Sendikal mücadelede sınıf dışı tutumlar
Aşağıdaki saptama ve eleştiriler Eğitim Sen Adana şubesinde yaşanan tartışma ve gelişmeler üzerine kaleme alınmıştır. Öncelikle tartışma ve gelişmelere bakalım. Eğitim Sen Adana Şube 8.Olağan Genel Kurulu’na iki liste olarak gidildi. Tabii burada kongre değerlendirmesi yapmayacağız. Emek Hareketi karşısında kendilerini “Demokratik Güç
Aşağıdaki saptama ve eleştiriler Eğitim Sen Adana şubesinde yaşanan tartışma ve gelişmeler üzerine kaleme alınmıştır. Öncelikle tartışma ve gelişmelere bakalım. Eğitim Sen Adana Şube 8.Olağan Genel Kurulu’na iki liste olarak gidildi. Tabii burada kongre değerlendirmesi yapmayacağız. Emek Hareketi karşısında kendilerini “Demokratik Güç Birliği” olarak ilan eden ve altı grubun bir araya gelmesiyle (Sendikal Birlik, Demokratik Emek Platformu, Kamu Emekçileri Cephesi, Sendikal İnisiyatif Platformu, Demokratik Emek Meclisi, Sendikal Mücadele Platformu) oluşan yapı, birçoğu sendikamızın tüzük ve ilkelerinden oluşan 41 maddelik bildirge yayınladı. Bildirgenin 1. maddesinde, Demokratik Güç Birliği “ Şube Danışma Kurulunun kurulması için çalışır,” demekteydi. Kongre sonucunda bizim listeden 2, diğer listeden 5 arkadaşla yönetimi oluşturduk. İlk yönetim toplantısı ve ilk üye toplantısında bu konu yoğun tartışmalarımıza neden oldu.
Arkadaşlarımız “Şube Danışma Meclisi” oluşturacaklarını belirttiler. Bu Danışma Meclisinin işlevinin ne olacağı ve nasıl oluşturulacağını sorduğumuzda; “Sendikal hareketin gerilediği”,”üye kaybı yaşandığı”,”bir tıkanmanın olduğu”, “üyelerin ve aktivistlerin sürece müdahil olamadıkları”,”üyelerin karar alma süreçlerine katılamadığı” belirtildi. Oluşturulacak Danışma Meclisi ile bu sıkıntıların aşılacağı, sendikamızın çekim merkezi olacağı söylendi. Danışma Meclisinin oluşumu ile ilgili düşüceler ise her grubun ideolojik tutumuna göre farklı farklı geldi. Şöyle ki; Demokratik Emek Platformu: Önce utangaçça,“tartışalım”,“herkes görüş bildirsin”, gibilerden tutum aldı. Ancak bizim; “Danışma Meclisi önerisi bir grubun örgütlenme biçimi olduğunu belirtmemiz ve aşağıda geniş olarak yer alan düşüncelerimizi” ortaya koymamız “Evet, Demokratik Toplumcu Sendikal anlayışın böyle bir örgütleme yapısı var. Ancak biz Danışma Meclisinin yapısı ile ilgili arkadaşların belirleyici olmasını istiyoruz. Önerisini sundular.
Sendikal Mücadele Platformu (TÖP… v.b): Adana’yı bölgelere ayıralım, her bölgede bir temsilci seçelim (20–25 kişi) kararları ilçe temsilcileri ve yönetim ile birlikte alıp uygulasın. Halkevi çevresi buna ek olarak Danışma Meclisinde bölgelerden öğrenci ve veli temsilcisi, muhtar, yöre derneği temsilcileri v.b de bulunsun. Önerilerini sundular.
Demokratik Emek Meclisi: Danışma Kurulunu duyunca heyecanlandık. Çok iyi olacağını düşünüyoruz.
Sendikal Birlik: Önümüzü açacağını düşünüyoruz. Biran önce oluşturmalıyız.
Kamu Emekçileri Cephesi: “Grupların yürütmeleri var. Danışma Meclisini bu yürütmelerden oluşturalım. Meclis, yönetimle birlikte sendikayı yönetsin. Zaten yönetimleri de gruplar görüşerek oluşturmuyor mu?” Önerisini sundular.
Ne kadar ilginç değil mi?“ üyelerin sürece müdahil olamadıkları”,” karar alma süreçlerine katılamadığını belirtenler, gruplardan, aktivistlerden, sınıf dışı oluşumlardan “meclis” oluşturup üyeler adına sürece müdahil olacaklar. İşyeri Temsilcileri, İşyeri Temsilciler Kurulu, Şube Temsilciler Kurulu, Şube örgütlenme, eğitim, kadın, sosyal etkinlikler komisyonları ne yapacak acaba! Sonuç itibarıyla bizim itirazlarımız ve karşı çıkmamıza rağmen “Danışma Meclisi Oluşturma Komisyonu ”kurulması kararı alındı.
