Çocuk istismarının artışında mesele yasa değil, uygulama!
İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi avukatlarından Ayşenur Demirkale ile hamile çocukları ve çocuk istismarı ile ilgili yasaları konuştuk.
Elif Ekin SALTIK
İstanbul
İstanbul Küçükçekmece’deki Kanuni Sultan Süleyman Eğitim Araştırma Hastanesine 5 ayda 115 hamile çocuğun başvurduğu haberi memleket gündemini sarstı. Her gün daha fazla karşılaştığımız istismar olaylarına toplumun büyük kesimi tepki gösteriken devlet yetkilileri “abartılacak bir şey olmadığını” söyledi. Çocukların birçoğunun 15 yaş ve üzerinde olması adli mercilere bildirimin zorunlu olmadı savunmalarını getirdi.
Türk Ceza Kanunu’nda çocuklara yönelik işlenen istismar suçlarında pek çok kez değişikliğe gidildi. Evlilik yaşını 15’e çeken yasalarda ‘çocuğun rızası ile yaşadığı ilişki ve evlilik’ soruşturmaya tabii olmazken, istismar durumunda soruşturma yapılmak durumunda. Peki ‘rıza ile ilişki ve evlilik’ ya da ‘istismar’ olup olmadığına kim karar verecek, nasıl karar verilecek, ne olacak? 115 hamile çocuk vakasında yetkililer sorumluluklarını örtbas etmek için ‘inceledik, gerek görmedik’ demiş olsa da, olması gereken elbette bu değil.
Peki olması gereken ne? Bir yasa ’18 yaşından küçük herkes çocuktur’ derken, diğer bir yasa evlilik yaşını 15’e mi indiriyor? Fiili cezasızlığa hukuki boşluklar mı oluşturuluyor?
İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi avukatlarından Ayşenur Demirkale ile mevzuatları, yasaların ne derece uygulandığını, sorunların nereden kaynaklandığını konuştuk.
Kanuni Sultan Süleyman Hastanesine başvuran 115 hamile çocuğun durumlarıyla ilgili hiçbir işlem yapılmamış olması, 15-18 yaş arası evliliği ve çocuk hamileliklerde nasıl bir süreç işletilmesi gerektiğini yeniden gündeme getirdi. Bu durumla ilgili şu an Kanun bize ne diyor?
Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Çocuk Koruma Kanunu’nda Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesine uygun olarak 18 yaşın altındaki her birey çocuk olarak kabul edilmiştir. 18 yaş altındaki çocuklara ilişkin olarak düzenlemeleri yetişkinlerden farklı bir formatta değerlendirmek lazım. ‘Çocukların cinsel istismarı’ başlıklı TCK 103. madde Anayasa Mahkemesi iptalleri de esas alınarak birkaç kez değiştirildi. Maddenin son haline göre “15 yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış cezalandırılır. Çocuk 12 yaş altında ise daha ağır bir ceza verilir. Diğer çocuklara karşı ise sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, cinsel istismar olarak değerlendirilir ve cezalandırılır.” Kısaca özetlersek 15 yaşın altındaki çocuklara karşı işlenen filin anlamını ve sonuçlarını bilmeyenlere karşı her türlü cinsel davranış, cinsel istismar olarak cezalandırmaya tabi iken 15 yaş üstündeki çocuklara dair şiddet ve tehdit ve hile gibi hallerde cezalandırma düzenlenmiştir.
Yine TCK’de “reşit olmayanla cinsel ilişki” başlıklı bir madde var. Buna göre “Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, 15 yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikayet üzerine, 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Rızaya dayalı cinsel ilişki olarak da adlandırılan bu maddeye göre 15 yaş üstü çocuklarda rıza varsa ve şikayet yoksa cezalandırma yoktur. Buradaki düzenlemede şayet evlenme yasağı içinde bulunan kişilerle bir ilişki yaşanmışsa -yine evlat edinilecek çocuk, koruyucu aile, bakım ve gözetim altındaki çocuklara karşı işlenirse- şikayet aranmaksızın cezalandırma söz konusudur.
SAĞLIK MESLEK MENSUPLARI ‘İSTİSMAR YOK’ KARARI VEREMEZ
Mesela çocuk 15 yaşında ve hamile. Ne yapılması gerekir?
