‘Rüzgârın alnına yazılı gibi konuştuğum doğrudur’
Şiirle dolu 52 yıl, Gurbet Komşusu, İkinci Yeni, fotoğraf... Şair-Yazar Hüseyin Peker, Murad Olgar'ın sorularını yanıtladı.
Murad OLGAR
İzmir
Edebiyatın birçok dalında eser veren ama daha çok şair kimliğiyle tanıdığımız Hüseyin Peker’le uzun süredir devam eden şiir yolculuğu üzerine sohbet ettik. Şiirini beslediği kaynaklar, şiirinde fotoğrafın yeri, şiirin ve şairin işlevi... Geniş bir yelpazede konuştuğumuz başlıklardan sadece birkaçı. Bir de Arkadaş z. Özger... “Gurbet Komşusu, Merhaba Canım” şiirinin hikayesini...
Şiir yolculuğunda 52 yılı geride bırakan Peker, genç şairlere önemli mesajlar veriyor röportajın satır aralarında. Şiir yazma sürecini ise şu sözlerle özetliyor: “Rüzgârın alnına yazılı gibi konuştuğum doğrudur. Kendimi yazma sürecinin içine girdiğim zaman; bir gerilla savaşçısı gibi görürüm hep.” Söz Ustada...
“Yirmi yaşımda ne kadar heyecanla yazıyorduysam, şimdi de aynı heyecanla yazıyorum. Ne var ki elli yıllık bir geçmiş, bende biraz dikkatli olma duygusu yaratıyor. Kendi ustalığımı kullanıp kolaya kaçmak istemiyorum. Elli yaşından sonra da –tekrar söylüyorum- aynı heyecan var, ama daha temkinli bir heyecan.” ( Varlık 906- Mart 1983) Turgut Uyar yaş ve şiir üstüne söyleşide bunları söylüyor. Hüseyin Peker neler söyler?
Şair olarak 50 de değil, 70 yaşımı aşıyorum. Şu andaki şiirle olan kardeşliğimi anlatsam, Turgut Uyar’ın temkinli diye tanımladığı olayın içine daha rahat girebileceğim. Bir kez eski yazdıklarıma bakıyorum. Bir de şimdikilere, şu farklılıklar göze çarpıyor kendimce. İlk yazdıklarımda daha açık bir ifade, daha toplumsal bir sorgulama görünüyorsa da, giderek içe kapanan, dilin işleyişine farklı, ussal bir biçim eklemişim sanki. Sonuçta her kelimenin, her harfin hesabını derlemişim. Ben son yazdıklarımda sessel bir ritmin de egemen olduğunu görüyorum. Farkında olmadan içine girdiğim bir ses çarkı gözetiyor beni. Bilmeden peşimdeki uyumun sesiyle yazıyorum. Anlaşılma kaygım o kadar derinleşmedi. Ama çarpıcı olmanın pelerinini sırtımdan çıkarmıyorum. Rüzgârın alnına yazılı gibi konuştuğum doğrudur. Kendimi yazma sürecinin içine girdiğim zaman; bir gerilla savaşçısı gibi görürüm hep. Bu konuda ölene kadar seçmeciyim. Daha doğrusu yaşamdan pes edene kadar...
İKİNCİ YENİ SON DURAĞIM OLMUŞ SAYILABİLİR
“Yazdıklarımızın derin kalması bir kusurdur bu ülkede. Biz bir kusurun kuşağındanız. Yani eksik, devingen olmayan ve yarım.” (Hüseyin Peker, Şiiri Özlüyorum Dergisi, 2008) Her kuşağın nabzını tutan Peker, kendini hangi kuşağın temsilcisi olarak görüyor?
Benim kendimi hangi kuşağın, neresinde gördüğüme gelince, başından beri yıkıcı ve kırıcı bir şiir yapısına çalıştığıma bakılırsa, yani dil konusundaki cambazlıklarımla bir yer açmaya çalıştığım göz önüne getirilirse, İkinci Yeni son durağım olmuş sayılabilir. Düpedüz, onun bir uzantısıyım, hatta onun kaldığı yerden devam eden, etmek isteyen biriyim, öyle sayılmalıyım. Ama ne kadar başarılıyım, onun hesabı bana ait değil. Zaman bu konuda bir çok şeyin aynası...
Kastettiğiniz kusur devam ediyor mu? 2000 sonrasında, Gezi olaylarında ve şimdilerde edebiyatın derinliği ne durumdadır? Kusur varsa hâlâ şairin mi, şiirin mi, toplumun mu, ülkenin mi? Bu konularda neler demek istersiniz?
Toplumsal olaylar, gelişimler elbet edebiyat için belirleyici olmuştur. Tarih saflarının yarılması Gezi gibi olayların başlaması ile bir fay kırığı izi bırakabilmiştir kanımca. Ben toplumsal izle yazılmasının ne kadar yanındayım? Orasını kestiremem, yani toplumsal olaylar bir eser olarak yönetebilir yazarı. Ama yazarın (bağımlı) olarak toplumsalcılığın peşine takılmasını yadırgarım biraz. Yazarın konusu önce insandır. İnsan dediğimiz toplumcu gidişatın bir parçası olduğuna göre, onun da bir dolaylı yöntem olarak yapıtında kendini göstermesi zorunlu oluyor. Yani aç kalsa yazar, karnının tokluğunu yazacak değil. Az para kazanıp birçok yere yayan gitmek zorunda kaldıysa, yazdığı eserde ‘rahat’ oturduğundan söz edecek değil. Elbet bu denli sıkıntı içerisinde, çiçek, böcek edebiyatı, mehtaplı geceler sineması da çizecek değil şiirinde. Dolaylı olarak toplumsal görüşlere varır işin ucu, diyeceğim. Kaçınılmaz bu! Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin vb. keskin örnekleri var bunun.
Şimdilerde edebiyatın derinliği ne durumda demişsiniz. Toplumsal bir geçiş yaşıyoruz. Hani Kurtuluş savaşından farklı bir kulvarda gelişen bir değişim söz konusu. Bir çeşit örtünme bu. Neresine, ne kadar alışabildiğimiz konusu var işin içinde. Ben gene de sahil kıyısında denize çakıl taşları fırlatacak kadar bir özgürlük buluyorum kendime. O kadar olsun bakacak bir göğüm var. İmara açılmamış bir gökyüzü...
‘GURBET KOMŞUSU, MERHABA CANIM’...
Gurbet Komşusu, Merhaba Canım ve Hüseyin Peker. Merhaba Canım ve Arkadaş Z. Özger... Soyut dergisi.. “Zeki Müren’i Seviniz”i duyduğumuzda “İnsan Arkadaşınındır” deyişi de çınlayabiliyor kulağımızda. Doğduğu ayda Arkadaş Özger’i de anmış olalım.
Arkadaş Z.Özger aradan uzun zaman geçse de kaybetmemizin üzerinden, anısı bir türlü silinmemiş bir dostumuz. O sessiz ve soluk duruşuna karşın, yaşadıklarımızın bir dilimi gün gibi hatırımdan çıkmaz. Hani yaşamımızdaki bir efsaneydi desem abartılı kaçmaz. İstanbul’da Beyazıt Çınaraltı’nda otururken, yanımıza sokulan genç ve zayıf bedenli şair adayı, devamında onu Büyükada’ya davet edişim, birçok düşünsel konuda sohbetimiz yolculuk süresince. Sonrası onun Ankara’da öğrenciyken işkence görmesi, hasarlı bir beyin ve bir gece inşaat çukurunda ölü bulunması. Bu arada o dönemlerde Soyut dergisine gönderdiğim “Gurbet Komşusu, Merhaba Canım” şiirimi editör H. İbrahim Bahar, bu ismin yarısını yayınlayabilirim dedi ve “Gurbet Komşusu” olarak dergiye ekledi. Buna çok kızan Arkadaş Z. Özger, bu eksiltmenin bir cinsel seçimle bağı olabileceğini kurarak, şiirden atılan “Merhaba Canım” diye ayrı bir şiir yazdı. Benim ‘”İnsan Arkadaşınındır” şiirimin de ilk kez Doğan Hızlan’ın editörü olduğu Yeni Edebiyat dergisinde yayınlanması tüm bu olaylarla ilgisiz değil elbet. Ben arkadaşlarıma çok bağlı biriyim. Ben, onu vurgulamak için bu seçimi oracıkta yaptım. Yani anılacaksam beni böyle anın deyişim var sanki. Hayat duvarımda arkadaşlarla kurulu büyük bir anı sayfası durur hep. Arkadaş z. Özger de benim gibiydi. Kısacık ömründe arkadaşlarına çok değer verdi, onlarla güzel şeyler yaşadı ve hissetti. Burada anmanın tam yeri onun hayat sevdasını.
YARATICI, HER ALANDA YARATICIDIR
“Fotoğraf ... İçimi anlatmakta şiir gibi bir araç.” Hüseyin Cöntürk’le mektuplaşmalarınızda ağırlık verilen bir konu; fotoğraf. Hatta sergi açma düşünceniz varmış 90’lı yıllarda. Fotoğraf şiirinizin ve hayatınızın neresinde?
Fotoğraf belki bendeki yeteneğin çıkış noktası. Çünkü iyi ve temiz fotoğraf çeken, ‘kare’deki planlamayı düzgün yapabilen, birazı matematiksel, duygusal yönden özellikler taşıyan biridir. Bunun böyle olduğuna da fotoğrafı izleyen karar verir, çoğunu bilinç dışı geliştirir bu kararın sonucunun. Örneğin, portre çekimlerinde, insan buluşmalarına ait görüntülerde hep ilginçlik tasarımı ön planda tutulur. Özgün bütünlükler, yaralayan ifadeler hep özel olarak deklanşöre basana kadar, fotoğrafçının parmakları arasında gizli tutulur. Benim sinema merakım ile fotoğraf arasında gizli bir bağ var zaten. Sinemadaki kurgu neyse, bendeki donmuş fotoğraf görüntüleri arasında buluşan patlamalar bunlardan kaynak alıyor. Bendeki yaratıcılığın notunu fotoları gözleyen versin. Şiirdeki, deneme yazarken gerek duyulan sezgi gücündeki, öykü romandaki kurgu çatısına yarayan her türlü buluşmalar, fotoğraf çekerken de bir biçimde işler. Demek istediğim yaratıcı her alanda yaratıcıdır.
Özellikle birkaç yıldır yurtiçi ve yurtdışı gezilerinizi de artırdınız. Epey fotoğraf çekmiş olmalısınız. Sergi açmayı düşünüyor musunuz?
Sergi açma meselesine gelince, kitaplarımın ikinci baskılarına bile çaba göstermeyen ben, biraz da kendi yarattığım çölde vahaya benzer bir yerden seslenen, yalnızlığın yarattığı birisiyim. İnsan içine girince başka biri oluyorum belki. Ama yalnızlığımla konuşmayı iyi bilirim. Ölene kadar yaratmaya devam. Ama diliyorum ki son yapıtları yayınevlerine değil de arkadaşlara vermeyi planlasam, ne kadarı çıkarsa elimden. Size de bir tanesini vereyim mi?
HÜSEYİN PEKER HAKKINDA
Şair ve Yazar Hüseyin Peker 1946’da İzmir’de doğdu. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Yüksekokulundan mezun oldu. Edebiyata 1965 yılında şiir yazarak başladı. Arkadaş z. Özger, Ceyhun Atuf Kansu, Orhon Murat Arıburnu ve Behçet Necatigil şiir ödüllerini kazandı. “Rüzgârlı Ceket” isimli öykü kitabıyla Naim Tirali ödülüne değer görüldü. “Bir Yol Romanı”, “İzmirli” ve “Eli Torbalı Adam” isimli romanlara imza attı.