Ev helvasından üretim bandına şeker fabrikalarının tarihi
Hakan Güngör, Başbakan Binali Yıldırım'ın 'Kararlıyız, satılacak' dediği şeker fabrikalarının 1925’e uzanan tarihini yazdı.
Hakan GÜNGÖR
İstanbul
Başbakan Binali Yıldırım, “Kararlıyız, satılacak” dediği, kuruluşu 1925’e uzanan şeker fabrikalarının satılması, hem Türkiye ekonomi tarihindeki yeri hem ekonomiye katkısı hem de halk üzerindeki etkileri nedeniyle derinlemesine irdelenmeyi gerektiriyor. Yıldırım’ın satmakta kararlı olduklarını belirttiği şeker fabrikalarının satışı hepimizi ilgilendiriyor zira şeker üretiminin niteliği, kimler eliyle yapıldığı, işçi sınıfını ve halk sağlığını doğrudan etkiliyor. Gelin hikayenin en başına, 1925’e gidelim…
ŞEKERİMİZİ KENDİ PANCARIMIZDAN ALMAK...
O zamana dek şeker ya ithal ediliyor ya da küçük atölyelerde ilkel yöntemlerle elde ediliyordu. Yabancı sermayeye ve ithalata bağımlı olmamak için sanayi yatırımları planlanırken şeker bir numaralı gündem maddesi oluyordu. O yıllarda “üç beyaz parolası” ortaya atılmıştı. Bu parolayı Falih Rıfkı Atay, Çankaya’da şöyle anlatıyordu. “Bu geri Asya memleketini ileri Avrupa memleketi haline getirecek her şeyi, her şeyi temelinden kurmak... Meclis kürsüsünde bir de ‘‘üç beyaz’’ parolası revaç bulmuştu: Ekmeğimizi kendi unumuzdan yoğurmak, şekerimizi kendi pancarımızdan almak, bezimizi kendi pamuğumuzdan dokumak... Ah bir buna muvaffak olsaydık...”
Muvaffak olmak adına devletin sanayi teşviki için çıkardığı kanunların ilki 5 Nisan 1925 tarihliydi. Bu kanunla şeker üretimi yapacaklara ciddi imtiyazlar sağlanacaktı. Öyle ki, şeker 18 yıl boyunca tüketim vergisinden muaf tutulacaktı, pancar üretilen arazi için istihlak (tüketim) vergisi ödenmeyecekti. Vergi muafiyeti fabrikaya kömür, linyit, kiremit sağlayan ocaklar için de geçerliydi. Dahası, fabrika kuruluş yeri için gerekli arazi, 1 ila 5 hektar arasında kalmak şartıyla parasız sağlanacaktı.
1925’TEN 2001’E FABRİKALAŞMA SÜRECİ
Tüm bu imtiyaz ve teşvik koşullarına karşın ilk deneme başarılı olamayacaktı. Türkiye’nin ilk şeker fabrikası (Sonradan şeker soyadını alacak olan) Uşaklı Nuri Ağa tarafından kuruldu. Nuri Ağa şeker üretimine yabancı değildi. Evinde şeker imal ediyordu. Oğlu Muhsin Şeker’in yazdıklarına göre, Nuri Ağa pancarı kazanlarda kaynatıyor, kabuklarını soydurup rendeletiyordu. Ağaçtan yapılmış bir makineyle sıkıp şerbete kireç ayranı katıp bekletiyor, kireç çökünce şerbeti süzüyor, köpük helvası yapıp pazarda satıyordu. Ne var ki, bu tecrübe fabrika için yeterli olmayacaktı. Fabrika gerekli ölçüde pancar bulamayacak, zarar etmeye başlayacak ve 1930’da devlet teşebbüsüne geçecekti.Uşak Şeker Fabrikasının ardından (aynı yıl bir de “İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları TAŞ kurulmuştu), Korkut Boratav’ın Türkiye İktisat Tarihi’nde “Halk Fırkası’nın bazı önde gelen simalarının hissedar olduğunu” hatırlattığı Alpullu Şeker Fabrikası kurulmuş, bunu Eskişehir ve Turhal Şeker Fabrikaları izlemişti. Bu dört fabrika daha sonra Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ adıyla birleşecekti.
Fabrikalar kısa süre içinde üretime geçmişti. Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni kitabında aktardığına göre, üretim sınırı 65 bin ton olarak belirlenmişti. 1939’da 120 bin tona çıkarılan üretim, 1960’ların sonuna gelindiğinde 450 bin tona ulaşacaktı. Şeker fabrikalarının sayısı 1951-1956 yılları arasında 15’e çıktı. 1962’den itibaren yatırımlar sürdü. AKP’nin iktidara gelişinden bir yıl önce, 2001’de de Kırşehir Şeker Fabrikası açıldı.
FABRİKALAR ‘KARARLILIĞIN’ ÜRÜNÜYDÜ
Bu ciddi yatırımlar boşuna değildi. Pancar tarımı toprağı besliyor, toprağın verimini artırıyor. Pancarın yaprakları ve posası yem olarak kullanılabiliyor. turkseker.gov.tr’deki verilere bakılacak olursa, ayçiçeğinden 4.4; buğdaydan 18 kat fazla istihdam oluşturuyor. İrfan Donat’ın BoloombergHT’deki yazısında verdiği rakamlara göre yılda yaklaşık 250 bin aile şeker pancarı tarımıyla uğraşıyor ve fabrikalar 25 bin kişiye istihdam sağlıyor. Donat, Türkiye’nin kamış ve pancardan şeker üreten ülkeler arasında 12’nci, dünya şeker pancarı üretiminde yüzde 7’lik payla 5’inci sırada bulunduğunu belirtiyor.
Başbakanın satmakta kararlı olduklarını belirttiği şeker fabrikaları, önemli teşvik ve imtiyazlarla kurulmuş; başarısız denemelere rağmen ısrar edilmiş bir yatırımdı. Bir “kararlılığın” ürünüydü. Sağladığı istihdam, üretim miktarı ve getirdiği kâr göz önüne alındığında yatırımların karşılığının alındığı da görülüyordu.
On yıllar içinde sayısız emekçinin alın teriyle büyümüş fabrikaların satışı, mevcut emekçilerin durumunu da etkileyecek kuşkusuz. İşçilerin durumuna dair verilen “teminatlar” var, bir de teminatların yerine getirilmediği bir yığın örnek… Dahası, pancardan elde edilen şeker yerine gıda sektöründeki payı gittikçe artan nişasta bazlı şekerin sağlığa ciddi zararlar verdiği düşünülürse, işçi sınıfını doğrudan etkileyecek bu durumun olası sonuçlarından birinin de halk sağlığının tehlikeye atılması. “Ekmeğimizi kendi unumuzdan yoğurmayı”, “Bezimizi kendi pamuğumuzdan dokumayı” bırakalı çok olmuştu. Artık şekerin durumu da tehlikede. Üstelik halka yönelik bu tehlikeyi görmezden gelmek konusunda çok “kararlılar”.