25 Şubat 2018 01:51

Dağın yüreğine yolculuk

'Daha birkaç yüz metre gitmeden başladı Çaldağı’nın çığlıkları. Evet, çığlık çığlığaydı dağ! On binlerce, yüz binlerce ağaç kesilmişti, kesiliyordu..'

Paylaş

Özer AKDEMİR
İzmir
 

Bir dağın kalbini görmek ister misiniz? 

Yüz binlerce yıldır dünyanın en verimli ovalarından birisine yaşam kaynaklığı yapmış bir dağın örselenmiş, tarumar edilmiş yüreğini. Derdine, kederine tanıklık eder misiniz? Onun kendi dilince anlattıklarını duyup, gösterdiklerini aklınızla kavrayıp, vicdanınızın süzgecinden geçirebilir misiniz?

Bir dağ nasıl konuşur, nasıl içindekini döker, nasıl kırgınlığını gösterir etrafına? Bir dağ nasıl uyarır sizi? 

Bir dağ derdini nasıl anlatabilir ki?

Birkaç gün önce bilirkişi keşfine katıldığımız Çaldağı’nın bize anlattıklarıdır bu yazı. Onun anlattıklarının ve bizim hissettiklerimizin yüzde biri belki de...

*

Mahkeme kararıyla üç yıl önce kapatılan nikel madenine üçüncü kez yapılan bilirkişi keşfine gidiyoruz. Önde bilirkişi heyetini taşıyan minibüs, arkada avukatların, uzmanların, gazetecilerin olduğu özel araçlarla dağın içlerine doğru hareket etti konvoy.

Daha birkaç yüz metre gitmeden başladı Çaldağı’nın çığlıkları. Evet, çığlık çığlığaydı dağ! On binlerce, yüz binlerce ağaç kesilmişti, kesiliyordu. Hâlâ ormanın derinliklerinden elektrikli testere sesleri geliyordu. Dalından budağından ayrılmış, kabukları soyulmuş ağaçlar yolun kenarlarına istiflenmişti. Upuzun kasaları olan kamyonlar gelip, tomrukları yüklenip tozu dumana katarak gidiyorlardı.

Maden kapalıysa bu ağaç kesimleri niye yapılıyordu? 30-40 yıl önce, ortaokul - lise öğrencilerinin erozyonu önlesin diye diktiği bu çamlara niye kıyılıyordu? 

**

Önce etrafında ne kadar ağaç varsa kestiler. Yıllardır, yağmurlardan beslenerek sabırla büyüyen çamların yüz binlercesi birkaç günde doğduğu topraklara uzatıldı boylu boyunca. 

“Bu ağaçları kesen işçiler ağladı” diye anlattı o günleri köylüler. 

Sonra dağı kazmaya başladılar. Kocaman kayaları un ufak eden iş makineleri ile, sondaj demirleri, kepçeler ve dinamitlerle dağı oydular, oydular...

Sonra dağın yüreğine ulaştılar!

Yemyeşildi dağın yüreği. Yeşil bir su ile doluydu, kıpır kıpır titriyordu. Tedirgin, kaygılı, korku içinde olacakları bekliyordu. 

İçindeki suyu boşaltmaya başladıklarında gelen bir haberle bütün işler durdu. Kederden delice çarpan dağın yüreği sakinleşti, duruldu. 

Neydi son anda onu yok olmaktan koruyan haber?

***

Keşif heyetinin araç konvoyu bir ağaç mezarlığının ortasından geçiyordu. Turgutlu Ovası yönüne bakan yamaçtaki yüzlerce dönüm alanda tam bir kıyım gerçekleştirilmişti. Yaklaşık üç yıl önce yapılan bu kıyımın izleri hâlâ duruyor, kesik gövdeleri taşınmış ağaçlardan kalan kurumuş dallar güneşin altında serilmiş yatıyordu. 

