25 Şubat 2018 01:58

İsmiyle müsemma bir muamma

Fulya ÖZLEM

Günümüzde artık “Hatırlamak” eylemiyle kast edilen, en fazla iki hafta ya da bir iki ay önce olmuş bir olayın gözümüzün önünde gerçeğe aşağı yukarı uygun detaylarıyla canlanması, biliyorum. Ama yine de aranızda benim gibi, eski dünyayı, yani dikkat aralığımızın henüz bu kadar daralmamış olduğu yıllarda olup biten hadiseleri hatırlayanınız vardır belki diye soruyorum: Hatırlar mısınız, iki kıta arasında sıkışmış ufakça bir ülke vardı, kadim topraklar olduğu söylenirdi, güneşin doğduğu topraklar mı neydi adı... O ülkeyi hatırlamasanız bile, belki benim gibi yaşı yolun yarısını ikiye katlamış ve hâlâ zihni berrak olanlarınız şunu hatırlar: Bir gün, ana haber bülteninde, o iki lafı bir araya getiremeyen çipil gözlü inşaat lordunun skandalları bahsi bitince, şöyle bir haber geçmişti orayla ilgili: “Sayın seyirciler, o ülkede yapılan halk oylaması sonucunda, oy çokluğuyla artık ülkenin bir ismi olmamasına karar verildi. Küresel kıskançlığın ülkeyi sürüklemiş olduğu felaketler göz önünde bulundurularak halkın almış olduğu karar uyarınca artık anılan ülke yok; yani var ama yok, dolayısıyla tarifi mümkün olmayan bir muamma ile karşı karşıyayız.” Hatırladınız mı? Sana demedim yavrum ve hayır geçen hafta olmadı bu olay, otuz yıl kadar önce oldu, sen henüz doğmamıştın... 

Aaah ah... Şu memlekette tarih dersini müfredattan çıkarmaları iyi olmadı ama onlar da haklı, hiçbir öğretmen sömestir boyunca kitabın ilk sayfasını işlemeye katlanamamış; devlet, kronik anlamsızlık anksiyetesiyle boğuşan bunca öğretmeni malulen emekli edecek olsa, emekli maaşlarını ödeyemez, en iyisi onları faydalı olabilecekleri pozisyonlarda istihdam ederek topluma kazandırmak, demişler. O yüzden eski tarih öğretmenlerinin hepsi, unutulan randevuları hatırlatma birimlerinde kolluk kuvveti olarak ya da unutulduğu için yerine getirilmeyen sözlerle -iş akdi, evlilik, boşanma vs.- ilgili mahkemelerde ara buluculuk pozisyonlarında görev alıyorlar. Günümüzde hafızası o kadar iyi pek az kişi kaldığı için de, yeni işlerinde maaşları dolgun neyse ki, şikayet etmiyorlar. 

Neden bahsediyordum ben az önce? Lafa daldım, unuttum. Hah, hatırladım şimdi, velhasıl o ismi haritadan silinen ülke hadisesini hatırlayanınız var mı? Tarih kitapları hâlâ yazılıyor olsaydı, bunu yazardı ama tarih de bittiği için, kimse konuyla alakadar olmadı. Benim ise çok ilgimi çekmişti bu mesele. Bir halk kendi kendini nasıl metafizik şiddete mahkum eder yahu? Selfie çekseler etiketleyemeyecek bir haldeler! Sanki dünyanın o bölgesinde bir kara delik oluşmuş, bunlar da içine kaçmıştılar, öyle dünsüz yarınsız bir boyuta geçmişlerdi birdenbire topyekün... Ya kimsenin umuru olmamasına ne dersiniz bu durumun? Ben, o akşamdan itibaren televizyon kameralarının, bağcıklı deri ayakkabılar, sonra kahverengi, lacivert -ama asla beyaz ve pamuklu olmayan- çoraplar, üzerindeki ütü hattını takip ettiğimiz kumaş pantolonlar, kol düğmeleri ve nihayet boğazda -sıkıntıdan- hafifçe gevşetilmiş kravatlarla bizi çıkardığı yolculukların sonunda vardığımız sayısız erkek ağzının, bu “yok olma”nın jeopolitik ve stratejik mahiyeti üzerine sonsuz prime time saatleri boyunca ekranda konuşacaklarını, biz aklı hiçbir şeye ermezleri aydınlatacaklarını sanmıştım. Hiç de öyle olmadı. Koca bir ülke güpegündüz yorganı kafasına çekip yattı ve kimse yahu burada bir ülke vardı, ne oldu ona, demedi.

