Müzik tutkusunu tenbur yapımıyla sürdüren Adnan Usta
Şerif Karataş, tenburun hikayesini ve tenburu usta elleriyle sanata dönüştüren ustalardan Adnan Aydemir ile görüştü.
Şerif KARATAŞ
Yaşadığımız coğrafyada telli, üflemeli ve vurmalı müzik enstrümanlar yaygındır. Telli enstrümanların başında ise tenbur geliyor. Günümüzde, Mikail Aslan, Cemîl Qoçgîrî ve daha pek çok müzisyenin ellerinden tenbur sesini duyuyoruz.
Tenburun hikayesini, adeta bir tomruğu usta elleriyle sanata dönüştüren, “tenburu” yapan ustalardan Adnan Aydemir’den dinlemek için İstanbul’un Kartal ilçesindeki atölyesinin yolunu tutuyoruz. Lizge adını verdiği atölyesi, Kartal Köprüsü’ne yürüme mesafesinde. Yıllardır atölyelerde tozlar içinde yaptığı enstrümanlarla, hem müziğe olan tutkusunu yaşatıyor hem de sanata emek vererek yaşamını idame ettiriyor.
Adnan Aydemir’in hayat hikayesi ve tenburla ilişkisi memleketin gerçekliklerine dair kısa bir kesit...
Erzincan’a bağlı Tercan ilçesinin Konarlı (Şıh) köyünde 7 çocuklu ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Köyleri dağlık ve kırsal bir yerde. Henüz elektriğin köylerine gelmediği, aydınlanmada gaz lambalarının kullanıldığı bir dönemde, dost meclislerinde, akşam sohbetlerinde çalınan tenbur eşliğinde söylenen ezgiler, deyişler ile çocukluğunu yaşar. Hele karın uzun süre toprakta kaldığı kış aylarında, sohbetlerinin vazgeçilmezi hep tenbur olmuştur. Pille çalışan teyplere konulan kasetler, plak çalarlardan dinlediği deyişler ve türkülerle Adnan Aydemir’in hayatı sürüp gider. Tenbur ise misafir odası olarak bilinen, evin en özel kısmının baş konuğudur. Çocuklar almasın diye, yatakların konulduğu “andal” denilen yerin üst tarafına, yüksekçe bir yere konur. Babası, amcası, ve halasının çaldığı tenbur, Adnan Aydemir’in ilgisini çeker. Zaman zaman büyüklerinden habersiz indirilen tenburun üç teline zevkle dokunduklarını keyifle anlatıyor...
KÖYÜ BOŞALTILDI ARDINDAN ERZİNCAN DEPREMİ
Dokuz yaşlarında, tenbur çalmaya başlar. Köye ve hanelerine misafir olarak gelenler ondan tenbur çalmalarını isterler. ’90’lı yılların başlarında köyleri ‘güvenlik’ gerekçeleriyle boşaltılır. Bundan dolayı apar topar Erzincan’a göç etmek zorunda kalırlar. Erzincan’a gelip yerleştikten kısa bir süre sonra 13 Mart 1992’de meydana gelen Erzincan depremiyle birlikte hayat şartları giderek zorlaşır. Maddi imkansızlıklardan dolayı liseden sonra okuma şansı bulamaz. Erzincan’da bir süre bağlama yapım atölyesinde çalışır. Daha sonra İstanbul’un yolunu tutar.
Hasret Gültekin, Arif Sağ, Ali Ekber Çiçek gibi örnek aldığı ve adını sayamadığı nice üstat gibi bağlama çalma umuduyla çalışır, çabalar. Tenburla tanışmakla başlayan yaşam serüveni zamanla bağlama çalmaya ve oradan da elinin yatkınlığı ve yeteneği ile tenbur, bağlama başta olmak üzere enstrüman yapımıyla devam eder. Çok sayıda atölyede çalışır. Sonunda Arif Sağ Müzik Kursu’nun atölyesinde de bağlama yapımında çalışma fırsatı bulur. “Arif Sağ o dönemlerde sık sık atölyeye gelip giderdi. Kendisi çoban kavalıyla ilgili denemeler yapardı. Tabii ki atölyelerde gelenektir ustaları izlemek ve onlardan bilgi edinmek. Bu konuda Arif Sağ’ın enstrümanlarla ilgili muhabbet esnasındaki fikirlerini teknik açıdan çok önemsiyordum. Hep daha iyisini yapma gayreti içiresine girdim” diyor. Aydemir daha sonra müzik bilgisi ve tecrübesini geliştirmek için Erdal Erzincan’dan müzik eğitimi aldığını anlatıyor.
