Faşist iktidarı pekiştiren yangın: Reichstag
27 Şubat Reichstag Yangını, Hitler'i tek başkan, Nazi partisi NSDAP’yi tek parti yapmak için kullanılacaktı. Ercüment Akdeniz'in kaleminden...
Ercüment AKDENİZ
İstanbul
Reichstag Yangını (Almanya parlamento binasının 27 Şubat 1933 yılında kundaklanması olayı), istediği bütün otoriter yetkileri Hitler’e kazandırmıştı.
Aslında faşizm Almanya’da 1920’lerde kendini göstermeye başlamıştı. Adı darbe girişimi ve komplo eylemlerine karışan Adolf Hitler kısa bir süre gözaltında tutulmuştu. Ama sağcı ve milliyetçi görüşlere sahip olması onu kurtarmıştı. Hitler değiştiğini söylüyor, demokratik yol ve seçimlere bağlı kalacağına ant içiyordu. Kale duvarları arasında yazdığı “Kavgam” kitabı henüz ün kazanmasa da o, Alman burjuvazisi için cepte tutulacak bir alternatifti.
Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan ama proleter devrimi de ezmeyi başaran Almanya’nın 1920’leri parlak geçmemişti. Ekonomik göstergeler yerlerdeydi. Reichstag bir türlü “istikrarlı yönetim” çıkaramıyordu. Kötü gidişata, dünya genelinde yaşanan “1929 ekonomik buhranı” da eklenenince kitlelerdeki huzursuzluk had safhaya çıktı.
Kitle psikolojisini iyi değerlendiren NSDAP (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) oy desteğini sürekli yükseltiyordu. Faşist propaganda Alman toplumuna yeni oto yollar, araba ve konut anahtarı vadediyordu. Irkçılık ve nasyonalizm “yüce Alman insanı”nı işsizlik ve yoksulluktan kurtaracaktı vs...
Bu koşullarda gidilen 1930 seçimlerinde Nazi partisi yüzde 18.3 oyla ikinci parti oldu. Sosyal Demokratlar (SPD) yüzde 24.5’te kalmıştı. Komünist partinin (KPD) oyu ise yüzde 13 civarındaydı. Bu sonuçlarda hükümet çıkaramayınca, 1932’de art arda iki seçim kararı alındı. Reichstag Yangını tam da bu süreçte tezgahlandı.
İSTİKRAR YOKSA KARARNAME VAR!
31 Temmuz 1932’te açılan sandıklardan Naziler yüzde 37.4’lük oyla birinci parti olarak çıktı. Ama tek başına iktidar yine sağlanamamıştı. Çok değil üç ay sonra yapılan seçimlerde (6 Kasım 1932) ise Nazilerin oyları yüzde 33.1’e kadar gerilemişti. Bu seçimde hem SPD hem de KPD oyları bir nebze olsun arttırmışlardı. Ama yine de bir türlü hükümet kurulamamıştı.
Bu durum rejim açısından defakto bir durum da ortaya çıkarmıştı. Nitekim ülke (Daha sonra Hitler’in kendisine referans alarak uygulayacağı üzere) kararnamelerle yönetilmeye başlandı.
Hitler, Cumhurbaşkanı Hinderburg tarafından başbakanlığa atanan ikinci isimdi. Halk “Demokratik teamüller işletiliyor” yalanıyla uyutulurken; antifaşist muhalefet Hitler’in bu süreci fazla götüremeyeceğini düşünmüştü. Ama Nazilerin planı çılgıncaydı.
MECLİS BİNASINDAN ALEVLER YÜKSELİRKEN
İşçiler, sendikalar, komünistler bu süreçte grevlere ve sokak gösterilerine hazırlanıyordu. Hitler, hem faşist iktidarını pekiştirmek hem de devrimci muhalefetten kurtulmak için, bu hazırlığı hükümete karşı bir darbe ve komplo planı olarak yansıtacaktı. Ama bu propagandanın kitleleri ikna etmesi için kışkırtıcı bir vakaya ihtiyaç vardı. Alman Meclis binasından alevler yükselmeye başladığında Nazilerin planı işlemeye başlamıştı artık.