Şimdi o ülkeden, taa kimsenin hatırlamadığı o eski günlerden kalma bir alışkanlıkla, sadece erkeklerden oluşan bir heyet göndermişler, ülkelerinde yeni bir ekonomi politik sisteme geçilecekmiş de o yüzden dünyayla yeniden ilişki kurmaları gündemdeymiş, acaba onlar dünyada yokken, yani var ama yokken neler olmuş, ona bakmaya gelmişler. Duruma göre yeni doğan ülkeye de zamanın ruhuna uygun bir isim koyacaklarmış. Tabii önce kalkıp bir gerinsin, kendine gelsin, elini yüzünü yıkasınmış ülke. Bu ülkeyi aslında ben de çoktan unutmuştum da haberlerde bu komik kıyafetli ve sadece tek bir toplumsal cinsiyeti temsil eden heyeti görünce hatırladım, bunlar oralılar değil mi yahu? Evimdeki, çekirdek ailemi oluşturan ve nasıl edindiğimi benim bile hatırlamadığım zombiler, atom çekirdeği çitleyip haberleri izliyorlardı yanımda. Kızım olduğunu sandığım bir tanesi, ekranda onları görünce  “Kanada’dan başka yabancı ülke var mı ki antik nine?​” diye sordu şaşıran gözlerle. “Var canım, olmaz mı? Ama haberlere filan hiç çıkmıyorlar, burada da popüler değiller o yüzden biz unuttuk onları” dedim. Anlatmaya koyuldum, “Bak şimdi, bu bizim kıyısında olduğumuz okyanus var ya, onun karşı kıyısında bir kıta var, adı Avrupa...” diye söze başladım, tam fiyakalı bir cümle kuracaktım ki dikkati dağıldı. Yüzüme boş boş bakıp televizyondan gelen elektronik testere gürültüsüne -en sevdiği şarkıymış!- eşlik edince sözüm de yarım kaldı...

Sahi ne diyordum ben? İsimsiz ülkeden gelen heyeti anlatıyordum. Adamcağızlar belli ki bizi otuz yıl önceki gibi süper güç filan zannediyorlar, başkanla görüşmeye, kuluçka tesislerimizi görmeye gelmişler. Bunların sayesinde insan kendini, dünyanın bir merkezi olduğu, onun da bu ülke olduğu sanılan günlerdeki gibi dünyanın merkezinde sanıyor; şu rüküş kravatları ve çağ dışı kalmış tek cinsiyetli temsilleri olmasa sevimli çocuklar vallahi, ne nostalji! Bizim Başkan hanım soruyor, boyunlarına bağladıkları şeyin ülkenin bayrağı değil, kravat denilen bir aksesuar olduğunu öğreniyor. “Peki kravatın üzerindeki hayvanlar neyi simgeliyor? Ülkenizi mi?​” diye soruyor başkan. Hayır, o, ülkelerinin neredeyse maskotu olan, çok sevilen hayvan “kedi” imiş. “Ama, neden olmasın tabii”, diyor heyetteki beyler, ülkenin yeni ismi olarak “Kedi” düşünülebilirmiş, dönünce bunu hemen halk oylamasına sunacaklarını belirtip gevrek gevrek gülüyorlar. Demokrasi böyle bir şey olsa gerek, her şeyi oyluyorlar, ne katılımcı ülke, insan imreniyor... Fakat, kedi nefis isim, bence de kedi olsun ülkelerinin adı, hem akılda kalıyor, hem kulağa hoş geliyor, vallahi şahane: “Kedi!” Sizce de öyle değil mi?

Evrensel'i Takip Et