ERKAN OĞUR’LA YOLLARI KESİŞİR
Uzun bir aradan sonra Taksim’de bir bağlama atölyesinde çalıştığı sırada, genç yaşta yaptığı enstrümanlar ile Erkan Oğur’un ilgisini çekmeyi başarır. Adnan Aydemir’e, Erkan Oğur’un kendisini yakından tanımak istediğine dair bir telefon gelir. Ve hayatında en çok tanışmak istediği sanatçılardan biriyle tanışma fırsatını yakalar. Tanışma anını anlatır-ken, o anı adeta yeniden yaşıyor. Heyecanı yüzüne yansıyor. Oğur’un enstrümanları da artık Adnan Aydemir’in elinden geçecektir. Enstrümanları Oğur’un hem teknik hem de müzikal birikimden yararlanarak, birlikte fikir alış verişi yaparak yaptıklarını anlatıyor. Her ustadan bir şeyler öğrenmek umuduyla bir müzik firmasının teklifiyle, keman ustalarından Süreyya Piriler’in yanında, bir süre de yine Erkan Oğur’un aracılığıyla Türkiye’nin önemli gitar ustalarından Ekrem Özkarpat’la bir süre çalışır.
Elinin yatkınlığıyla enstrüman yapımında giderek ustalaşmaya başlar. Artık ustalaşan Adnan, kendisiyle tanışmak isteyenlerin, karşılarında genç yaşta birini gördüklerinde şaşırdıklarını gülerek anlatıyor.
ÖNEMLİ USTALARLA ÇALIŞIR
Daha sonra, birçok müzisyenden gerekli saygıyı görmemesi üzerine adeta mesleğine küserek, isyan ederek bir süre enstrüman yapım işini bırakmayı düşünür. Çalıştığı yerde de emeğinin karşılığını almaması bu süreci tetikler. İşyerinden ekonomik sebepler nedeniyle tartışarak ayrılır. Üç hafta evden çıkmaz. Erkan Oğur telefon eder. Cebinde parası da yoktur. Devamını Aydemir’e bırakalım: “Erkan Oğur beni aradı. ‘Nerelerdesin? Atla taksiye gel. Parasını sorun etme burada veririm’ dedi. Üzgün bir şekilde gittim oturduk. Onunla, ilişkimiz abi-kardeş gibidir. Sohbet ettik. Bana, ‘Sen parlayan bir yıldızsın Adnan, bu işi bırakması gereken o kadar çok insan var ki. Sen işine devam et, bize senin gibi enstrüman yapacak genç yetenekli ustalar lazım, sen bize lazımsın’ diyerek moral verdi. O zaman çok düşündüm. Erkan Oğur gibi bir üstat bunu söylüyorsa bir bildiği vardır. Bana Ekrem Usta ile çalışmak isteyip istemediğimi sordu. Evet dedim ve bir gün sonra çalışmaya başladım.”
Uzun bir süre de orada çalışmalarına devam eden Adnan Usta’nın yolu bir süre sonra da Süleyman Aslan’la kesişir. Süleyman Aslan iyi bir bağlama ve iyi bir gitar ustasıdır. Süleyman Aslan aynı zamanda Türkiye'de bağlama üzerine akustik oda (balkon) gibi farklı denemeleri tasarlayan bir ustadır. Süleyman Aslan’la birlikte gitardaki akustik oda çalışmalarını farklı denemelerle bağlamaya aktarmaya çalışırlar. Bunu da şöyle ifade ediyor Aydemir: “Yani herkesin yaptığı normal klasiğin ötesine çıkmak isteyip bağlamaya farklı bir boyut kazandırmaktı amacımız. Bağlamanın bildiğimiz ve duyduğumuz tonlarını kaybettirmeden geliştirmekti çabamız.” Bu birliktelikleri 6 yıla yakın sürer. Süleyman Aslan'dan edindiği bilgi ve tecrübenin ardından yılların birikimle Kartal Cumhuriyet Mahallesi’nde Lizge adıyla atölyesini açar. Aydemir, enstrüman ustalığı sırasında 4 kardeşinin üniversite eğitimi almalarını sağlamanın haklı gururunu yaşayarak paylaşıyor bizimle bu bilgiyi.