Rıza ile ilgili değerlendirme yetkisi veya bu ilişkinin kimle nasıl hangi koşullarda yaşandığı çocuğun cebir, tehdit, hileye maruz kalıp kalmadığını değerlendirmek ya da o çocuğun gerçekten 15 yaşında olup olmadığını değerlendirmek sağlık meslek mensuplarının görevi değildir. 15-18 yaş arasındaki çocukların rızaya dayalı ilişkileri yasal anlamda suç değil ve bir kısmı da gerçekten şikayete bağlı, ama bu fiilin 15 yaşından sonra mı işlendiği; çocuğun rızasının ne şekilde geliştiği veya oradaki fiile dönük olarak çocuğun algılama yeteneğine dair tespiti yapacak kişi cumhuriyet savcısıdır.
Bir sağlık meslek mensubu gebe bir çocuk kendisine geldiği takdirde bunu her koşulda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bildirmek zorundadır. Hepsinden önemlisi Sağlık Bakanlığının 2012 yılında çıkarmış olduğu bir genelge var. Bu genelgede açıkça sadece sosyal hizmetlere değil cumhuriyet savcılığına ihbar etmelerine dair bir yükümlülük getiriyor. Bu demektir ki kamu görevlileri 15-18 yaş arasındaki çocukların gebeliklerini sadece Kanun metnindeki ‘rıza ve şikayetim yok’ beyanını esas alarak bildirmeme kararını alamazlar.
115 hamile çocuk olayında tartışılan bir konu da ihmali olan kamu görevlileri hakkında Valiliğin soruşturma izni vermemesiydi. Yine Çocuk Koruma Kanunu’ndaki hüküm ‘Çocuk Koruma Kanunu’na aykırılık halinde valilikten izin alınmasına gerek kalmaksızın soruşturma yürütülür’ anlamına gelir. En ciddi eksiklerden birisi bu. Her koşulda sosyal hizmetlere, savcılara bildirim şarttır, ama hepsinden önemlisi buradaki kamu görevlilerinin sorumluluğu tespiti noktasında kamu görevlilerinin yargılanması dair Kanun uyarınca izin alma yönteminin uygulanmasına gerek yok.
Bu durumda açık bir örtbas var diyebilir miyiz?
Bir örtbas var mı, dava dosyasına hakim değilim. Ama eğer burada görevlilerden kaynaklanan bir ihmal veya kasıtlı bir bildirim yükümlülüğü ihlali söz konusuysa kesinlikle üzerinde durulması gerekiyor. Çocuk İzleme Merkezleri (ÇİM) 2012 yılında bir genelge ile kamu hastanelerinde uygulamaya konuldu. İstanbul’da birkaç pilot hastanede var. Bunlar Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde cinsel istismar nedeniyle mağdur olan çocukların ifadelerinin alınması ve yargılama süreçlerinde çocukların tekrar tekrar ifade vermesine engel olmak, bir mağduriyet oluşmasının önüne geçmek amacıyla kurulmuş merkezler. Kanuni Sultan Süleyman Hastanesindeki merkez de böyle bir merkezdir. ÇİM’in kaydına girmiş ve orada beyanı alınan çocuklarla ilgili sadece oradaki görevlilerin insiyatifleri ile ‘savcılığa ihbar yapılır, yapılmaz’ gibi bir takdir yetkisinin kullanılması doğru değil. Tabii soruşturma sürecinin son derece hızlı işletilmesi gerekir. Kamuoyunun baskısı ile gündeme gelen, sonrasında unutulacak ertelenecek bir konu değil bu. Zira bir yandan sorumluların tespitinin yapılması gerekirken öbür yandan mağdurların ihtiyaçlarının acil bir biçimde karşılanması koruma tedbirlerinin alınması gerekiyor. Soruşturma elbette önemli ve sorumlular tespit edilip cezalandırılmalı, ama çocuk mağdurların da hem bir suça maruz kalıp kalmadıklarının tespit edilmesi, hem de mağdur çocuk olarak kendileri ve doğum yaptılarsa çocuklarına dönük desteklerin sağlanması sürecinin hızla işletilmesi gerekiyor.
AİLE BAKANLIĞI GEREKENİ YAPSA BU KADAR VAKA OLMAZ
Çocuk istismarını, ihmalini engellemede yasalar yeterli mi sizce?
Mevcut yasal mevzuat içerisinde çok asli eksiklikler olduğunu düşünmüyorum. Problem ve bu kadar istismar vakalarının yoğunluğu daha çok uygulamalardan kaynaklanıyor. Evet, yasalarda da düzenleme yapılabilir; örneğin çocukların cinsel istismarına ilişkin yasal mevzuatın daha ayrıntılı bir biçimde düzenlenmesi mümkün. Türk Ceza Kanunu’ndaki, diğer yasalardaki dağınıklık giderilebilir. Sadece Çocuk Koruma Kanunu bu anlamda yetersiz. Akranlar arasındaki cinsel ilişkilere ilişkin farklı düzenlemeler getirilmesi gerekiyor. Evlenme yaşı mutlak 18 yaş olarak belirlenmelidir. Bunlar yasalardaki eksikliklerin bir kısmı, ancak tüm bunlara rağmen mevcut cinsel istismar ya da çocuk istismarı ihmaline dönük yaşananların önemli bir kısmının uygulamadan kaynaklandığını düşünüyorum.Yine buradaki en önemli yükümlülük Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığında. Bakanlık sürece aktif ve etkin bir biçimde müdahale ediyor olsa hem adliyede bu kadar yoğun çocuk vakalarının olmasının önüne geçer hem de korunma ihtiyacı olan çocuklarla ilgili daha sonuç alıcı bir süreç yaşanır. Çocukların yargılandığı çok fazla ceza dava dosyası var, çok fazla çocuk tutukluluğu ve hükümlülüğü var. Bütün bunların temelinde aslında o çocukların yaşamlarına çok erken süreçlerde müdahale edilmemesinden kaynaklanan sonuçlar söz konusu. Bu çocukların yetiştirilmesinde, gelişiminde, eğitim hayatlarında yaşadıkları sıkıntılar sonrasında tekrarlayan suçlar işleyen çocuklar haline gelmelerine sebep oluyor. Büyük oranda sistemin işletilmesindeki yanlışlıkların etkisi var. Böyle bakıldığında “Tek suçlu yasalardaki eksiklik ya da yasal mevzuattaki eksiklik” demek yanlış.
Çocuk istismarı ya da çocuklara karşı işlenen suçlarda kamuoyunda hep ‘cezaların artırılması’ talebi söz konusu oluyor ama...
Sadece cezaların artırılması ile çocuk mağduriyetlerinin önüne geçilemez. Esas problem uygulama, koordinasyon ve yürütüm noktasında. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının henüz suç işlenmeden, suça maruz kalmadan, önleyici olarak bu çocukların yaşamına müdahalede etkin ve aktif bir rol alması gerekir. Çalışanların bireysel çabalarından ziyade çocuğun üstün yararını esas alan farklı kişi ve kurumların birlikte hareket ettiği bir sistem oluşturulmalı ve aktif hale getirilmeli.
İSTİSMARA UĞRAYAN ÇOCUĞUN ÇOĞUNLUKLA ANNESİ DE İSTİSMARA UĞRAMIŞ OLUYOR
Bir suça maruz kalmış çocukların yaşamlarının nasıl devam ettiğine ilişkin bir takip sistemi var mı?
Maalesef bu konuda yeterli ve sonuç alıcı bir izleme sisteminin olmadığını düşünüyorum. Bu yüzden sorunların önemli bir kısmı genellikle ihmal ve istismara uğrama tehlikesi açık çocukların öncesinde takip edilmemesindeki eksiklikten kaynaklanıyor. Örneğin bazen gazetelere de yansıyan dava dosyaları var. Henüz nüfus kaydı olmayan küçük bir çocuğun cinsel istismarı dosyasında annenin de muhtemelen 15 yaşından önce yaşadığı, sonrasında da doğum yaptığı bir istismar durumu var. Çocuğu zaten kurum bakımına alınmış, ancak sonrasındaki hamileliği takip edilmediği gibi yeni doğan bebeğinin de bir takibi söz konusu değil. Sonuç olarak kamu kurumlarının ihmalinden kaynaklanan bir süreçle istismara engel olunamamış. Mevcut dosyalara baktığımızda çoğu kez şunu fark ederiz; mağduriyet yaşayanların bakımından sorumlu olan kişilerin geçmişinde kendisi ile ilgili yaşanmış bir travma vardır; çocukları cinsel istismarı uğramıştır; kurum bakımına alınmıştır ya da başka bir mağduriyet söz konusudur. Sonrasında ne o anne ne çocuklara zarar veren kişiler takip edilmiştir. O zaman da yargılama makamları sadece önlerine gelen dosyadaki somut vaka ile ilgilenmek zorunda kalıyor.
Bu, dava süreçlerinde nasıl sorunlar yaratıyor peki?
Her ceza dava dosyasında yargılanan çocuklarla ilgili olarak o davalara Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı müdahil olmalı. Sonuçta o çocuklar ceza da alsa beraat de etse korunmaya dair ihtiyaçlarının olduğu açık. Artı; çocuk istismarı davalarında her ne kadar kanun değişiklikleri ile Bakanlık müdahalesi söz konusuysa da bu son derece şekli. Örneğin boşanma davaları sonrasında çocuğun takibi konusunda aile mahkemelerine büyük görevler düşüyor. Yani ailenin yetersizliğine dair bir kanaat varsa mutlaka Bakanlığa bildirim yapılmalı. İhmale maruz kalan çocuklarla ilgili, ihmale uğradığı konunun giderildiğine inandıktan sonra veya o konuda işlem yapıldıktan sonra bir başka süreçle ilgili tekrar sisteme dahil olmayınca o çocukla ilgili takip sistemine devam edilmiyor. Çocuk yargılamasında hazırlanan sosyal inceleme raporlarında çocukların yaşamına dair birçok ihtiyaç belirlenmesine rağmen bunlarla ilgili sadece dava dosyasına konu üzerinden değerlendirme yapılıyor. Bütüncül ihtiyaçların karşılanması noktasında eksiklikler var. Farklı kurumlar farklı alanlarda fayda sağlamaya çalışırken çoğu kere iş birliği ve takip kısmında eksiklik yaşanıyor. Daha başlangıçta çocuk istismara maruz kalmadan önleyici tedbirlerin alınması, korunmanın sağlanması ve takibin sağlanarak sistemin bir bütün olarak devamlılığının olması gerekir.
MEDYADA ÇOCUĞU SADECE GÖZÜNE BANT ÇEKEREK KORUYAMAZSINIZ
115 çocuğun istismarı olayında çocuklarla yapılan görüşmeler de basına yansıdı. Bu konuda mesela medyanın tutumu ne olmalı? Çocukların ikinci bir mağduriyet yaşamaması için neye dikkat edilmeli?
Suçun mağduru ve faili olan çocukların tanınmasına yol açacak bilgilerin saklanması, sonrasındaki yaşamlarında bu olaylar nedeniyle mağduriyetlerinin asgariye indirilmesi için zorunlu. Çocuk yargılamaları gizlidir, Basın Kanunu’nda gizliliğe dair düzenleme var. Ancak son dönemlerde maalesef birçok adli idari olayın basınla beraber yürütüldüğüne tanık oluyoruz. Örneğin aynı olay basına yansıdığında kamuoyu tepkisi ile hemen adli idari süreç harekete geçerken benzer mağduriyet hallerinde kamuoyu baskısı yoksa daha farklı bir süreç izleniyor. Bu durum kişilerin adalete güvenini sarsıyor. Üstüne, onların kamuoyunda tartışılmasına yol açarak gelecek yaşamlarında yaşananların izini yaşamalarına da neden oluyor. Özellikle çocuklarla ilgili konularda bu gizliliğe azami özen gösterilmeli. Kimliklerinin ve tanınmasına yol açacak bilgilerin verilmesinin kesin olarak önüne geçilmeli. Doğal olarak bu korunma sadece çocuğun ismini yazmayarak veya gözüne bant çekip fotoğrafının yayınlanmaması ile olmaz. Ailelerinin kimlikleri de bu anlamda korunmalı. Haberlerin sunumu esnasında abartılı ifadeler, gereksiz ayrıntılar yorumlardan kaçınılmalı.