İstanbul’un halini düşünmek bile istemiyorum
17 Ağustos 1999 Gölcük merkezli Marmara depreminin üzerinden 13 yıl geçti. Geçti ama geçen yıl Van depreminde yanan canlar, Marmara depreminden gereken derslerin alınmadığını da gösterdi. Türkiye bir deprem bölgesi ve her an depremle karşı karşıyayız. Ve 17 Ağustosta bir kez daha bu gerçeği hatırlamak zorundayız.İs
İstanbul’da olası bir depremin olası sonuçları tüyler ürpertici nitelikte. Hükümetin gündemindeki kentsel dönüşüm projesi ise, inşaat şirketlerinin kâr ve rant denklemleri arasında deprem güvenliğinden uzak. Deprem bölgelerine yapılan inşaatlar, alışveriş merkezleri her gün karşımıza çıkan göstergelerden. İşte bütün bunları, İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) İstanbul Şube Başkanı Cemal Gökçe ile konuşuyoruz.
17 Ağustos 1999’da meydana gelen Gölcük depreminde resmi rakamlara göre yaklaşık 18 bin, resmi olmayan rakamlara göre ise 50 bin ile 70 bin arası insan hayatını kaybetti. Sizce neden bu kadar fazla can kaybı oldu?
İnsanlarımız sağlıksız yapıların içinde oturuyorlar. İlk çağdan bu yana insanlar yedikleri, içtikleri, dinlendikleri, eğlendikleri, gezdikleri sosyal etkinliklerde bulundukları tiyatro sinema benzeri yerlerin, kendi konutları içinde veya dışında okulların, hastanelerin yani insan yaşamını etkileyen her yapının güvenli olması gerektiği sonucuna varmışlardır. Yapıların deprem güvenliği varsa eğer depremde can kaybı bu kadar fazla olmaz. Ülkemiz deprem bölgesi ve deprem hep yaşandı hep yaşanacak. Deprem tehlikesinin var olduğunu biliyorsak, ki biliyoruz deprem tehlikesine karşı yıkılmayacak, can kaybına yol açmayacak yapılar yapmamız lazım. İnsanlarımızın içinde oturduğu yapıların depreme dayanıklı üretilmemesi sebebiyle bu yapılar yıkıldı ve büyük ölçüde hasar gördü. Gölcük depreminde can kayıplarının en büyük nedeni yapıların deprem güvenliğinin olmaması olmuştur.
Depremden sonra sizce gerekli önlemler alındı mı? Alındıysa nelerdir?
Depremin üzerinden 13 yıl geçti. Yeni yapılan konutları ayrı değerlendirmek gerekiyor ama özellikle İstanbul ve bölge kentlerinde 1999 yılında, yani depremin olduğu yılda mevcut yapı stoku neyse şimdi de yapı stokumuzun deprem güvenliği aynı. O günden bu güne yapı stokunun yüzde 1’i bile yenilenmedi. Depreme dayanıklı hale getirilmedi. Yapıların içerisinde oturan insanlar İstanbul’da yaşanacak olan, yaşanacağını bildiğimiz depremi bekliyorlar. Eğer deprem yakın bir gelecekte olacaksa, ki olacak, insanlarımız hayatlarını kaybedecekler.
Depremden sonra yapı denetim mevzuatı değişti ve özel şirketler kuruldu. Bunun nasıl bir etkisi oldu?
Yapı denetimi açısından oldukça önemli bir konu. Bütün dünyada sadece yapıların güvenli olması değil, insan olarak bizim kullandığımız her şeyin kaliteli ve güvenli olması gerekir. Kalite ve güven konusu da bir denetim konusudur. Hele hayatımızı teslim ettiğimiz, içinde okuduğumuz, tedavi olduğumuz, yattığımız kalktığımız yapılarınsa deprem güvenliklerinin olması şarttır. 2000 yılında çıkarılmış olan 595 sayılı Yapı Denetim Kararnamesi önemli bir kararnameydi. Çünkü denetim sürecinde bulunacak olan meslek insanlarına; denetçi belgesini almasını sağlayacak sertifika, mesleki yeterliliği olan belge, meslek odaları tarafından veriliyordu. Fakat kısa bir süre sonra bu kararname ortadan kaldırıldı. 4708 sayılı Yapı Denetim Yasası gündeme geldi. Bu yasayla 12 yılını doldurmuş meslek insanları, mühendis ve mimarlar bayındırlık bakanlığına müracaat ederek denetçi belgesi aldılar. Yani bu yasayla temel konu meslek insanının mesleki yeterliliği, etik anlayışı değil, 12 yıllık meslek yaşının olması olarak gündeme geldi. Tamam, 12 senelik bir meslek yaşamı var ama meslek bilgilerini güncellememiş dünyadaki mühendislik ile bilgileri öğrenmemişse, dolayısıyla meslek odasının denetiminden geçmemişse, açtığı seminerlere katılmamışsa açıkçası bu insanlar imzacı mühendis ve mimarlar olarak gündeme gelirler.
