Liberalizmin zaferi mi?
Liberalizm, kendisini medya aracılığıyla, verdiğimiz örneklerde olduğu gibi söylemlerle var etmeye çalışıyor.
Hande KÖSE
Atilla YARDAŞ
Hacettepe Üniversitesi
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve devamında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ABD’nin zafer kazandığı ve dünyanın artık tek kutuplu bir hâl aldığı anlayışı giderek yaygınlaşmıştır. Bu anlayışla paralellik göstererek yeni dünya düzeninin kurulduğu, liberaller tarafından ilan edilmiştir. Yeni dünya düzeni dedikleri düzen, küreselleşmeyle birlikte kendisini tek tipleştirme politikaları şeklinde var etmeye çalışmaktadır. ABD’nin başını çektiği kapitalistlerin sömürgeci yaklaşımları bu durumu açıklamaktadır.
“TARİHİN SONU” MU?
Francis Fukuyama “Tarihin Sonu” adlı tezinde sadece savaş sonrası dünya tarihinin sona erdiğine değil, insanlığın ideolojik evriminin de son noktasına ulaştığına ve Batılı liberal demokrasinin evrenselleşmesi anlamında tarihin sonuna vurgu yapar. Liberalizmin zaferinin gerçekleştiğini öne sürer. Ancak bunu ileri sürmek tarihsel materyalizme aykırıdır. Küreselleşen dünya ile artık sınıfların “karmaşıklaştığı”, işçi sınıfının yok olarak kimlik mücadelelerinin öne çıktığı anlayışı, sınıf mücadelelerinin yok olduğu anlayışının temelini oluşturmaktadır. Özellikle yine Fukuyama bu tezini temellendirirken, ABD’nin “eşitlikçi” yapısının sınıf mücadelelerinin önüne geçtiğini vurgular. Ancak liberalizmin her alanda zafer kazanacağını söylerken kapitalizmin kendi iç çelişkilerini görmezden gelmemek gerekir. Öyle ki kapitalizm kendini yeniden üretirken iç çelişkilerini de beraberinde getirmekte ve bu çelişkilerle aslında kendi sonunu yaratmaktadır. Özellikle ABD’nin kapitalist politikalar ile yürüttüğü Lenin’in ifadesiyle de kapitalizmin en yüksek aşaması olarak emperyalizm, kendi sonunu hazırlamaktadır. Lenin’e göre genel olarak kapitalizm giderek büyür fakat bu büyüme, yalnızca giderek bir dengesizlik kazanmakla kalmamaktadır. Bu dengesizlik, sermaye gücü en yüksek ülkelerin çürümesinde kendisini göstermektedir. Dünyada zafer kazandığına inanılan liberalizm, can çekiştiğinde çareyi antikomünist propaganda yapmakta bulmaktadır ancak başarısız olduğunu sınıf mücadelelerine ve gençlik hareketine bakarak söylemek mümkündür.
ÜLKEMİZDE ETKİLERİ
Türkiye’nin Soğuk Savaş’tan sonra ABD ile yakınlaşmasının temel sebepleri, güvenlik ihtiyacı ve ideolojik kaygılar olarak gösterilebilmektedir. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren gerek “halkçılık” politikalarıyla gerek medya organlarıyla yaygınlaştırılmaya çalışılan antikomünist ideoloji, zamanla Türkiye’de kendisini daha güçlü var etmekteydi. 1960’lı yıllarda sol kesimlere düzenlenen “cadı avı”, DTCF olayları, muhalif yayın yapan dergi ve gazetelere getirilen yasaklarla sonuçlandı. Bu dönemde sol düşünce adına söylenen her söz “Moskofçu” şeklinde damgalanmakta, “Komünistler Moskova’ya!” sloganları her yerde yankılanmaktaydı. 1970’li yıllara gelindiğiyse 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası ile birlikte birçok komünist aydın, öğrenci tutuklanmış; 1972 yılında Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam edilmişti. Antikomünist propaganda yapmak amacıyla birçok farklı kitapçık bastırılıp halka dağıtılmaktaydı. Bu kitapçıklarda, “"Komünizm, Allah'ı bulamayan, mülkiyet tanımayan ve tatbikatıyla insanları köle gibi kullanan ilkel bir rejimdir.” gibi sözler bulunmaktaydı. Burada da görülebileceği gibi, antikomünizm propagandası özel mülkiyetçi -genel anlamda liberal- söylemler ile sağlanmaktaydı. 1974 yılında dönemin başbakanı Bülent Ecevit antikomünist politikaların gerekliliğini şu cümleleriyle ifade etmekteydi: “…ve demokrasiye inananlar için, komünizmle özgürlükçü demokrasinin bir arada yürüyemeyeceğini, bizim gibi düşünenler için, bu komünizm tehlikesini önlemek gereklidir. Ama nasıl komünizm, beynelmilel komünizm tek değilse, komünizmi önlemenin yolları da tek değildir. Bunun bir yolunu Demirel idaresi 12 Marttan önce denedi, başarılı olamadı. Şimdi biz başka bir yol deneyeceğiz arkadaşlar.”
SINIF KARŞITI SÖYLEMLER DEVAM EDİYOR
Günümüzde de antikomünist propagandanın artarak devam ettiğini görebilmekteyiz. AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemlerinde ve partisinin uygulamalarında, komünizm düşmanlığı net şekilde görülebilmektedir. Örneğin Erdoğan’ın “Yıllarca havalimanı dendi, bunlar 'istemezük' dedi. Kim bunlar? Komünistler, komünistler. Bu komünistler, sol görüşlüler vatansever değildir.” Söylemi komünistleri öteki ilan ederek halk içinde ayrışma yaratma çabalarının ve komünizmin “tehlikesine” vurgu yapmalarının işaretidir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi liberalizm, kendisini medya aracılığıyla, yukarıda verdiğimiz örneklerde olduğu gibi söylemlerle var etmeye çalışıyor. Tek tipleştirme politikalarıyla burjuva düzenini dayatmak istiyor. Ancak unutmamak gerekir ki sınıf mücadelelerini yok saymak tarihi yok saymaktır. Kapitalizm var oldukça sınıf mücadeleleri de var olacaktır. 15-16 Haziran Direnişi, 1986 Netaş Grevi, 2009 yılındaki TEKEL işçilerinin direnişi, 2015 yılındaki Metal işçilerinin direnişi ve daha sayamadığımız birçok grev ve direniş işçi sınıfının tarihini yazmaya -ve tarih yapmaya- devam ettiğinin göstergesidir.
Kaynaklar:
Lenin, Vladimir I, 2000, “Kapitalizmin En Yüksek Aşaması – Emperyalizm”, İstanbul: Evrensel Basım Yayın
Önenerk, Özge, 2016, “Zafer Gazetesi’nde Yer Alan Tefrika Romanlar ve Kimlik İnşası: Batılılaşma, Antikomünizm, Antifaşizm”, V. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi – Bildiriler Kitabı IV, ss.101-119
Fukuyama, Francis, 2006, “Tarihin Sonu Mu?”, Ankara: İmge Kitabevi