Meclis binasındaki yangın, aynı anda ve birden fazla noktanın kundaklamasıyla ortaya çıkmıştı. Ama binada sadece bir kişi gözaltına alınmıştı. Gözaltına alındığı söylenen Marinus van der Lubbe ise psikolojik sorunları olan, davranışları anormal ve mahkeme süreci boyunca başı önde olan bir insandı. Naziler Lubbe’nin komünistlerle ilişkisinden hareketle suçlamayı genişletti.
Ertesi gün (28 Subat 1933) “Halkı ve Devleti Koruma Kararnamesi” başlığıyla olağanüstü yetki yasası çıkarıldı. Bu yasa büyük sürek avının başlaması demekti. Sadece muhalifler değil Yahudiler de “Milli örf ve adetlere uymadıkları” gerekçesiyle kamplara alındı.
Bu koşullarda yapılan Mart 1933 seçimleri Hitler’e üstünlük sağlamıştı. Bir yıl sonra Hindenburg ölünce, Hitler tek başkan (führer) olarak olağanüstü yetkilerle donandı. Ülkede muhalif partilerin kapatılacağı tek parti dönemi de böylece başlamış oldu.
Naziler ülkeyi olağanüstü hal rejimi altında inim inim inletirken, Hitler Avrupa’da yeni ve kanlı paylaşım savaşını da başlatmış olacaktı. Kan ve terörle Alman emperyalizmine hizmet eden Hitler’in büyük yürüyüşü, esas olarak Reichstag Yangını ile başlamıştı. Tarihin cilvesi olsa gerek; insanlık düşmanı bu diktatörlük rejimi yine Reichstag binasının tepesinde, ama bu kez Sovyet askerinin ellerinde (2 Mayıs 1945) yükselen kızıl bir bayrakla son bulmuştu.
LEIPZIG’DE YARGILAYANLAR YARGILANDI
“Reichstag Yangını” yargılamaları Leipzig kentinde gerçekleşti ve 1 yıl kadar sürdü. 16 Aralık 1933 günü yapılan son duruşmada Georgi Dimitrov’a son diyecekleri sorulur. Dimitrov’un savunması, hem yangın provokasyonunu açığa çıkaran hem de faşizmi yargılayan nitelikteydi:
“... Alman hükümetinin 28 Şubat tarihli olağanüstü kanun hükmündeki kararname, aynı zamanda bir delil niteliğindedir. Bu kararname hemen yangından sonra yayımlanmıştır. Anayasanın örgütlenme hürriyeti, basın hürriyeti, kişi dokunulmazlığı, konut dokunulmazlığı vb. ile ilgili maddelerdir. Yalnız komünistlere değil, aynı zamanda diğer muhalefet parti ve gruplarına karşı da yöneltildiğini belirtmek zorundayım. Bu kanun olağanüstü bir rejimi yerleştirmek için Reichstag Yangınını bahane etmiştir...”
Dimitrov’un talebi ise sadece “Delil yetersizliğinden değil” aynı zamanda ve esas olarak “Antikomünist eylemlerle bir komünist olarak ilgilerinin olamayacağı için” serbest bırakılma şeklindeydi. Mahkeme kararı açıklandığında, Dimitrov ve yoldaşları bu mücadelen zaferle çıkmış, serbest bırakılmışlardı. Nazilerin açık biçimde yönlendirdiği mahkeme, her ne kadar uluslararası komünist hareket ve onun en üst birliği olan Komüntern’i terörle ilişkilendirmeye ve gözden düşürmeye çalışsa da bunu başaramamıştı.
Dimitrov’un özgürlüğü Bulgaristan devriminin kapılarını aralarken; Reichstag Yangını üzerinden devreye sokulan faşist terör, KPD Önderi Ernst Thallmann başta olmak üzere on binlerce komünistin ve milyonlarca insanın canına mal oldu.