Haftasonu tatilinin bedeli
O kadar ümitliydim ki üniversiteye başlarken Lise yıllarında felsefe öğretmenimin her hareketini takip eder, onun gibi felsefe öğretmeni olmayı hayal ederdim. Nitekim fırsat eşitliğinin olmadığı bir ülkede, adaletsiz bir biçimde sınava giren yüzlerce öğrenciden biriydim. Çok başarılı bir öğrenci olmasam da iyi k
O kadar ümitliydim ki üniversiteye başlarken Lise yıllarında felsefe öğretmenimin her hareketini takip eder, onun gibi felsefe öğretmeni olmayı hayal ederdim. Nitekim fırsat eşitliğinin olmadığı bir ülkede, adaletsiz bir biçimde sınava giren yüzlerce öğrenciden biriydim. Çok başarılı bir öğrenci olmasam da iyi kötü kazanmıştım, Fen- Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü. Sevdiğim bir bölüm olduğu için lise yıllarında göstermediğim başarıyı, üniversite yıllarında gösteriyor, şeref belgeleriyle ödüllendiriliyordum. Felsefeyi bitirince ne olacaksın ki diye soranları ciddiye almıyordum. Dersleri dinlemek, tartışmak, okumak, araştırmak heyecan vericiydi ve hiçbir şeyin bunu engellemesine izin vermiyordum.
Lisans eğitimimi dört yılda tamamladıktan sonra tezli yüksek lisans yapmak istedim ama dil sınavı benim için engeldi. Başka engelde içimdeki “öğrenilmiş çaresizlikti” . Eğer tanıdığın, torpilin ya da ciddi anlamda sana yardım edebilecek birileri yoksa üniversitede akademisyen olarak ilerlemen mümkün değildi. Hakkıyla atanan değerli bilim insanlarını ayırıyorum. Üniversite bitmişti, yüksek lisans çabalarına da başlamadan önüme set koymuştum. Ne yapabilirdim ki şimdi ben? Mezun olduğum sene KPSS’ye girdim. Felsefe için ayrılan kontenjanı görünce ancak Türkiye çapında dereceye girersem atanabileceğimin farkına varıp bu olasılığı da gözden çıkardım. Aynı öğrenilmiş çaresizlikle bir daha hiç KPSS ye girmedim. Yine de sistem değişir umuduyla bir buçuk yıl tezsiz yüksek lisans yaparak pedagojik formasyonumu aldım. Resmiyette öğretmen olarak atanmamın önündeki tek engel KPSS’den yeterli puanı(!) alabilmemdi. Bu ülke 12 puanla atanabilen buna karşın 85 puan alıp da evinde oturan öğretmenlerin ülkesiydi. Bu ülke kopyacıların yargılanmadığı hatta atandığı, kendi eğitim sistemine güvenmeyip, yetiştirdiği öğretmenleri sınava tabi tutan politikacıların ülkesiydi, hatta bütçe yok diye atanan öğretmen sayısını sınırlı tutup, vay efendim Türkiye de İngilizce öğretilmiyor gerekçesiyle 40 bin ithal öğretmen projesine mali desteği bulabilen eğitim bakanının var olduğu bir ülkeydi.
Kapitalist rejimlerin kaçınılmaz sonucu olarak liberalizme boyun eğme vakti gelmişti benim için. Üniversite yıllarında özelleştirmeye hayır diye açtığımız pankartları unutup, özel sektörde iş ararken buldum kendimi. Tüm atanamayan öğretmenlerin yaptığı gibi dersanelerde iş güvencesiz, izinsiz, her türlü sosyal haktan yoksun, karın tokluğuna “stajyer” olarak çalıştım. Stajyer öğretmenseniz eğer, çoğu -eğitimden anlamayan dershane kurucularının- verdiği görevleri yerine getirmek zorundasınızdır. Stajyerliğin kaldırılma inisiyatifi devletimiz tarafından onlara verilmiştir çünkü. Düşük ücretle (hatta çoğu öğretmen bir yıl boyunca hiç ücret almamaktadır) her türlü angarya işler de buna dahil, kurumunuzun kölesi olmanız istenir sizden. Stajyerliğim kaldırılması iki yılımı aldı.
Stajyer öğretmenden “uzman öğretmen” unvanına sahip olmuştum artık. Sanmıştım ki stajyerliğim kaldırılınca daha güzel olacak her şey...! Yanılmışım... Tam da bu dönemde Adana’dan İstanbul’a yerleşme vakti gelmişti benim için. İstanbul’ da da yaklaşık iki yıl dersanede çalıştıktan sonra, bu zamana kadar ki en yüksek maaşımı alırken, dönemin ortasında istifa ettim. Kurum sahipleri biraz daha ceplerini doldursun diye velileri memnun etmek zorunda değildim artık. Haftanın altı günü, günde 12, bazen 13 saat çalışmak zorunda değildim. Yıllardır özlediğim hafta sonu tatili benim için artık hayal değil. Bütün bu saydıklarımın bedeli vardı elbet. Adı da diplomalı işsiz. Şimdi bir işim yok, geleceğimi göremiyorum, ekonomik özgürlüğüm yok. En çok da üzüldüğüm şey “öğretmenlik” gibi değerli bir mesleğin benim için artık hiçbir şey ifade etmiyor oluşu... Sadece dört yılda mesleki tükenmişliğin zirvesine varmak bu olsa gerek...
*Diplomalı İşssiz