Stalin’in Ölümü: Yalana güldürerek inandırmak
Ercüment Akdeniz, !f İstanbul'da gösterilen 'Stalin'in Ölümü' (The Death of Stalin) filmini yazdı.
Ercüment AKDENİZ
“Stalin’in ölümü”nü !f İstanbul gösteriminde izledim. Filmin adını görünce, “Bakalım bu defa Stalin’i nasıl öldürecekler?” demekten kendimi alamadım. Yanılmamışım. Film sadece Stalin düşmanı değil; aynı zamanda devrim, sosyalizm ve SSCB’nin insanlığa kazandırdığı bütün değerlere düşman.
KOMEDİ, GERİLİM DEZENFORMASYON...
Film, hem Stalin’i hem dönemin komünist partisi ve Sovyet yönetimini yeriyor. SSCB Lideri Joseph Stalin’in ölmeden önceki son günlerini ve ölümünün ardından parti içinde yaşanan hakimiyet kavgalarını anlatıyor. Saçma sapan bir senaryo kurgusu eşliğinde elbette.
Doğrusu bu Stalin’i yeren ya da karalayan ilk film değil, son da olmayacak. Ama “Stalin’in ölümü”nü diğer filmlerden ayıran bir özellik var: Öncekilerden farklı olarak Stalin portresi, bu filmde aklın almayacağı kadar beceriksiz, bunak ve ahlak düşkünü çizilmiş. Öyle ki “Adam gibi ölmesini bile beceremeyen”, ölüm kapıyı çaldığında korkudan altına kaçıran bir Stalin figürü karşımızdaki! Yerde Stalin’in çişiyle pislenmiş bir halı ve her biri birbirinden beceriksiz merkez komite üyelerinin, bastıkları çise katlanmak pahasına sürdürdükleri taht kavgası... Sinema salonundakilerin kahkahalara boğulması için bütün ortam hazır!
Yani neymiş? Stalin dedikleri o kadar da heybetli, korkulacak bir lider değilmiş! Batı kapitalizmi Stalin Rusyası’nı (SSCB yıkıldıktan sonra bile) gereğinden fazla abartmışmış. SSCB dedikleri de kaçıkların, bunakların, salakların yönettiği altı üstü bir “beceriksizler topluluğu”ymuş vs vs... Kısacası, on yıllardır sosyalizme karşı yürütülen dezenformasyon çalışması, bu kez başka bir yöntemle -komedi ile gerilimi iç içe geçiren bir filmle- sağlanmaya çalışılmış.
Yönetmen koltuğunda Armando İannucci, oyuncu kadrosunda Jeffrey Tambor, Steve Buscemi, Andrea Riseborough, Olga Kurylenko, Rupert Friend, Michael Pali gibi yetenekli isimler de olunca, -hakkını yemeyelim- bu dezenformatif hedefe oldukça yaklaşılmış.
KAHKAHA TUFANI ALTINDA GÜRÜLTÜYE GİDENLER
Tarih, Stalin’i karalarken onu Hitler’le eşitleyen sayısız kitap, makale ve anlatıyla dolu. Bu safsatalara göre; dünya ve Avrupa Hitler faşizminden çok çekti. Ne ki Stalin de Hitler kadar barbar ve gözü dönmüş bir liderdi! Bu “iki keçinin” inadı olmasaydı eğer zaten 2. Dünya Savaşı’nda bu kadar kan da dökülmezdi vs vs...
Doğrusu insanın, filmi izledikten sonra, “Keşke burada kalınsaydı” diyesi geliyor. Zira “Stalin’in Ölümü” filmi seviyesizlikte çıtayı daha da yukarı çıkarmış. Öyle ki filmdeki sahneler, faşist Nazi terörünü anlatan Spielberg’in “Schindler’in Listesi”den çıkmış gibi. Hitler faşizmine tek kelime eleştiri getirmeyen film, faşizme ait bütün barbarlıkları SSCB’nin üzerine yıkıyor. Yetmiyor, senarist, faşizme direnen Kızılordu askerlerinin Alman askerlerini nasıl zevkle öldürdükleri palavrasına sarılıyor. Salonda izleyiciler kahkaha tufanına boğulurken; Nazi faşizmine karşı direnirken hayatlarını kaybeden 22 milyon Sovyet yurttaşından tek cümle dahi söz edilmiyor.
