AB'nin yeniden inşası o kadar kolay olmayacak
Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta Almanya ve Fransa'nın AB'nin yeniden inşası politikaları, İtalya'nın konumu ve 'Hargney Geliştirme Aracı' var.
Almanya ve Fransa, Avrupa Birliği’nin kendi önderliklerinde yeniden inşasına yönelik adımlarını hızlandırmak istiyor ve bu yönlü ortak çalışmayı son dönemlerde derinleştirdiler. Merkel ve Macron, bundan 55 yıl önce Paris’te imzalanan Elize Sözleşmesi’nin yenilenmesi konusunda görüş birliğine vardılar. İki ülke hükümetleri dışarıya karşı uyumlu bir görüntü vermenin yanı sıra önümüzdeki dönem birçok alanda ortak adımlar atmaya hazırlanıyorlar. İngiltere’nin AB’den çıkma süreci ve buna bağlı olarak yürütülecek müzakereler ile Mayıs 2019’da yapılacak AB parlamentosu seçimlerinin, bu yönde kimi önemli adımların atılmasına vesile olması planlanıyor. Fakat, her şey planlandığı gibi gitmeyebilir. Almanya ve Fransa’nın iç politikadaki sorunlarının bu süreci etkilemesinin yanı sıra, AB’nin kurucu ülkelerindeki gelişmeler de hesapları baltalayabilecek etkenler arasında. Aylık ekonomi dergisi Alternatives Economiques dergisi İtalya’nın içinden geçtiği zorluklara dikkat çekerek, AB’nin bu korucu ülkesinin Birliğin en zayıf halkasını oluşturduğunu yazdı.
İNGİLTERE’DE KENTSEL DÖNÜŞÜME KARŞI ZAFER
Öte yandan İngiltere’de İsçi Partisinin yönettiği Haringey Belediyesi (Kuzey Londra’da bir bölge), uzun suredir “Haringey Geliştirme Aracı” projesini hayata geçirmeye çalışıyordu. Projenin hedefi, kentsel dönüşüm adı altında arazileri büyük konut şirketlerine satarak bölgede yaşayan yoksul aileleri semtin dışına çıkmaya zorlamak ve daha zengin ailelerin bölgeye yerleşmesinin koşullarını yaratmaktı. Bölge halkının yürüttüğü etkili mücadele sonucu İsçi Parti Merkez Yürütme Kurulu, belediyeye projenin durdurulması önerisinde bulundu. Buna bağlı olarak Belediye Başkanı Claire Kober görevinden istifa etti. Demokrasi ve projeye karşı mücadele yürütenler için büyük bir zafer gerçekleşmiş oldu.
ELİZE SÖZLEŞMESİ YENİLENECEK
German Foreign Policy
22 Ocak 1963’te imzalanan Elize Sözleşmesi’nin 55. yıl dönümü nedeniyle Paris’te buluşan Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron sözleşmenin iki ülke arasındaki ilişkileri derinleştirecek ve AB’yi güçlendirecek şekilde yenilenmesi konusunda fikir birliğine vardı. Berlin ve Paris, aralarındaki iş birliğini Avrupa entegrasyonunda bir motor olarak ele alıyor. Yapılan açıklamada ortak hareketin demokratik, rekabet gücü yüksek, sadık ve birleşik Avrupa’nın güçlendirilmesi bakışıyla sağlamlaştırılacağı belirtildi. Her iki ülkenin Avrupa ve dünyayı ilgilendiren kilit sorunlarda ortak pozisyon belirleyeceği açıklandı. Derinleştirilmiş birlikte çalışma, bir yandan finans, sosyal ve ekonomik, diğer yandan dış, savunma, güvenlik ve kalkınma politikasını içerecek. Terörle mücadele ve krizlerin aşılması konusunda da iş birliği yapılacak. Berlin-Paris ekseninin güçlendirilmesinde AB içi diğer ittifaklarla mümkün olmayan Avro Bölgesi’nin güçlendirilmesi esas alınacak.
Yeni Elize Sözleşmesi bu yıl içinde imzalanacak. Paris ve Berlin, ikili ittifaklarını AB içinde kendilerine yönelik direnişi kırmak için gündeme getirdiler. Sözleşmenin Avro Bölgesi’nin reformu konusunda gayri resmi temel alınması bekleniyor. İki ülkenin parlamentolarının ortak kararında, Fransa ve Alman hükümetlerinin politikanın her alanını; toplum, vergi, işveren hakları, savunma ve dış politikayı, uyumlu hale getirmesi talep ediliyor. Paris ve Berlin, 2018 yılında Avrupa’nın geleceğiyle ilgili halka yönelik anketler yapmayı hedefliyor. Yeni sözleşme, Merkel’in en güvendiği hükümet üyesi olan Maliye Bakanı Peter Altmaier ile Fransa Maliye ve Ekonomi Bakanı Bruno Le Maire tarafından hazırlanıp koordine edilecek. Haziran ayına kadar Avro Bölgesi’ndeki ekonomik dengesizliklerin ortadan kaldırılması ile bağlantılı görülen tartışma konuları üzerine görüş birliğine varılacak. İşverenlerden alınan verginin uyumlu hale getirilmesi ve yeni bir banka krizinin önlenmesi konusunda ortak öneriler getirilecek.
İÇ TARTIŞMA SÜRÜYOR
Almanya dışa karşı uyumlu davranmayı, tartışmaları kapalı kapılar ardında sürdürmeyi tercih ediyor. Örneğin Maliye Bakanı Altmaier, Fransa’nın önerisi olan Eurobonds konusunun sondaj görüşmelerinde gizli olarak ele alınacağını söyledi. Dış basın ikili görüşmelere bağlı olarak Almanya’nın finans elitlerinin aşırı bütçe fazlalığının bir kısmını AB içinde denge mekanizmalarına aktarmaya hazır olduğunu tahmin ediyor. Fransa ile Almanya arasındaki sondaj görüşmelerinde bir kalite sıçraması yaşandığından söz ediliyor. ABD kaynaklı haberlerde Almanya’daki koalisyon görüşmelerinin ilki olan CDU/CSU, Yeşiller ve FDP’nin katılacağı Jamaika Koalisyonunun AB’ye mali destek konusunda sert tavır alması, yardımı tümden reddetmesi nedeniyle başarısız sonlandığı iddia ediliyor.
CDU/CSU-SPD arasındaki büyük koalisyon görüşmelerinde ise bu konuda umut verici bir yumuşama var. Koalisyon sondaj sözleşmesinde bütçeden AB’nin stabilize olması için kaynak ayrılmasından söz ediliyor.
Avrupa politikasında sadece Berlin’in talep ettiği yapısal reformlar değil, toplumsal yakınlaşma da hedef alınıyor. Belgede Avro Bölgesi’nde bir yatırım fonu oluşturulması, Avrupa Parlamentosu’nun yetkilerinin arttırılması, hem yatırım fonunu hem de Avrupa Para Fonu’nu kontrol etmesi gündeme getiriliyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron kapsamlı bir reform programı hazırlamış durumda: Ortak bir AB bütçesi, Avrupa çapında finans transaksiyon vergisi ve işverenlerin vergilendirilmesinde uyumla başlayan program, aşağıya doğru (zayıf ülkeler arasında) rekabetle sona eriyor. Macron’un gündeme getirdiği noktalar CDU/CSU-SPD arasındaki koalisyon görüşmelerinde de ele alındı.
ALMANYA AZ MASRAFLA KURTULMAK İSTİYOR
Tartışmalara bir neden de Almanya’nın ihracat endeksli ekonomisi ve bu alandaki aşırı bilanço fazlalığı. Bu durum, Almanya’nın AB içindeki dominantlığına yol açtığı için sürekli eleştirilen bir konuydu. Bu fazlalık, geçen yıl 287 milyar dolara erişti. Avro geçerli olmasa, Almanya’nın bu kadar kâr elde etmesi imkansızdı. Bu nedenle Almanya açısından Avro Bölgesi’nin sağlamlaştırılması ihracatın daha da arttırılmasının olmazsa olmazı. Diğer AB ülkelerinin borçlanma nedeniyle ekonomik açıdan kötüleşmelerinin en azından geçici olarak durdurulması için Almanya’nın AB’ye para transferi zorunlu görülüyor. Aslında bu para transferi Almanya’nın lehine. Bu sayede sadaka verircesine AB içindeki egemenliğini sağlamlaştırıp yoksul ülkeleri kendine bağlamayacak.
Başbakan Merkel ise görüşmelerde, borçları nedeniyle Almanya’nın tasarruf baskısı programı altındaki ülkelere yapılacak yardımın sınırlı olacağını açıkça dile getirdi. AB içinde ortak bir maliye bakanı önerisine ise cevap vermeyi reddetti. Berlin, Avro Bölgesi’nin varlığını korumasını en ucuza mal etmekte kararlı.
(Çeviren: Semra Çelik)
İTALYA, AVRUPA’NIN ZAYIF HALKASI
Guillaume DUVAL
Alternatives Economiques
Gelecek 4 Mart’ta İtalya’da genel seçimler yapılacak ve büyük olasılıkla şu an iktidarda olan merkez sol kaybedecek. Belirtmek gerekir ki ülke 20 yıldır büyük bir ekonomik ve sosyal kriz geçiriyor. Yunanistan ya da İspanya’nın tersine, İtalya Avro Bölgesi’nde patlak veren krizden önce, yani 2000’li yılların başlarından itibaren yaşanan kalkınma aşamasından faydalanamamıştı. Ülkenin orta boylu şirketlerin egemen olduğu sanayisel yapısı, küreselleşmede Çin’in patlamasına karşı dayanamadı. Sonuç olarak, özellikle de gençler içerisinde olmak üzere yüksek bir işsizlik yaşanıyor. 2017’nin üçüncü çeyreği hesaplarında, hâlâ varlığını sürdüren 196 milyar avroluk karşılanamaz kredilerle, İtalyan bankaları hâlâ Avrupa’nın en zayıflarını oluşturuyorlar.
İtalya devletine gelince, geleneksel olarak zayıf olmanın yanı sıra, vatandaşlarının hükümete güvenmeme oranı tüm AB içerinde, Yunanistan’ı da geçerek, en yükseklerde, hatta Romanya ve Bulgaristan’ı bile solladı. Birçok İtalyan’a vergi bile ödetemez hale geldiğinden 2 milyar 266 milyon avro borç birikti, yani gayri safi yurt içi hasılasının (GSYİH) yüzde 132’si, ve herkes biliyor ki bu borç ödenemez. Fakat bu kadar büyük oranda borçlanma, sürekli katı kemer sıkma politikalarını dayatmayı zorunlu kılıyor. Bu olumsuz konjonktür, yaşam koşullarında sürekli bir geriye kayma olarak yansıdı: 1999 yılında, avro para biriminin kuruluşu yılında, İtalya’da kişi başına GSYİH bölgesel ortalamanın yüzde 3 üzerindeydi, 2017 yılına gelindiğinde ise bu oran bölge ortalamasının 13 puan altına düşmüştü, ve İspanya neredeyse İtalya’daki yaşam oranına ulaşmış durumda artık. Bunlara bir de, son yıllarda İtalya’nın mülteci krizinde en ön cephede bulunduğunu da eklemek gerekiyor. Ve bu vesileyle İtalya, Avrupa kurumları ve komşu ülkelerinin, özellikle de Fransa’nın sadece aşırı derecede sınırlı bir dayanışma içerisinde olduğunu yasayarak görmüş oldu. Çok kısa bir süre önce bir göçmenlik ülkesine dönüşen bu topraklardaki bu mülteci dalgası yabancı düşmanlığını kışkırtıyor.
Sonuç olarak; İtalya, (Roma sözleşmesi esnasında) ilk 6’lı Avrupa’nın kurucu üyelerinden olarak, uzun dönem bu yaşlı kıtada en çok Avrupasever ülkelerden birisiyken, gelinen aşamada, kamuoyu bugün Avrupa Birliği’nin inşasına en çok karşı çıkan ve avro para birimi bölgesinde avroya en fazla karşı çıkanlardan birisine dönüştü. İtalya’da Avrupaseptik (AB inşasına mesafeli duran) bir hükümetin başa gelmesi büyük olasılıkla Avrupa krizini tekrar canlandıracaktır.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
BELEDİYE KİRACILARI ‘HARGNEY GELİŞTİRME ARACI’NDAN KURTULDU
The Morning Star
Başyazı
Belediyenin, konutları özel bir gayrimenkul şirketine satma planları yüzünden evsizlikle karşı karşıya bırakılan (Londra’nın kuzeyinde bir belediye olan) Haringey sakinleri, (İşçi Partili) Belediye Başkanı Claire Kober’in istifa etmesini memnuniyetle karşıladı.
Momentum (İşçi Partisi içinde Corbyn’e verdiği destekle bilinen grup) üyeleri ve destekçileri Kuzey Londra’da halkı Kober’in kentsel dönüşüm projesine karşı harekete geçirmekte mükemmel bir rol oynadı ve Kober’in destekçilerine başarılı bir şekilde meydan okuyarak Mayıs’ta yerel seçimlerde kendi adaylarını sunma hakkını elde etti.