Maden alanını çevreleyen tel örgülerin sınırı ağaç katliamının da sınırı gibiydi. Tel örgülerin öte yanında, Çaldağı’nın zirvesine doğru uzayan yamaçlar ve kireçtaşı kayalıkları ile dimdik yükselen Sakartepe koyakları yemyeşildi. 

“Bu gördüğünüz, kesilmiş ağaç köklerinin bulunduğu yerler de tıpkı şu tel örgülerin dışındakiler gibiydi. Zümrüt gibi çam ormanıydı” dedi köylülerden birisi.

Ağaç mezarlığının tam ortasındaki küçük tepede kalan bir öbek ağaca doğru yöneldi konvoy. Çölde bir vaha gibi görünüyordu tepe. Araçlardan inip yürürken nikel madeni şirketinin genç müdürü ile bilirkişi heyetinin en yaşlısı görünümündeki siyah bereli adam sohbet ediyordu. Ayaklarının altındaki kırık kiremitlere, tuğla ve kap kacak kırıklarına bakarak “Bunlar için mi ÇED raporu iptal edildi?​” diye alaylı bir şekilde sordu siyah bereli bilirkişi. Genç müdür, bıyık altından güldü. “Maden arazisinin içinde kaldığı ortaya çıkınca planı değiştirdik hocam. Üçüncü derece sit ilan edildi burası. Ne olduğu bile belli değil ama biz korumaya aldık yine de” dedi.

Binlerce yıl önceden gelenlerin bıraktığı izlerle örtülüydü çamların altı. Yüzeysel bir kazı gerçekleştirilmiş, yapı ve belki de sur kalıntıları olacak temellere ulaşılmış, öylece de bırakılmıştı alan.

Bu kalıntılar, ağaç mezarlığına dönen arazideki bu küçük tepecikte kalan doksan, yüz kadar ağacı korumuş, antik yerleşim küçük bir ada gibi boşluğun ortasında kalakalmıştı.

Dağın yüreğini yok olmaktan koruyan da bu küçük tepecikteki antik buluntulardı. 

***

Keşfin sonuna doğru ovayı ormanlarla örtülü iki tepenin arasından gören derin bir vadinin başlangıcına gelindi. Hava kapalı ama yağış yoktu. Ovaya pus çökmüştü. Bu derin vadinin pasa döküm alanı olacağını söyledi şirket görevlileri. Yüz binlerce, milyonlarca ton cevheri alınmış, sülfürik asitle yıkanmış taş-toprak yığılacaktı buraya. 

Keşfe katılan araçların durduğu yolun hemen kıyısındaki bir çeşme çok az kişinin dikkatini çekti. 2015 yılında, haziran ayının çok sıcak bir gününde yapılan ikinci keşfin sonunda da buraya gelinmişti. Üç- dört parmak kalınlığında akan çeşmenin soğuk suyu susuzluktan, sıcaktan bunalan herkesin imdadına yetişmişti.

Aradan iki buçuk yıl geçtikten sonra, epey yağmurlu geçen şubat ayı ortalarında yapılan üçüncü keşifte ise çeşmenin suyu artık damla damla akıyordu!

****

Çaldağı, bütün keşif boyunca bu tür işaretlerle konuştu, derdini anlatmaya çalıştı. Şirket yetkilisinin “açık ocak” dediği kalp şeklini alan, içinde yeşil bir suyun bulunduğu çukurda yüreğini gösterdi dağ. 

Ağaç mezarlığının ortasındaki, küçük bir vaha gibi kalan antik yerleşim alanı ile dünü ve bugününü anlattı. 

Kış ortasında kurumak üzere olan çeşme ise Gediz Ovası’nın yaşam kaynağını bekleyen sonu gösteriyordu. 

Bir dağ derdini daha nasıl anlatabilir ki?

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Afro-Amerikan mücadelesinde siyah tarihi ayı

SONRAKİ HABER

İsmiyle müsemma bir muamma

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa