'Gazeteci davalarındaki kararlar hukuki değil dönemseldir'
TGS adına Nedim Türfent ve Erdoğan Alayumat-Nuri Akman davalarını izleyen TGS Diyarbakır Temsilcisi Mahmut Oral: Kararlar hukuki ve vicdani değil.
Mahmut ORAL
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), ülkede basının müthiş bir baskı altında tutulduğu bu dönemde, gazetecilerle ilgili birçok davayı yerinde, duruşma salonunda izliyor. Yüksekova’daki Nedim Türfent davası ile Hatay’da 2 Şubat günü başlayan tutuklu gazetecilerden Erdoğan Alayumat ile tutuksuz Nuri Akman davası da bunlardan ikisi.
Nedim Türfent davası, başından bu yana belli ki bir hınç davasıydı. Çünkü Nedim, kamuoyunun “Türk’ün gücünü göreceksiniz” video haberini bulup, Yüksekova’da yurttaşlara yapılan toplu işkenceyi belgelemişti. Duruşmalarda Nedim başından sonuna kadar, kendisi hakkında açılan bu davanın bu video haber ile ilgili olduğunu, haber yayımlandıktan sonra işkencenin sorumluları hakkında İçişleri Bakanlığı tarafından soruşturma başlatıldığını, hatta bu polisler hakkında ceza da kesildiğini anlatıp durdu. Doğrusu bu konuda nasıl bir ceza verildi, onu henüz bilmiyoruz. Çünkü polis teşkilatı içinde bu konularda müthiş bir meslek taassubu var. Öteden beri olduğu gibi kol kırılıyor, yen içinde kalıyor.
HEDEF GÖSTERİLDİ, DARBEDİLDİ, TUTUKLANDI
Davaya dönecek olursak, en başından itibaren Nedim ile ilgili bir hukuksuzluk silsilesi başladığını görüyoruz. Nedim daha gözaltına alınırken kendisi darbediliyor, kaba dayağa maruz kalıyor ancak bu konuda bir türlü doktor raporu alamıyor. Nedim, bunu defalarca mahkeme huzurunda da ifade etti ve gözaltına alındığı sırada kendisine işkence yapan polisler hakkında suç duyurusunda bulunduğunu söyledi. Fakat bu talepleri mahkemece dikkate alınmadı. Oysa insanlığa karşı bir suç olan işkence hakkında mahkemenin, Nedim’in talebi dahi olmadan resen harekete geçmesi gerekirdi, bu olmadı. Hatta Nedim’in ifadesine göre, gözaltına alan polisler başından beri, kendisine ceza kesildiğini biliyordu. Çünkü Nedim’i “Merak etme uzun süre burada kalacaksın, 20 yıl ceza alırsın” sözleri ile karşılamışlardı. Yine Nedim, kendisi hakkındaki iddianameyi 13 ay sonra okuyabildi. Bu süre boyunca uzun süre tek kişilik hücrede tutuldu.
TANIKLAR İŞKENCE VAR DEDİ AMA...
Duruşmalarda ise hem Nedim’in hem de avukatlarının savunmaları, Nedim hakkındaki iddianameyi daha ilk celsede çökertti. Çünkü iddianamelerde Nedim aleyhinde ifade verenlerin neredeyse tamamı, kollukta kendilerine işkence yapıldığını, Nedim hakkında söylediklerinin tamamının işkence ile söyletildiğini, esasında Nedim’i tanımadıklarını itiraf ettiler. Üstelik bu ifade veren tanıkların önemli bir bölümü de 18 yaşından küçük çocuklardı. Nedim’in Avukatları Barış Oflas ve Harika Günay Karataş, çocukların kolluk ifadelerinin alınış usul ve şekillerine her seferinde itiraz ettiler.
24 sanık içinden sadece bir tanık, Nedim’i tanıdığını, onun Yüksekova’daki YPS’lilerin haberlerini yaptığını, Nedim’in Irak Kürdistanı’ndaki örgüt kamplarına gittiğini gördüğünü ve bildiğini söylüyordu.
İDDİALAR ÇÜRÜDÜ AMA NEDİM 8 YIL 9 AY CEZA ALDI
N.A. adındaki bir itirafçı kadının söyledikleri dışında Nedim aleyhine tek bir ifade kalmamıştı. Ancak Nedim ve avukatları, N.A’nın bir başka davada verdikleri ifadeyi buldu ve bunu mahkemeye sundular. Bu ifadede bizzat N.A, Nedim hakkında söylediklerini çürütüyordu. N.A, ortaya çıkan bu ifadesinde, Yüksekova’da yasaklar ve operasyonlar sürdüğü sırada, bir buçuk ay kadar bir evde saklandığını ve evden hiç çıkmadığını belirtiyordu. Dolayısıyla şu soru karşımıza çıktı. N.A. Nedim’i örgüt kamplarında ve YPS’lilerle ne zaman ve nasıl görmüştü. Bu çelişkili ifadeler, savcılığı yeni bir tanık bulmaya zorlamış olacak ki bu kez “gizli tanık” peyda oldu ve Nedim hakkında demediğini bırakmadı. Sonuçta Nedim, 8 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum edildi. Üstelik mahkeme, “fiilin devamlılığı” şartını öne sürerek Nedim hakkındaki cezayı artırarak bu hükmü verdi.