DESTEK OLAN MÜZİSYENLERE TEŞEKKÜR
Erkan Oğur’un aracılığıyla Mikail Aslan’la, ardından Cemîl Qoçgîrî ile Aynur Doğan’la tanışır. Bu tanışıklıkla birlikte, çocukluğundan beri gelen tenbur merakı giderek pekişir. Tenburun gerek müzikal anlamda gelişimine, gerekse genç nesillere tanıtılmasında katkıları olan, fikirleri ve varlıklarıyla her zaman yanında olduklarını söyleyen Mikail Aslan, Cemil Koçgîrî, Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu, Aynur Doğan ve ismini hatırlayamadığı bütün sanatçı dostlarına da teşekkürlerini iletiyor.
“Birçok alanda olduğu gibi müzik sanatında da arınma tenburla olacak” diyen Aydemir, tenbur başta olmak üzere enstrüman yapımında, müzisyen dostlarının önerileriyle birlikte deneme yaparak, daha iyi sese ulaşma gayretinin hep olacağını söylüyor. Ülkemizde de sanatın ve sanatçının değer görmediğinden yakınan Aydemir, sanata gönül vermiş değerli insanların desteğiyle işini yapmaya devam edeceğini ifade ediyor.
‘TENBURUN TELLİ ENSTRÜMANLARIN ATASI OLMA OLASILIĞI YÜKSEK’
Adnan Aydemir’den tenburla ilgili şu bilgileri ediniyoruz: “Tenbur adıyla bildiğimiz müzik aleti, tenbür ya da temüre gibi isimleriyle de bilinir. Bu değerli müzik aletinin arkeolog ve araştırma verilerine göre tarihi çok eskiye dayanır.” Tenburun tarihinin MÖ 6 bin yılına kadar gittiği bilgisini veriyor. Tenburun telli enstrümanların atası olma olasılığının yüksek olduğunu düşünen Aydemir, tenburun günümüzde başta Türkiye, İran, Irak, Azerbaycan, Ermenistan ve Çin olmak üzere farklı coğrafyalarda kullanıldığını anlatıyor.
Tenburun özellikle dini ayin ve kutlamalarda çalındığını söyleyen Aydemir “Tenburun ilk hangi yıl yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Fakat tenbur ile ilgili araştırmalara baktığımızda, temburun İslamiyet’ten önce Mezopotamya’daki halklar tarafından çalındığı, ahşapla yapılan birçok enstrümanın tenburdan esinlenerek yapıldığını gösteriyor bizlere” diyor.
Tenburun yapısına ilişkin de “Uzunluğu farklılık göstermekle beraber, farklı ölçülerde yapılabilir. Tenburun oluşumu şöyledir: Tekne, klavye (sap) ses tablası (kapak) tel bağlama takozu, üst eşik, orta eşik ve 3 ya da 4 ayar burgusundan oluşur. Tenburda tekne armut şeklinde ve balta tekne dediğimiz farklı formlarda şekillendirilir. Klavyesi uzundur. 12 ve 14 perdeden oluşur genelde. Fakat günümüzde kişilerin çalma tekniğine göre koma perde dediğimiz ek perdeler de kullanılabilir” bilgilerini paylaşıyor.
Tenburun en çok geliştiği dönemin ise Selçuklular dönemi olan 6. yüzyıl olduğunu anlatan Aydemir, “Tenburun makamları ‘kilam’ veya ‘hegani’. Sadece dini ayinlerde söylenir. ‘Meclis’ veya ‘mecazi’ makamları her türlü ortamda söylenir” diyor. Modern kısa bağlamadan tenbura geçişin yaşandığı bir dönemden geçtiğimizi söyleyen Aydemir, bu düşüncesini dünyanın birçok yerinden kendisine gelen 3 telli tenbur siparişlerini örnek göstererek güçlendiriyor.
Telli enstrümanların kuru havanın olduğu ortamda yapılmasının daha uygun olduğunu anlatıyor. Yazın İstanbul’un nemli havasından muzdarip olan Aydemir, Dersim, Elazığ, Erzincan, Sivas, Malatya gibi illerde yetişen ağaçları kullandığını, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde yetişen ağaçların da elverişli olduğunu söylüyor.