05 Ocak 2018 13:45

Dr. Elif Çongur: Sen büyüksün Yaşar Usta, sen

'Türkiye sinemasının en sahici, en inandırıcı işçi profilini çizmenin şanı Türkiye tiyatro ve sinemasının büyük emekçisi Münir Özkul’a nasip olur'

Paylaş

Dr. Elif ÇONGUR*

Türkiye sinemasında işçi filmlerinin sayıca azlığı ve iyi niyetle çekilen, halktan yana olduğu için sahiplenilen, sevilen birçok filmin de sinema sanatının ölçütlerinden yoksun olduğu meselesi sinema tarihçilerinin tartışageldiği bir konudur. Bu yazı, bu ve benzeri saptamalardan, tartışmalardan, sinemasal ölçütlerden azade; Yaşar Usta’yı var eden Bizim Aile filminin ve elbet Yaşar Usta’ya can veren Münir Özkul’un halkı kucaklamayı başarmış eşsiz karşılığının izini sürmeye çalışacak.

1975 yılında çekilen, yapımcılığını Arzu Film’in, senaristliğini Sadık Şendil’in, yönetmenliğini Ergin Orbey’in üstlendiği Bizim Aile, Türkiye sinema seyircisi için tekrarı mümkün olmayan karşılıklar yaratan filmlerden biri, belki de en önemlisidir. Çekildiği ve gösterildiği yıllardan bu yana geçen kırk küsur yıl içinde, seyircide yarattığı etkiyi kaybetmek bir tarafa, güzel günlere adanmış bir film haline dönüşerek ortak bilinçaltımıza kazınmıştır. Geniş kitlelerce defalarca seyredilen, neredeyse tüm sahneleri ezbere bilinen, tüm replikleri oyunculardan önce söylenen ve dolayısıyla kendi seyredilme biçimini yaratmış, “buralı” bir filmdir.

Bizim Aile, birkaç kuşağı aynı tanıdık bağlarla kucaklamayı başarır. Filmi bir tür samimiyet çağı masalı olmanın ötesine taşıyan damar elbette “emek” kavramıyla açıklanabilir. Evlilik bağı ile bir arada yaşamak zorunda kalan çocuklar, kardeş olmak için karındaş olmak gerekmediğini ancak karşılıklı emek verdiklerinde öğrenirler.  Küçük Tuncay’ın ağzından “anne” sözcüğünü döktüren Melek Hanım’ın emeğidir. Alev ve Ferit’in aşkını “zengin kız fakir oğlan” klişesinden kurtaran da verdikleri emektir.  Yaşar Usta’yı Türkiye sinemasının unutulmaz işçisi yapan, patronun karşısında dimdik konuşturan, emeğinden aldığı güçten, yaratmanın gücünden başka bir şey değildir. Yaşar Usta’nın evlerinden atıldıkları günün sabahı “Böyle bir günde işe mi gidilir?​” sorusuna verdiği “Esas böyle bir günde işe gidilir!” yanıtı mülksüzlerin sermayeye yanıtı gibidir adeta. 

Bizim Aile filmini “buralı” ve aynı zamanda evrensel kılan etkenlerden biri kuşkusuz yoksulluğun tanıdıklığıyla açıklanabilir. Yaşar Usta’nın içine doğduğu hayatın kendisine sunduğu yoksulluğu alt etmek için bildiği tek yol hayatı yeniden üretmek, dayanışmak ve çıkarsız sevmektir. Başkasının çocuklarını kendi evladıymışçasına koruyup kollayanlar bir zaman sonra kendi sınıfından olanı da kardeş bileceklerdir. Dolayısıyla filmin 1976 yılında Taşkent Film Festivali’nde Özbekistan İşçi Konfederasyonunun özel ödülünü kazanması da tesadüf değildir elbette. 

Aslında yalnızca Yaşar Usta’nın ezbere bildiğimiz, onun gibi tonlamaya çalıştığımız repliği ile bile filmin sırrına ermek mümkündür:

“Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? Ama nasıl yakışmaz? Sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören. Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor. Ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum. Sen büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim Bey! Sen mi büyüksün? Hayır, ben büyüğüm, ben, Yaşar Usta. Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun? Bir hiç. Gözümde pul kadar bile değerin yok. Ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın. Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun? Dokunma artık aileme. Dokunma çocuklarıma. Dokunma oğluma. Dokunma gelinime. Eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, Yaşar Usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni. Anlıyor musun? Vururum ve dönüp arkama bakmam bile.”

Ve böylece Türkiye sinemasının en sahici, en inandırıcı işçi profilini çizmenin şanı Türkiye tiyatrosunun ve Türkiye sinemasının büyük emekçisine, tiyatro sahnesine ilk kez 1941 yılında Bakırköy Halkevinde çıkan ve kulağına fısıldanan “Tiyatro babanızın evidir, o kadar tabii ve samimi olun!” öğüdünü tüm tiyatro ve sinema yaşamında ezberde tuttuğu bir oyunculuk üslubuna dönüştüren, geleneksel halk tiyatromuzun kavuğunu layığıyla taşıyan Münir Özkul’a nasip olur. Başka bir deyişle çocuklarını sermayedar Saim Bey’e yedirmeyen Yaşar Usta’ya, öğrencilerini paragöz okul sahibine ezdirmeyen Mahmut Hoca’ya ve elbette “Teatro dediğin nedir ki! İki kalas bir heves” diyen Fasülyeciyan’a:

“Zaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Bir zaman sonra da unutulur gider. Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız. Görorum hepiniz gardroba koşmaya hazırlanorsunuz. Birazdan teatro bomboş kalacak. Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuş’la Virjinya’nın bir diyalogu eski kostümlerin birinin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler. Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz, fısıldaşır dururlar sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. 
Perde!” 

Bütün o eşsiz karakterler için size minnettarız Münir Özkul. Siz bu ülke insanına dünyanın en büyük aktörüyle aynı havayı soluttunuz. Rahat uyuyunuz.

* Yazar, Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden KHK ile ihraç edildi

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Gazeteci Ayşenur Arslan'a hapis cezası

SONRAKİ HABER

İzmir Büyükşehir'den işçilere feragatname dayatması

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa