11 Şubat 2018 03:22

Agonya’nın leyleği

Verimli Agonya Ovası’nı mesken tutan leylekleri bir daha dönmemek üzere göçüp gitmek zorunda bırakan neydi?

Paylaş

Özer AKDEMİR 

Karaaydın köyünden havalanan leylek mavi bir duman içinde kalmış Kaz Dağı’nın kuzey yamaçlarını arkasına alarak Yenice’ye doğru kanat açtı. Telleri çoktan kopmuş eski bir telgraf direğinin üzerindeki yuvada bıraktığı iki yavrusu uzun uzun baktılar annelerinin ardından. Aslında dört kardeşti leylek yavruları ancak birisi daha yumurtadan çıkamadan ölmüştü. Diğerini babaları öldürdü! Kalan iki kardeş bunun nedenini büyüyüp kendileri anne baba olana kadar asla anlamadılar.

Kaybolmadan birkaç hafta önce baba leylek, yıllardır geldikleri Agonya Ovası’nda artık eskisi kadar kolay av bulamadıklarından yakınıyordu. Ne tarlalarda eskisi kadar börtü böcek vardı, ne sularda balık, kurbağa. Hele o en sevdiği sırtı kahverengi benekli kedi gözlü yılanlardan bu yıl hiç birisine rastlamamıştı.

Agonya’nın vefalı, neşeli çalışkan insanları da eskisi gibi değildi sanki. Gerçi kendisine bir kötülükleri olmamıştı şimdiye kadar. Yan gözle bakanı da görülmüş, duyulmuş değildi. Çoluk çocuğu, genç yaşlısı leylek gördüklerinde hep durup hayranlıkla seyreder, “Hacı leylek bereket demek” derlerdi.

Oysa bu yaz tarlalarda çalışırken eskisi kadar neşeli görünmüyorlardı. Sabah ayazına, sarı sıcağa, kasvetli ilk yaz yağmurlarına aldırmadan kadınlı erkekli  şarkılar söylemiyorlar, “Evreşe yolları dar” türküsünde işi gücü bırakıp, parmaklarını şaklatarak oynamıyorlardı. 

Uzun zamandır verimli Agonya Ovası’nın ne beti kalmıştı ne bereketi. Bahar geldiğinde gökyüzünden uçsuz bucaksız yeşil bir halı gibi görünen ovanın bazı bölgeleri sararmış, kelleşmişti. Ovanın bu kesimleri ölmeye yatmış bir canlı gibi görünüyordu. Mecalsiz, bezgin kederli...

En son gittiği avdan da eli boş dönen baba leylek, açlıktan gagalarını aça aça kendisinden yiyecek bekleyen yavrularından en güçsüz olanı yuvadan aşağıya attı. Zaten yumurtadan çıktığı andan beri doğru düzgün beslenemeyen, sağlıksız küçük yavru yuvadan aşağıya düşer düşmez ölmüştü. Ölü yavrunun sokak köpeklerince yenmesini hüzünle izledi anne leylek. Baba leyleğe kızamıyordu çünkü bu ikisinin kararıydı. Diğer iki yavrunun sağlıklı kalabilmesi için bunu yapmak zorundaydılar.

Yavru leyleğin yuvadan atılmasından birkaç gün sonra baba leylek kayboldu. İnce boynunu geriye atıp uzun uzun gaga vurduktan sonra yiyecek aramak için havalandı ve bir daha dönmedi yuvaya. İki gün ve gece baba leyleğin dönmesini bekleyen anne leylek ikinci gün öğleden sonra iki yavruyu arkasında bırakıp, yağan incecik yaz yağmuruna aldırmadan yuvadan kanat açtı. Kendisinden çok iki yavrusunun kursağından iki gündür iki lokma geçmemiş olması diğer tüm duygulardan daha baskın gelmişti.

