Pervin Buldan: Bütün anneler barışa el uzatmalı
HDP'nin yeni Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ile partilerine yönelik baskılar, kongre süreci, Afrin operasyonu ve AKP-MHP ittifakı üzerine konuştuk.
Birkan BULUT
Ankara
HDP’nin türlü engellemelere rağmen umut mesajı verdiği son kongresinde, eş genel başkanlığa Pervin Buldan ve Sezai Temelli seçildi. Kongrenin hemen ardından Buldan ile partilerine yönelik baskıları, Türkiye ve bölgedeki gelişmeleri konuştuk. Buldan 1994 yılında eşini faili meçhul cinayete kurban vermesinden bu yana mücadelenin içinde. O günden bu yana barış umudunu hiç yitirmediğini anlatan Buldan, şöyle diyor: “Eşimi kaybettiğim gün bir çocuk dünyaya getirdim. Babasını görmeyen bir evladın annesi oldum. Ona hem annelik hem babalık yapmaya çalıştım. Benim durumumda olanlara, özellikle kadınlara, annelere bundan sonra evlatlarını kaybetmeyecekleri bir ülke armağan etmek isterim. Her bir annenin kendi vicdanıyla, kendi iradesiyle barış elini uzatması gereken bir sürecin içerisine giriyoruz. Anneler ses çıkarmalı, barışı savunmalı, ölümlere karşı durmalı diyorum...
Öncelikle kongreden başlayalım. Partinize yönelik aylardır devam eden operasyonlar, kongre öncesinde HDP ve bileşenlerini de kapsayarak genişletildi. Gelinen noktada 7 kişinin milletvekilliği düşürüldü, 9 milletvekili cezaevinde. Tüm bunlarla birlikte HDP’yi siyaset dışına itmek istemeleri neden bu kadar önemli?
7 Haziran tarihinde HDP’nin almış olduğu oy oranı ve çıkardığı milletvekili sayısı iktidarı ürküttü. Bu da aslında çözüm sürecinin Türkiye’ye kazandırmış olduğu umuttan kaynaklandı. Çözüm süreciyle ve hemen ardından gelen 7 Haziran seçimleriyle birlikte, hem Kürtlerin hem de Türkiye halklarının HDP’ye olan güveni arttı. Çözümden ve barıştan yana, Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen kesimler HDP’ye umut bağladılar. Seçimde de bu iradelerini beyan ettiler. Ancak 7 Haziran seçimlerine bir darbe yapıldı. 1 Kasım seçimlerine kadar süren üç aylık süreçte baskı ve şiddetin dozu da arttırıldı. Başta genel merkezimiz olmak üzere tüm il ve ilçe binalarımıza baskınlar düzenlendi, binalarımız yakıldı. Bölgede sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte HDP’ye oy veren Kürtlere baskı yapıldı. Ancak 1 Kasım tarihinde bütün bu baskılara rağmen insanlar bir kez daha HDP’nin yanında olduklarını gösteren bir tavır sergilediler.
Kongredeki konuşmalarınız gerekçe gösterilerek hakkınızda soruşturma açıldı. Ardından 2008 ve 2015 yılları arasında yaptığınız konuşmalar nedeniyle “Silahlı Terör Örgütüne Üye” olmak suçlamasıyla iddianame düzenlendi. Siyasi konjonktür nedeniyle dün suç sayılmayan ifadelerin bugün suç sayılması olağanlaştı. Ancak 2008-2015 arasını kapsayan iddianame için neden iki yıl beklenmiş olabilir?
Bu beklemediğimiz bir şey değil. Bütün kongrelere soruşturma açılması, yeni seçilen eş başkanlara soruşturma açılması ne yazık ki gelenek haline getirildi. Benimle ilgili bir iddianamenin hazırlanması elbette ki bana ilişkin farklı bir tutum olduğunu gösteriyor. Çünkü benim 2008'de, 2009'da, 2011'de yapmış olduğum konuşmalar yeni yasayla düşen dosyalar. Bunlar birleştirilerek örgüt üyeliğinden bir dosya hazırlandı. Eğer o iddianame kabul edilirse ifadem alınacak ve ceza verme yönünde bir girişim başlatılacak. Biz bunlara alışığız; korkmuyoruz, ürkmüyoruz. Şu anda cezaevinde on binlerce insanımız, milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız, barışı savunan insanlar var. Ben de onlardan biriyim. Barışı savunmaya devam edeceğim. Bu soruşturma ve iddianamelerin hiçbirinin bizim açımızdan bir geçerliliği yoktur.
Son konferans ve kongre sürecinizde bir öz eleştiri verdiniz. Tek adam rejiminin giderek derinleşmesini engelleyecek toplumsal direniş ve örgütlenmeyi yeterli bir düzeyde gerçekleştiremediğiniz, Sur ve Cizre gibi kentlerde yaşanan abluka sürecinde ve demokratik siyasete saldırılar karşısında etkili bir mücadele çizgisini açığa çıkaramadığınız şeklinde bir öz eleştiriydi. Bunu biraz daha açabilir miyiz? Neden yapılamadı?
Sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte özellikle Cizre’de, Silopi’de, Nusaybin’de, Yüksekova’da, o yıkımlar esnasında oradaki insanların yanında olmaya elbette çalıştık. Ancak bütün bu çabamıza rağmen çok kalın bir duvarla karşılaştık. Halkımızla birlikte olmamıza tahammül edemeyen zihniyet aramıza bir duvar ördü. Elbette bu duvar aşılabilirdi. Bir yol mutlaka bulmalıydık. Bölgede sokağa çıkma yasağıyla birlikte katledilen insanlarımızın ailelerine, işini ve aşını kaybeden esnafımıza karşı bir öz eleştirimiz var. Sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasıyla birlikte eş genel başkanlarımız, milletvekili arkadaşlarımız halkın acılarını paylaşmaya çalıştık ama sanırım bu yeterli olmadı. Konferanslarımızda insanlarımız bizi eleştirmeye devam ettiler ve elbette haklı eleştirilerdi. Bundan sonra halkımızın yaşayacağı en ufak bir sorunda veya acıda -umarım bundan sonra ülkemizde bu acılar yaşanmaz- yanlarında olmaya devam edeceğiz.
MECLİSTE GÖREV ALACAKLAR
HDP’nin 100 kişilik Parti Meclisi listesinin yarısı değişti. Ancak liste dışındaki 53 isim arasında Alp Altınörs, Besime Konca, Meral Danış Beştaş ve Osman Baydemir gibi dikkat çeken isimler de var? Bu isimler neden yer almadı?
Bu isimlerin farklı görevlerde yer alması durumu söz konusu. Örneğin; Osman Bey ve Meral Hanım Meclis grup yönetiminde yer alacakları için PM’ye giremediler. Bu tartışma konusu olmamalı bence. Her iki arkadaşımız da daha önce Parti Meclisinde görev alan arkadaşlarımızdı. Bu dönem de zaten kendilerinin görüş ve önerileri alınarak oluşturuldu. Yani alınan karar onları dışlayarak değil, onlarla ortaklaşarak alınan kararlardır. Meclisi de sıkı tutmamız gerekiyor. Görünür olduğumuz bir yer, bir mücadele alanı olarak görüyoruz. Dolayısıyla hiçbir arkadaşımıza karşı bir ön yargımız yok. Bu arkadaşlarımla görüşmeler yapılarak kendi talep ve önerileri alınarak böyle bir listenin oluşturulduğunu belirtmek isterim.
{{343110}}
Demirtaş’ın aday olmama kararı bazı aydınlar tarafından eleştirildi ve bunun HDP’yi zayıflatacağı söylendi. Konuyla ilgili bazı tartışmalar yaşandı, kararın geri alınması için kampanyalar düzenlendi, kongrede de bazı delegeler adaylık önerisinde bulundu. Eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz?
Selahattin Bey her zaman için hem bizim, hem Türkiye halklarının yanında eş genel başkanlık görevini devam ettirecek. Ancak kendi beyanıyla cezaevi koşullarında bu görevin zor olduğunu ifade etmesiyle birlikte bizler bu göreve getirildik. Kongre günü Selahattin Başkanın tekrar aday olması yönünde toplanan imzaları saygıyla karşılıyoruz. Bunu arkadaşlarımızın en demokratik hakkı olarak görüyoruz. Çünkü Türkiye halkları, Kürt halkı elbette ki Selahattin Başkanı her zaman başkan olarak görmek ister. Biz de buna saygı duyuyoruz. Bundan sonra da Selahattin Başkan partimizin en üst kurulu Parti Meclisimiz ve MYK’mizde yer alacak olan isimdir. Şunu ifade etmek isterim ki, Selahattin Bey bizim her zaman eş genel başkanımızdır.
Gün geçtikçe sivil ve askeri kayıpların arttığı Afrin operasyonunun geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin Suriye politikaları başından beri yanlış yolda. Afrin gerçekten Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı ama aynı zamanda farklı kimliklerin, farklı etnik grupların, mezheplerin yaşadığı bir yer. Dolayısıyla oradaki saldırı sadece güvenliği korumak adına yapılan bir saldırı değil bence. Çünkü oradan Türkiye’ye şimdiye kadar hiçbir şekilde tehdit olmadı. Orada aslında Kürt halkının kazanımına yönelik bir saldırı var. Çok açık ifade etmek gerekiyor. Bugün Türkiye ya da Türkiye’yi yönetenler sadece bu ülkede yaşayan Kürtlere ilişkin değil, Ortadoğu’da yaşayan Kürtlere de bir müdahale içerisine girmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla ben bu politikalardan bir an önce vazgeçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Oradaki Kürtlerin kendi özgür iradeleriyle kurmuş oldukları yaratmış oldukları kazanımlara da saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Tabii sadece Türkiye’nin değil, uluslararası güçlerin de büyük payı var. Tüm dünyanın aslında Kürt halkı üzerinden oyunlarını yapmaya çalıştığı bir sürece girdik. Bu doğru bir yaklaşım değil. Kürt halkının yaşadığı her yerde kendi iradeleriyle yaşama hakları vardır. Buna da herkesin saygı duyması gerektiğini düşünüyorum. Bu politikalar herkese kaybettirir. Bu politikalarda, aynı yanlışlarda ısrar edilirse kaybeden herkes olur.
AKP MHP İTTİFAKI KÜRT SEÇMENİ RAHATSIZ ETTİ
AKP-MHP ittifakının, Kürt seçmenin oylarına nasıl yansıyacağı siyasetin tartışma konularından biri. Peki sizin gözleminiz nedir?
AKP-MHP ittifakına karşı Kürt halkında çok büyük bir rahatsızlık oluştuğunu belirtmek isterim. Afrin meselesi de üzerine gelince, özellikle AKP’ye oy veren Kürtlerin bu seçimde biraz daha vicdanlı davranacağı izlenimi içerisindeyim. Bunu her gittiğimiz yerde ifade ediyorlar. O yüzden AKP’ye oy veren Kürtlerin elini bir kez daha vicdanına koyması gerektiğini düşünüyorum. Bu önemli bizim açımızdan. Çünkü şunu biliyoruz; Türkiye’nin her tarafında AKP’ye oy veren Kürtler var. Bunun çok farklı sebepleri var tabii ama biz bu sebepleri de araştırarak o insanlara yaklaşmak durumundayız. Tıkalı olan demokratik siyaset kanallarını açma yönünde bize yardımcı olabilirler. Çünkü bugün AKP Hükümetinin HDP’yi siyasetin dışına atma çabalarına karşı Kürtlerin yeniden bir araya gelmesi gerekiyor. Ayrıca sadece Türkiye’deki Kürtler değil. Dört parçada yaşayan Kürtler açısından da bunun önemli olduğunu ve acilen ulusal birlik kongresine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Artık Kürtlerin birlik ve beraberliğinin zamanıdır bence. Kürt halkının kendisine yönelik her türlü baskı ve şiddette birlik ve beraberliği bunun önüne geçebilir diye düşünüyorum.
KEŞKE İMRALI HEYETİNDE BİR CHP’Lİ OLSAYDI
Kongredeki konuşmanızda, “Türkiye bir an önce diyalog, müzakere ve çözüm sürecine yeniden dönmelidir” dediniz. Gerek Erdoğan, gerekse AKP sözcüleri, CHP’nin “Dün neden masaya oturdunuz” eleştirilerine “Devlet dün şefkat elini uzattı, bugün kudret elini uzatıyor” yanıtını veriyor. Bu zihniyet hakimken, çözüm ve müzakere umudu taşıyor musunuz?
Ben açıkçası siyasete atıldığım günden bu yana sürekli bir umut içerisinde oldum. Elbette çözüm süreci Türkiye tarihi açısından çok önemli bir dönemdi. O dönem içerisinde bu ülkede hiçbir şekilde acıların yaşanmaması, hiçbir şekilde kayıpların olmaması, Türkiye’nin hiçbir yerine tabutların gitmemesi bize en büyük kazanım oldu. Çünkü hiçbir şey bir insan yaşamından kıymetli değildir. O yüzden Ege’ye giden tabutun da Hakkari’ye giden tabutun da birbirinden farkı yoktur bizim açımızdan. Van’da ağlayan bir anne ile Kayseri’de ağlayan annenin gözyaşının rengi elbette ki ayrı olamaz.