Filmde, Stalin’in yaşayan oğlu tam bir kaçık gibi gösterilirken, batı cephesinde esir düşen ve kahramanca ölen onbaşı oğul Yakov’dan da hiç bahsedilmiyor. Doğrusu en mide bulandırıcı tercihlerden biri bu. Oysaki Nazi ordularına esir düştüğünde, oğul Yakov’un, bir Alman general ile takası gündeme gelmiş fakat Stalin bunu kabul etmemişti. Bütün dünyanın hâlâ övgü ile söz ettiği Stalin’in o meşhur yanıtı ise şöyleydi: “Bir onbaşı ancak bir onbaşı ile takas edilir!”
MİLENYUM ÇEKİŞMESİNDE STALİN
İngiliz sinema yapımcılarının yıllar, yıllar sonra ve üstelik SSCB yıkılalı bir hayli zaman geçmişken, birdenbire Stalin düşmanlığını hatırlamaları neden? Çünkü kamuoyu yoklamalarında Stalin, hâlâ Rusya topraklarında en çok sevilen liderlerden biri olarak çıkıyor.
Evet, bugün Rusya topraklarında sosyalist bir yönetim yaşanmıyor ama Putin, Rus burjuvazinin emperyalist çıkarları için “Stalin sempatisini” olabildiğinde kendi çıkarları için kullanmak istiyor.
“Soğuk Savaş” geride kalalı çok oldu. Ve öyle görülüyor ki milenyum çağı dalaşlarında, Stalin, emperyalist güç çekişmelerinin yeni psikolojik savaş argümanlarından biri olarak ele alınacak. Filmin Rusya’daki gösteriminin yasaklanması da bunu doğruluyor. Kanımca İngilizler, bir taşla iki kuş vurmayı amaçladılar: Film üzerinden dünya halklarına antikomünist, Antirusçu propaganda yaparken, Putin’i de “Film yasaklayan bir diktatör” olarak damgalamış oldular.
Emperyalist şefler Stalin üzerinden çekişedursunlar; faşizmi dize getiren bu büyük liderin Rusya halklarının gönlünde hâlâ çok büyük bir yeri var. Dolayısıyla bırakın Putin’in yasağını... Amerikan ağzından devşirme küfürlerle Stalin’i konuşturmaya; Britanya İngilizcesi ile parti yöneticilerini geri zekalı diyaloglara sokmaya çalışan böylesi rezil bir filme herkesten önce savaşta hayatını kaybeden 22 milyon insanın torunları izin vermezdi.
SOVYET BÜROKRASİSİ ELEŞTİRİLEMEZ Mİ?
Burada “İyi de SSCB’nin de sonunu getiren bürokratizm eleştirilemez mi?” diye sorulabilir, sorulmalı da. İsteyenler bu konuda bir derleme kitabı olan Stalin’in “Son Yazıları”nı okuyabilir. Orada göreceklerdir ki; parti ve devlet içindeki bürokratik tehlikeye bizzat Stalin’in kendisi dikkat çekmektedir. Oysa film, bırakalım bir eleştiri filmi olmayı, yergi “masumiyetinde” bile olamayacak kadar düzeysiz bir filmdir. Dolayısıyla “Sovyet bürokrasisini gömmek” adına filme alkış tutanlar, İngiliz yapımcıların manipülasyonlarına düştüklerini de bilmelidirler. Memleketin haline atıf yaparak “Tek parti tek adam iktidarının sonu böyle olur” diyenler için de aynı durum söz konusudur.
HER 9 MAYIS’TA TRAFALGAR MEYDANI’NDA
“Dunkirk” filmi ile İngiltere’nin 2. Dünya Savaşı’ndaki basiretsiz imajını perdelemek isteyen İngiliz yapımcılar, belli ki “Chuchill” ve “Stalin’in Ölümü” filmleri ile bu kampanyayı sürdürmeye devam ediyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar; Britanya topraklarının Nazi ordularınca bombalanmasını fiilen sona erdiren kızıl ordu atılımını dünya halklarına unutturamayacaklar. Her 9 Mayıs’ta Londra Trafalgar Meydanı’nda yapılan “Faşizme karşı zafer yürüyüşü” bunu söylüyor en azından.