İri kanatları ile sis basmış ovada uçan leylek altında bir urgan gibi kıvrılıp Gönen Barajı’na kadar uzanan Döşemedere’ye doğru süzüldü. Yıllardır bu derenin kıyılarında yaşayan kurbağalar onun ana besin kaynaklarıydı. Bazen güneş altında yeşil/mavi pulları ışılayan bir su yılanına, ya da iri yeşil bir kertenkeleye de rast geldiği olurdu ki bunlar onun için en lezzetli öğünler arasındaydı. 

Baba leyleğin kaybolmadan önceki hayıflanmalarına hak veriyordu anne leylek de. O da bir süredir derenin renginin değiştiğinin farkındaydı. Su bulanmıştı. Daha doğrusu açık sarı ile yeşil arası bir  renk almıştı. Kokusu da değişmişti suyun. Eskiden etrafındaki bitkilerin, çamlardan sızan reçinenin, ıhlamurun, su pürenleri ve yaban kekiklerinin kokusunu taşıyan sudan şimdi acımtırak bir koku yükseliyordu. Bu koku bazen öyle dayanılmaz hale geliyor, öyle bir keskinleşiyordu ki derenin yanından uzaklaşıp tarlalara doğru kaçıyordu. 

Suyun kokusu içindeki kurbağa ve balıklara da bulaşıyordu. Kurbağalar suya girmez olmuş, kıyısındaki çamurların, yosunların içinde gizlenmeye çalışıyorlardı. Balıklar solungaçlarını kocaman kocaman açıp kapıyorlar, sarhoş gibi bilinçsiz dolaşıyorlardı suyun yüzeyinde. Bunun iyi mi kötü mü olduğunu bilemiyordu leylek. Bir taraftan ayağına kadar gelen yemekti bu balıklar, kurbağalar, öte yandan tatları, kokuları çok kötüydü.

Derenin rengine, kokusuna aldırmadan yiyebildiği kadar balık ve kurbağa yedi. Karnı tıka basa doyunca boynunu arkaya atıp, gırtlağına doldurabildiği kadar hava alarak gagasını takırdattı uzun uzun. Kaybolan eşinin sesini duymayı umdu, bekledi, bekledi. Duyduğu tek ses yakınlardaki maden tesislerindeki makinelerin taşları kırarken çıkardığı ses oldu. 

İşte, bu tesislerin üzerinden uçup yuvasına dönerken gördü baba leyleği. Madenin yanı başındaki iki havuzdan birisinin kenarında, geniş kanatları açık, karnı yukarı gelecek şekilde, suyun kıyısındaki siyah örtünün üzerinde yatıyordu. 

Normalde bu demir, beton yığını binaların, bu buğusundan kötü kokular yükselen havuzların üzerinden geçmezdi leylek. Gürültüsü, makinelerden yukarı doğru yükselen tozu, görüntüsü hiç hoşuna gitmezdi. O gün ise tüm bunları düşünemeyecek kadar dalgın ve üzgündü. 

Aşağıya inip ölüsüne baktı eşinin. Boynunu yine arkaya kıvırıp bu sefer acı ile takırdattı gagasını. Nasıl düşmüş, nasıl ölmüştü bu pis kokulu suyun içine bilemedi. Yuvasında bekleyen aç iki yavrusuna gitmek için eşinin ölü gövdesinin yanından havalandı. Havuzun üzerinde son bir kez dönüp eşinin ölüsü ile vedalaşırken, kalın bir boru ile havuzdaki sarı suyun dereye doğru bırakıldığını gördü. 

Deredeki kirli sarı rengi, balıkların, kurbağaların ıstırabının nedenini, bu su ile tarlalarını sulayan köylülerin kederini, Agonya Ovası’na çöken felaketin sebebini o zaman anladı. Yavruları uçmaya başladığında, göç mevsimini bile beklemeden, bu güzel ovadan son kez kanat açıp bir daha dönmemek üzere gitmeye karar vermişti yuvasına dönerken.

ÖNCEKİ HABER

Veysi Ülgen'le bir barış tartışması: 'Umut Doğu’da Saklı'

SONRAKİ HABER

CHP'de ilk PM toplantısında Aylin Nazlıaka tartışması

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa