Bir kimlik arayışı: Look at me!
Ercüment Akdeniz, Pera Müzesi'nin ev sahipliği yaptığı 'Look at me!' sergisini yazdı.
Ercüment AKDENİZ
İstanbul
Pera Müzesi ilginç bir sergiye daha ev sahipliği yapıyor. Serginin adı “Look at me!” yani “Bana Bak!”. La Caixa sergisinden bolca portre ve kurmacanın yer aldığı sergideki eserler, ortak bir merakın izini sürüyor: Kimim ben? Merakın bir ucu sanatçıların iç dünyasına diğer ucu da toplumsal kimlik sorgulamasına uzanıyor.
Açılışı 7 Aralık’ta yapılan sergi 4 Mart’a kadar açık olacak. Sergiye gidecek sanatseverler toplam 22 sanatçının eserleriyle karşılaşacaklar. Yaratıcı kurgunun dorukta olduğu sergi, içinde birbirinden ilginç oyunların olduğu kurmacalarla izleyiciyi hem düşünmeye zorluyor hem de zihni sürekli canlı tutmayı başarıyor. Benim seçkimde 4 eser var. Kanımca bu 4 eser serginin ana konseptini de yansıtıyor.
KİMLİK, KÖK VE KÖKSÜZLÜK
Pedro Mora’nın soğuk seramik parçalarını bir araya getirerek yaptığı eserin adı: Amber Smoot. Neden mi Amber Smoot? Çünkü o Newyork’ta yaşayan Afro-Japon bir kız. Eser de onun portresi. Mora, genç kızın portresi üzerinden ırksal çeşitliliğe dikkat çekiyor. Mozaik tekniği ile yapılmış eserdeki her seramik parçası ayrı bir renge sahip ve bu renkler izleyiciyi gen haritalarında yolculuğa çıkarıyor. Mora ırksal heterojenliğin bir köksüzlük olmadığını, tersine, istikrarsız çağdaş kimliğin bir tezahürü olduğunu anlatıyor. Dolayısıyla izleyici, karşısında ırkçılığı sorgulayan bir tablo ile karşılaşıyor. Bununla birlikte kimlik sorgulaması bir yerde eksik kalıyor. USA üniforması giymiş, Ortadoğu ya da Asya’ya işgale giden Afro-Japon ya da Afro-Amerikalı askerleri nereye koyacağımız orta yerde duruyor örneğin. Ya da Amerikan borsalarında at koşturan Afro-Japonlarla, her gün emek gücü çalınan Afro-Japon, Afro-Hispanik işçileri nereye koyacağımız da aynı şekilde.
DUMAS’IN PEYGAMBERİ
Yukarıdaki tartışmaya en iyi yanıtı kanımca Marlene Dumas’a ait o güçlü tablo veriyor: Peygamber. Çünkü Irak işgalinde nerdeyse bombalanmadık yer bırakmayan, 1 milyon kişinin ölümüne neden olan ve tarihi müzeleri bile yağmaya açan Neoconların karşısına en son Dumas’ın ‘Peygamber’i çıkıyor. Marlene Dumas’ın sanatı samimi ve bir o kadar kışkırtıcı. Zulüm karşısında ceketini açarak meydan okuyan ‘peygamber’, Bağdat’ta psikiyatri kliniğinde yatan bir hastadan başkası değil oysa! Gözlerindeki masum ve kutsanmış bakış ise sanki şöyle diyor: “Kimdir deli? Ben mi yoksa elinde Amerikan silahı tutan sen mi?”
YÜZ-GÖZ VE GEÇİŞKEN BAKIŞ
Gillian Wearing’in fotoğraflar dizisi de oldukça ilginç bir çalışma. Aslında kurgu son derece basit ama bir o kadar yaratıcı. En yakın aile üyelerinin yüzlerine kendi gözlerini yerleştirmiş sanatçı. Bunun için uzmanlarla bir araya gelerek maskeler çalışmış. Wearing böylece farklı yaş ve kuşaktan aile bireylerinin yüz ifadelerinde kendi psikolojik gerilimlerini aramaya çalışmış. Zorlayana toplumsal-kültürel izler bulmak da mümkün tabii bu eserde.
Wearing’in çalışmasını andıran bir başka eser de Hablützel’e ait. Eser’in adı: “1962-1929”.
Stafan Hablützel bu heykel çalışmasında babasını ve büyükbabasını buluşturmuş. Her iki karakteri de 31 yaşlarındaki halleriyle bir araya getirmiş. Kendisi ile ortaya çıkan üçleme, gerçeklikle kurmaca dünya arasına ilginç bir boyut kazandırmış.
Bu arada şu bilgi notunu da ekleyelim: Sergiye gidecekler yine Pera Müzesinde dünyaca ünlü Mimar Louis Khan’ın tasarımlarını ve elbette her zaman olduğu gibi Osman Hamdi Bey resimlerini de görebilirler; özellikle de Kaplumbağa Terbiyecisi’ni.