Sendikanın hukuku yerine grupların hukuku mu?
Böylece sendikanın hukuku yerine grupların hukukunu egemen kılmanın adımları atılmış. Bütün bir zenginliği ve farklılığı ile ve her hangi bir gruba dahil olmayan üye tabanının sendikanın dışına itilmesine onay verilmiştir. Kuşkusuz sendikal mücadeleye yaklaşım, tek başına sendikal alanla ilgili bir sorun değildir. Bu açıdan bakıldığında, sendikal mücadelede sınıf dışı eğilimlerin ortaya çıkmasının nedeni, büyük ölçüde ideolojik nedenlerden kaynaklanır. Sendikaların bugün içinde bulunduğu somut durumu bahane eden “sol” ve sağ yaklaşımların, sınıfın birlik ihtiyacına, sınıf çizgisine yabancılığını ve uzaklığını gösteren çok sayıda örnek sıralanabilir. Son yıllarda, sendikalara ve sendikaların rollerine ilişkin olarak ortaya atılan görüşler, söz konusu ideolojik nedenleri tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. “İşçi sınıfı değişti, eski özelliklerini yitirdi”, “Küreselleşme yeni güçler ve yeni küresel örgütler gerektiriyor”, “İşsizlerin, yoksulların, küreselleşme karşıtlarının örgütlenmesi gerekir”, “Ssınıf sorununa takılmamak lazım” gibi yaklaşımların, siyasal alan içinden sendikal mücadelenin gündemine sokularak tartıştırılması, kesinlikle bir tesadüf değildir.
Sosyalizmin geçici yenilgisini nihai bir yenilgi olarak değerlendiren ve kendilerini “yeni sol” ya da “Emeğin küresel mücadelesini savunanlar” olarak tanımlayanlar, 1990 yıllardan itibaren, “işçi sınıfı bitti”, “İşçilerin sendikal mücadeleyi yürütecek güç ve imkânları kalmadı” gibi söylemleri dillendirmeye başladılar. İşçi sınıfının “nitelik değiştirerek” eski gücünü yitirmesi nedeniyle, sendikaların, ancak, sınıf dışı kesimleri (gençler, öğrenciler, ev kadınları, işsizler vb.) örgütlenmesiyle var olabileceğini iddia ettiler. Bu görüşü savunanların, hiçbir şekilde, dolaylı olarak bile, siyasi iktidarı hedef olarak belirlememiş olmaları dikkat çekicidir. Hatta bu kesimler, kendilerini “toplumsal muhalefet” olarak tanımlayarak “İktidar olmadan dünyayı değiştirebileceklerini” bile ilan etmişlerdir. Sendikaların üzerinde yükseldiği sınıf zemininin değişmesini, sınıf mücadeleci değil, “sivil toplumcu” bir yaklaşımla; değişik sınıf ve tabakaların “ittifakının” sendikalardan başlayarak, örgütlenmesini savunarak, bu şekliyle sendikaları sınıf örgütü olmaktan hızla uzaklaştıran bir yönelime sokmaya çalışmaktadırlar.
Burada bahsettiklerimizden çok daha ileri gidenler de vardır. Somut bir örnek vermek gerekirse, örneğin bugüne kadar oluşan sendikal-siyasal literatüre tamamen yabancı olduğu açıkça belli olan ve “Demokratik toplumcu sendikacılık” olarak ifade edilen yeni bir görüş, daha önce açıklamaya çalıştıklarımızla benzer bir zeminden hareket etmesine rağmen, iddia ve savunuları ile bahsettiğimiz sınıf dışı eğilimlerden çok daha ileri gitmektedir. Bu görüşü savunanlara göre, sistemden zarar gören herkesi, yani “ezilenler”in tümünü kapsayacak yeni bir sınıf tanımlamasının yapılması gerekir. Bu görüşü savunanlara göre, bu “yeni” sınıf tanımı içinde “ilk sınıf” olarak kabul ettikleri kadınlar, “ezilen dinsel cemaatler” ve “tarikatlar” gibi dikkat çekici “mağdurlar” yer almalıdır. Bu şekilde, sendikaların ve sendikal mücadelenin, neredeyse bir “Mevlâna Tekkesi” olarak görülmeye başlanmış olması dikkat çekicidir.
Burada bahsedilen bütün bu çarpık ve sınıf dışı eğilimleri savunanlar, kendilerini, “sosyalist”, “emekten yana”, “yurtsever” “devrimci” ya da “demokrat” olarak tanımlıyor olabilir. Ancak kendilerini nasıl ifade ederlerse etsinler, işçi sınıfının yapısı, bileşimi ve mücadelesi ile ilgili olarak ileri sürülen tezlerin büyük bölümü kabul edilebilir nitelikte değildir. Böylesi tartışmalı bir zeminden hareket edenler, ileri sürdükleri iddiaları gerçekleştirmek bir yana, genel olarak sınıf mücadelesinin, özel olarak sendikal mücadelenin gücünü ve etkisini zayıflatıcı bir rol oynamaktadırlar.