CHP’nin bu konudaki söylediklerinin bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Her şeyin şeffaf olmasını isteyen, Mecliste tartışılmasını isteyen CHP, o gün Mecliste kurulan komisyona üye bile vermeyi kabul etmeyen bir partidir. Keşke o zaman CHP bu sürecin dışında kalmasaydı, kurulan komisyona üye vererek sürece müdahil olsaydı. Hatta keşke adaya giden heyetin içerisinde bir tane de CHP’li olsaydı belki bugünlere gelinmezdi. CHP, Türkiye’nin geldiği noktada en büyük rolü olan bir parti konumundadır ne yazık ki. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasından tutalım, çözüm sürecindeki pratikleri Türkiye’nin Kürt sorunu başta olmak üzere yaşadığı tüm sorunlara hep geriden bakan, sadece kendi iktidarını düşünen bir parti konumundan çıkmak durumundadır. Çünkü ana muhalefet partisi ve sosyal demokrat konumunda olan bir parti, Kürtleri temsilen parlamentoda olan bir partinin çözüm önerilerine açık olmak zorundadır. Bunu yapmadığı sürece CHP her zaman kaybetmeye mahkumdur. Dolayısıyla Türkiye’de çözüm, barış, demokrasi meselesinde sadece elini değil gövdesini bile taşın altına koymak durumundadır. Bu konuda herkese görev düşüyor. Sadece CHP açısından da söylemiyorum. Tüm siyasi partiler, tüm sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri bu durumda birlik ve beraberlik içerisinde olmak zorundadır.
HİÇBİR ANNE EVLADINI ÖLSÜN DİYE DOĞURMAZ
Eşinizi kaybettikten bu yana intikam ve kin duygusu ile hareket etmediğinizi, barış umudunuzu sürdürdüğünüzü söylemiştiniz. Aynı zamanda bir Cumartesi Annesi olarak hem Türk hem Kürt annelerine ne söylemek istersiniz?
Ben uzun yıllar Cumartesi Anneleriyle birlikte mücadele eden bir insanım. Bugün ülkede yaşanan kayıplardan, ölümlerden büyük rahatsızlık duyan bir insanım. Çünkü bu çatışmalı süreçte eşini kaybeden bir insanım. Eşimi kaybettiğim gün bir çocuk dünyaya getirdim. Babasını görmeyen bir evladın annesi oldum. Ona hem annelik hem babalık yapmaya çalıştım. Benim durumumda olan insanların, özellikle kadınların, annelerin bundan sonraki süreçte evlatlarını kaybetmeyen bir süreci onlara armağan etme gibi bir durumunda olduğunu belirtmek isterim. Çünkü Cumartesi Anneleriyle bundan sonra ölümler olmasın, anneler ağlamasın diye oturduk hep. Kayıplarımız bulunsun ve bu kayıpları, ölümleri gerçekleştirenler yargı önüne çıkarılsın diye hep umut ettik. Çünkü bir adalet arayışıdır aslında Cumartesi Aannelerinin arayışı. Kayıplar, ölümler hepimizin canını yakan durumlar. Kiminin mezarı var, kiminin yok. Özellikle asker annelerinin bu çatışmalı ortama son verilmesi yönünde çağrı yapması gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir anne evladını ölsün diye doğurmaz. Hiçbir kadın eşini, yol arkadaşını, yaşam arkadaşını kapısına tabutu gelerek görmek istemez. Ve hiçbir çocuk babasının tabutuna sarılmak istemez. Dolayısıyla her birimizin trajedisi farklı olabilir. Kimimiz eşimizi, kimimiz kardeşimizi, kimimiz babamızı kaybettik bu süreçlerde. Her dönemin ayrı bir ağırlığı oldu. Çünkü hâlâ ölümler var. Hâlâ insanlar yaşamını kaybediyor. Hâlâ bu ülkeye tabutlar gelmeye devam ediyor. O yüzden bütün kadınların bu süreçlere karşı çıkması gerekiyor. Bütün annelerin kendi vicdanıyla, kendi iradesiyle barış elini uzatması gereken bir sürecin içerisine giriyoruz. Çünkü yaşanan ölümlerden hiç kimse memnuniyet duymaz. Rahatsızlık duyar elbette ki. Dolayısıyla şunu ifade etmek isterim. Anneler ses çıkarmalı, barışı savunmalı, ölümlere karşı durmalı diyorum.