Nedim’in davası, işkence ile yaratılan zorlama deliller ile verilmiş bir karardır. Yasal olabilir ama hukuki ve vicdani değildir. Bu nedenle karara uymak zorunda olsak bile saygı duymuyorum. Karar basın özgürlüğüne aykırıdır.
ALAYUMAT VE AKMAN DAVASI
Erdoğan ve Nuri’nin davaları ise daha yeni başladı, umudumuz bu hiç olmazsa bu davanın hukuki ve vicdani bir sonla tamamlanması. Bu davada da dikkatimizi çeken kimi maddi çelişkiler var.
Bunlardan en özgün ve yaratıcı olanı Erdoğan’ın üniversite öğrencisi olarak, “öğrencilik yıllarında” üniversite gençlik yapılanması içinde faaliyette bulunuyor olması hakkında. Ki bu maddi hata, iddianamenin nasıl bir zorlama ile hazırlandığını ortaya koyuyor. Çünkü Erdoğan, bizzat kendisinin emniyet ifadesinde de söylediği gibi ilkokul 4’üncü sınıftan terk. Öğrenimini açık öğretim ile yapmış ve kendi deyimi ile “hiç öğrencilik yılları” olmamış.
Bu davanın da devlet refleksi ile açılmış bir dava olduğu aşikar. Çünkü Erdoğan ve Nuri, sınır hattında, devletin “gizli” olarak yaptıkları bir takım faaliyetlerini ortaya çıkardılar. Erdoğan ve Nuri’nin sınır hattında yaptıkları bu haberlerin, her ne kadar gizli yapılsa da bugün Türkiye’nin gururla sunduğu faaliyetler olduğu da anlaşılıyor. Çünkü casuslukla suçlanan bu gazeteciler, yaptıkları haberlerde, bugün Afrin harekatında önde olan “Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)” elemanlarına verilen silahlı eğitimden söz ediyorlardı. O dönemde gizli olan bu faaliyetler, günümüzde her gün gazete manşetlerinde yer alıyor. Hatta Cumhurbaşkanı’nın deyimi ile “Kuvvayi Milliye” güçleri ile gurur duyuyor.
O zaman Erdoğan Alayumat neden hâlâ tutuklu ve bu iki gazeteci hâlâ neden casusluk ile suçlanıyorlar. Ortaya çıkardıkları bu faaliyet şimdi bütün dünyanın gözleri önünde icra ediliyor. Dolayısıyla ortada gizliliği süren bir şey yok. Bu nedenle bu tutuklu bulunan Erdoğan Alayumat’ın derhal serbest bırakılması ve gazeteciler hakkındaki davanın düşmesi gerekiyor. Ancak mahkeme, bu talepleri ilk duruşmada reddetti. Üstelik, her gün her ekranda, her gazetede defaatle okuduğumuz gördüğümüz bu faaliyetin “Devletin gizli kalması gereken bir sırrı olup olmadığını, devletin ilgili kurumuna sormak” üzere mahkemeyi erteledi.
AMAÇ GAZETECİLERİN GERÇEĞİ YAZMASINA ENGEL OLMAK
Her iki davada da görüldüğü üzere, muhalif gazeteciler üzerinde dönemsel olarak uygulanan hukuki baskılar, bu dönemde de yeniden hız kazanmıştır. Açılan davalarda verilmek istenen mesaj, gazetecilerin gerçeği yazmalarına engel olmaktır. Nedim olmasa idi bugün Türkiye, özel harekatçı polislerin, yurttaşlara yaptığı toplu işkenceyi öğrenemeyecekti. Ya da Erdoğan ve Nuri’nin yaptıkları haberlerle aslında bugün ödül almaları gerekiyordu. Çünkü Afrin harekatının işaretlerini aylar, hatta yıllar öncesinden deşifre etmişlerdi. O halde bu davalar ve verilen kararlar, hukuki değil dönemseldir.
Gazetecilerin cezaevlerine tıkılıyor olması, demokrasinin soluk borusunun kesilmesidir. Sağlıklı bir demokrasi için, haber almak kadar haber verebilmek hakkını da savunuyoruz. Bu nedenle gazetecilerin cezaevlerinde tutulmasını asla kabul etmiyoruz. Bizim öncelikli talebimiz, gazetecilerin tutuksuz yargılanmasıdır. Giderek, gazeteciler hakkında açılan davaların da düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilerek düşürülmesidir. Gelişmiş demokrasilerde cezaevlerinde tek bir gazeteci bile yoktur. Ancak bugün Türkiye, tutuklu gazeteci sayısı bakımında dünyada kırılması zor bir rekoru elinde bulundurmaktadır. Cezaevinde halen 151 meslektaşımız bulunmaktadır. Gazetecilik suç değildir. Bu baskı dönemlerinden az hasarla çıkmanın yollarından biri de örgütlülüktür. Meslektaşlarımızı Türkiye Gazeteciler Sendikası çatısı altında toplanmaya davet ediyoruz.