Sendikaları, sınıf mücadelesinin farklı boyutlarını (ekonomik mücadele, siyasal mücadele, ideolojik mücadele) birleştiren parti örgütlenmesi gibi görerek, nerede bir “ezilen”, “mağdur” ya da “dışlanmış” varsa, bu kesimleri örgütlemesini savunmak, sınıf mücadelesini anlamamak ya da anlamak istememek demektir. Diğer taraftan, bu şekilde, marifet gibi, işçi sınıfının kapsamı sürekli genişletilirken, işçi sınıfı neredeyse “ötekiler” kategorisine indirgenmekte ve onun sınıf mücadelesi içindeki devrimci rolü belirsizleştirilmektedir.
Sendikal mücadeleyi “ezilenler”, “mağdurlar” gibi son derece belirsiz kategoriler üzerinden yürütmeyi hedeflerken, bu cephede yaşanan sorunları kapitalist-emperyalist sistemin işleyişinde aramayan ve sistemi bu yönüyle sorgulamayan bir yönelime girildiğinde, böylesi sonuçlara ulaşmak elbette kaçınılmazdır.
Her açıdan küçük burjuva bir zeminden yola çıkan, kapitalizmin temel işleyiş yasaları ve Marksizmin en temel sınıf bilgisinden ya yoksun ya da onun dışında sonuçlar çıkarma yeteneğini gösterenler, yanlış bilgilerin üzerine kendilerince doğru sayılan bir teori inşa etmeye çalışmalarına rağmen, bu çabalarında başarılı olamamışlardır. Çünkü hangi niyetle olursa olsun, yanlış ve eksik tespitler üzerinden sorulan her yanlış sorunun cevabının da yanlış olması kaçınılmazdır. Bu eğilimlerin bazılarının kapitalist ekonomik sistemin nesnel düzeydeki gelişmelerini, bu gelişmelerin bugün ortaya çıkan sonuçlarını, küreselleşmecilerin dediği gibi, “mutlak”, “engellenemez”, “karşı konulamaz” şeyler olarak değerlendirmesi ve mücadele konusu olmaktan çıkarmaları, işçi sınıfının tarihini, iradesini ve mücadelesini yok sayan sakat bir mantığın kaçınılmaz sonucudur. Bütün bunlar, tek başına sendikalar ve sendikal mücadele alanı ile ilgili olmaktan çok, bu tür görüşleri benimseyenlerin siyasal anlamda yaşadığı ters yönlü dönüşümün kaçınılmaz sonuçlarıdır.
Geride bıraktığımız yıllar, sendikal hareket ve sendikalar açısından tarihteki en zor dönem olmuştur ve bu durum bugün de devam etmektedir. Başka bir ifadeyle, sendikal hareket ve sendikalar üzerinde sermayenin etkisi ve onun ifadesi olan işbirlikçi, uzlaşmacı, sosyal diyalogcu sendikacılık tarzının egemenliği ya da söylem olarak bunun karşısında olduğunu iddia eden, ancak pratik sonuçları bakımından sendikaların işlevlerini belirsizleştiren akımlarının egemenliği, hiçbir zaman içinde bulunduğumuz dönemdeki kadar yıkıcı ve dağıtıcı olmamıştır. Ancak geçen zaman içinde, sendikal alanda yürütülen tartışmalar ve yaşanan deneyimler, hiçbir şey için geç olmadığını da göstermektedir..
Sendikal hareketin, kendisinden ve kendisi dışındaki nedenlerden dolayı hayli gerilediği ya da geriletildiği günümüz koşullarında, mücadelenin her düzeyinin önemsenmesi, desteklenmesi ve mutlaka somut adımlar üzerinden ilerlenmesi gerektiği ortadadır. Bunun için, işe, öncelikle mevcut sendikal yapılardan ve sınıf sendikacılığını açıktan ya da örtük olarak reddeden bütün sendikacılık anlayışlarından, kuşkusuz eleştirilerinden başlanması anlamlı olacaktır. Bütün uzlaşmacı, sosyal diyalogcu sendikacılık uygulamaları ile sermayenin mevcut egemenliğini ve iktidarını tehdit etmekten uzak olan “kerameti kendinden menkul” her türlü “sol” ya da “yarı anarşist” sendikacılık tarzları, aynı zamanda sendikal mücadelenin siyasal mücadele ile arasında kurulması zorunlu olan bağları zayıflatıcı bir rol oynamayı sürdürdükleri sürece, sınıf sendikacılığı fikri ile hareket edenleri her platformda karşılarında bulacaktır.
*Eğitim Sen Adana Şube Sekreteri