Bütçeleri daralan ve merkezi hükümetin sonu gelmeyen fon kesintileri karşısında belediyelerin seçmenlerine karşı sorumluluklarını getirmekte gittikçe zorlandığını gören gayri menkul yatırımcıları, son yıllarda “kâr” kokusunu alıyordu.
Eskimiş toplu konutları ve perakende satış tesislerini yenileme vaatleriyle parlak tanıtım broşürleri hazırlamakta usta olan yatırımcılar, bu broşürlerde yakında yıkılacak olan evlerinden kovulan insanlara “makul fiyatlı” evleri finanse etmek için merkezinde lüks konutların olduğu projelerin gerekli olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Tabii yatırımcılar etkilenen tüm belediye kiracılarına tekrar konut sunma sözü vermiyor, çünkü şirket hisse sahiplerinin beklediği kâr oranını etkileyeceğini biliyor.
Kober’in sunduğu ve belediyenin 2 milyar sterlin değerindeki mülkiyetini Avustralyalı şirket Lendlease’e transfer eden Haringey Gelişme Aracı gibi projeler, neoliberal özelleştirme politikalarını savunan Gordon Brown’ın Özel Finans İnisiyatifleri (PFI) veya Jeremy Hunt’ın, Sorumlu Bakım Kurumları (ACO) gibi özelleştirme politikalarının bir parçasıdır.
Kasanın anahtarı elinde olanlar, mevcut koşullarda gereken yatırımı sağlamanın tek yolunun özel sektörle ortaklaşa çalışmak olduğu konusunda ısrarcı.
Bir çok kamu sendikası (Morning Star gazetesi dahil) Özel Finans İnisiyatiflerini eleştirmesine ve bu yöntemin pahalı ve yetersiz olacağına dair uyarılar ve sonuç olarak özel şirketlerin kamu sektörünü elini kolunu bağlayacağını ön görmesine rağmen, Gordon Brown ve New Labour (Tony Blair’in yön verdiği akım) bir süre bu hokkabazlığı sürdürdü.
Yerel halk yeni okullar, hasta hanelerin ve diğer kamu projelerin açılışına seviniyordu ve uzun vadede biriken borçları göz ardı etti.
Uzun süredir Özel Finans İnisiyatiflerine karşı çıkan bir siyasetçi olan Gölge Maliye Bakanı John McDonnell, 200 milyar sterlin kamu borcunun halkın boynuna bir albatros gibi asılı olduğunu söyledi ve mevcut sözleşmeleri yeniden düzenlemeye ve bankacıların refahı için yapılan planları reddedeceğine söz vermişti.
“JR4NHS” olarak bilinen baskı grubunun çalışmaları sonucu Yüksek Mahkeme’nin Jeremy Hunt’ın Sorumlu Bakım Kurumları önerisinin adil incelemeye alınması da olumlu bir gelişme.
Eski göz cerrahi Dr. Colin Hutchinson, sağlık uzmanı Prof. Allyson Pollock ve eski Ulusal Sağlık Hizmetinin Sağlık Direktörü Dr. Graham Winyard, ÇBE ve halk yöneticisi uzman Prof. Sue Richards’ın kurduğu -ve Prof. Stephen Hawking tarafından desteklenen- bu grup İngiltere’de Ulusal Sağlık Hizmetinin Amerikalaşmasının sona ermesini talep ediyor.
Haringey Gelişme Aracı bu gelişmeler karşısında önemsiz görünebilir, fakat kamu sektörünün mal varlığını özel kâra çevirmeyi kutlayan düşünce biçiminden türedi.
Geçen hafta İşçi Partisi merkez komitesinin bu konuda konuşma kararı ve Haringey halkının gelişme aracına karşı duruşunu desteklemesi, Jeremy Corbyn’in parti lideri olduğundan beri partide nasıl bir değişim yaşandığını gösteriyor.
Eğer Kober’in iddia etti gibi “cinsiyetçi, zorba, demokratik olmayan ve yerel hükümetteki en mevkili İşçi Partili siyasetçi olarak şahsıma karşı saldırılar”a maruz kaldığına dair delil varsa bu şikayetlerini merkez komiteye iletmeli. Komite bu günkü üyeleriyle böyle uygunsuz davranışları, eğer böyle bir şey gerçekten varsa, araştırabilir ve çözebilir.
Kober’in savunduğu Haringey Gelişme Aracı yüzünden evlerini kaybetme riski olan ve yaşadıkları belediyeden uzaklaşmak zorunda kalabilecek Haringey belediye kiracıları Kober’e daha az sempati duyabilir.
(Çeviren: Çınar Altun)