İran tehdidinden ve bölgedeki diğer hükümetlerin istikrarsızlığından söz etti. Ne var ki, neredeyse çocukça bir ısrarla soruma yanıt vermesi için diretince, sorunu çözmek için hiçbir şey yapmadığını, çünkü sorunun çözümü olmadığını itiraf etti.”
“Daimi Işık” kendi dibini değil sadece, içinde Menora’sını açtığı tüm coğrafyanın dibini karanlıkta bırakıyor.
Filistinlilere “Ele geçme şartıyla, İsyan etmek” armağan ediliyor uzun yıllardır. Daha da beteri bugün hiç kimse sahici bir barıştan söz edemiyor. Kudüs’ün bütün dünyada İsrail’in başkenti olarak gayriresmi, ama meşru işlem gördüğü saklanacak şey değil. Oysa orada yaşayan İbraniler ve Araplar başta olmak üzere ortak bir başkente dönüşebilir.
Lakin Keret, Netanyahu’nun izlediği politikaları anlatırken benden de karamsar: “Savaşta özel muharebe birliğinde türlü engelle yüzleşmiş ve pek çok kahramanlık sergilemiş eski subay Netanyahu, barış söz konusu olduğunda oğlum ve oğlumun sınıf arkadaşları gibi düşünüyordu demek. Başbakanımın ya da ikinci sınıf öğrencilerinin canlarını sıkmak istemem, fakat Tanrı’nın yakın gelecekte bize barışı sunmayacağına dair güçlü bir sezgim var; barışa kavuşmak istiyorsak çaba göstermek zorundayız. Barış ne bize ne de Filistinlilere karşılıksız bir armağan olarak sunulacak. Barış, tanım olarak, tarafların karşılıklı ödün vermesi anlamına gelir ve böyle bir durumda iki tarafın da gerçek ve ağır bedeller ödemesi kaçınılmazdır; sadece toprak ya da para olarak değil, dünya görüşünde de esaslı bir değişikliğe giderek.”
Ressam Tintoretto, “The Crucifixion / Çarmıha Geriliş” tablosunda Hazreti İsa’yı, tek başına değil de iki hırsızla birlikte çarmıha gerilmiş olarak gösterir. Öykü, İncil’in kimi yazımlarında yok, kimisinde var. İsa’nın solundaki hırsız şöyle anlatılıyor:
“Çarmıha asılan suçlulardan biri, “Sen Mesih değil misin? Haydi, kendini de bizi de kurtar!” diye küfretti.
Öteki hırsız:
“Sende Tanrı korkusu da mı yok?” diye karşılık verdi. “Sen de aynı cezayı çekiyorsun. Nitekim biz haklı olarak cezalandırılıyor, yaptıklarımızın karşılığını alıyoruz. Oysa bu adam hiçbir kötülük yapmadı.” Sonra, “Ey İsa, kendi egemenliğine girdiğinde beni an” dedi.
İsa ona: “Sana doğrusunu söyleyeyim, sen bugün benimle birlikte cennette olacaksın” dedi.
İkinci hırsız cennete girmiş bir aziz sayılıyor. Pek çok yerde gördüğümüz Dismas, heykelleri bize bu öyküyle geliyor.
Tintoretto’nun “Çarmıha Geriliş” eserine iyi bakın derim muazzam bir sahnedir bu, günümüz sinemasının milyarlarca bütçeyle yapması zor, dehşetli bir harekettir.
Ortadoğu, uzun yıllardır hem pornografik bir figür olarak tövbekar hırsızı; hem de kendisi de çarmıhtayken çarmıhta olan ötekine ağzını gaddarca açan öteki hırsızı besliyor. Bütün bunlar, dinlerin “kutsal ışığı,” ve “şefaati,” bünyesinde büyüyor.
Bu tür yazılarda beklenti “çok kültürlülük” kavramıyla bağlansın istenir. Aklı başında olan herkes bugün bu kavramdan uzak durmalı. Havra, cami, kilise yan yana karşı karşıya olduğunda bu çok kültürlülük değil; tam tersine tek bir kültürün: Din üzerinde devlet yapma ve savaş kültürünün bileşenleri oluyor.
Marc Chagall; soykırımların içinden sıyrılan Yahudi halkının efsanelerine bakarak yeryüzüne büyük çiçeklenmeler armağan etti. İmkansızlık içinde çıkacak aşkı, buluşmaları söyledi. Savaşın ve yoksulluğun imkansızlığı, insanın insana dayattığı imkansızlık... Bütün bunların içinde nasıl sağlam bir imkan olduğunu yeniden düşündük Chagall’la.
Keret’in barış mücadelesi verdiği topraklarda bir yazar daha vardı: Sayed Kashua. Kitapları 20’ye yakın dilin çok satarları arasında. Kashua Arap. Ancak bütün kitaplarını İbranice yazdı, çocukları İbranice okudu.
Ne var ki, yazdıklarından ötürü tehdit altındaydı. Uzun bukleli saçları, sadece beyaz gömlekleri, siyah pantolonları ve özel şapkalarıyla birbirlerini tanıyan ırkçı Yahudiler, Kashua’yı öldürmekle, kızını kaçırmakla korkutmaya çalışıyorlardı. Başardılar da. Kashua, Kudüs’ü terk ederken küçük kızına “Irkçılık olduğu sürece, ben ne kadar iyi bir yazar olursam olayım. Sen ne denli iyi bir öğrenci olursan ol; Onlar için daima Arap’sın.”
Kızı: “Baba, ben bunu uzun zamandır biliyorum.”
Biz, Keret’in ve oğlunun, Kashua’nın ve kızının bütün acı süreçlerin içinde buluşabildiği yere çok kültürlülük diyebiliriz belki... Brecht’ten ödünç alıp bitireceğim: Buluşabilirse ışığa çıkanlar.
Ciseri:
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/4/45/Antonio_Ciseri_Ecce_Homo.png
Tintoretto:
https://cartesensibili.files.wordpress.com/2014/12/la-crocifissione.jpg
Chagall:
http://transformatorio.us/la-mari-e-marc-chagall.html#