4708 sayılı Yapı Denetim Yasası kapsamında neler geldi?
4708 sayılı Yapı Denetim Yasası’yla da hayatında proje yapmamış insanlara da dosya memurluğu yapmış insanlara da denetçi belgesi verildi. Sırf diploması var diye mesleğinde 12 yılını doldurduğu için denetleyici oldular. Hayatında bir proje yapmamış bir insan denetim yapar hale getirilmiştir. Bu yüzden denetim mekanizması proje ölçeğinde yeterli ölçüde yapılamadı ve yapı üretim sürecinde de yeterli olunamadı. Yine müteahhitlik hizmetlerinin yapılabilmesi için ticaret odasına kayıt olmak yeterliydi. Yani herkes bizim ülkemizde müteahhitlik yapabilir. Dolayısıyla müteahhitlik işin teknik kaygısını önde tutan değil sade ve sadece ticari kaygıyı önde tutan bir işlem olarak gündeme geldi. Müteahhitler de yeterli ölçüde eğitimli değillerdi. Müteahhitler, işin sadece kâr amacında yani işin ticari çerçevesinde, mühendisler ve mimarlar diploma almışlar ama meslekleriyle ilgili herhangi bir zorunlu eğitime katılmamışlar. Bu çerçevede meslek odalarına gerekli yetkiler verilmemişti. Dolayısıyla adı yapı denetimdi ama bu yapı denetim mekanizması istenilen ölçüde işlemedi.
Ne yazık ki 4708 sayılı Yapı Denetim Yasası 2001 yılında çıktı. Birçok pilot ilde uygulandı. 2011 yılının ocak ayında ise 81 ilde uygulanmaya çalışıldı. Yapı denetim yasasının olması önemliydi fakat içerisinin boş olması, meslek odasının yeterli ölçüde yetkili kılınmaması zayıf kalmasına sebep oldu.
Uzun süredir İstanbul depremi konuşuluyor. Eğer İstanbul’da bir deprem olursa nasıl bir tabloyla karşılaşacağız?
İstanbul’daki yapı stokunun durumunu bilen bir insan olarak inanın düşünmek bile istemiyorum. Ama benim bunu düşünmek istememem hayatın gerçekliği ile hiçbir zaman uyum içerisinde olmuyor. İstanbul er veya geç bir deprem yaşayacaktır. Çünkü Kuzey Anadolu fay hattının önemli bir kısmı Marmara Denizi’nin içerisine kadar kırılmıştır, geriye kalan kısmı ise kırılmamıştır. Bu kırılmayan fayın bir gün kırılacağını artık biliyoruz. Gölcük merkezli depremde İstanbul 110 kilometre uzaklıkta olmasına rağmen önemli ölçüde etkilendi. İstanbul’da neredeyse bine yakın insan hayatını kaybetti. 3 bin 20 civarında yapımız yıkıldı veya ağır hasar gördü. 110 kilometre uzaklıktaki bir depremden bu kadar etkilenen İstanbul’un 20 kilometre uzağından geçen bir fayın kırılmasıyla çok daha fazla etkileneceği açıktır. Biz biliyoruz ki; İstanbul’da 7.4 büyüklüğünde bir deprem olacaktır. Bizim ülkemizde bu güne kadar 6.5 ve üzerindeki her deprem can ve mal kaybını ortaya çıkarmıştır. Dolayısı ile Gölcük depremindeki yapı stoku o zaman ne ise İstanbul’unki de şu an aynıdır. Çünkü aynı insanlar yapmışlardır.
Olası bir İstanbul depremi için alınan herhangi önlem var mı?
2000 sonrası dönemde İstanbul Valiliğinin başkanlığında 14 kişiden oluşan İl Afet Merkezi Kurulu adı altında bir kurul oluşturulmuştu. Bu kurul depreme hazırlık için kurulmuştu. Ben de bu kurulun üyelerinden biriydim. Bu kurul; İstanbul’un 470 yerinde çadır kurulacak, depremden sonra insanların dışarıya çıktıklarında toplanabilecekleri alanlar yaratmayı hedefliyordu. Artçı depremlerin devam etmesi halinde insanları evlerine sokma şansımız yok. İnsanlar evlerine girmezler. Bu yüzden insanların toplanabilecekleri boş alanların olması lazım, çadır kurulacak barınma ihtiyaçlarının karşılanacağı, sağlık hizmetlerinin karşılanacağı, alanlar oluşturulması gerekmektedir. Bugünkü haliyle eğer depremle karşılaşırsak İstanbulluların gidebilecekleri, toplanabilecekleri bir yer kalmadı. Depreme dayanıklı yapı kadar İstanbul’da boş alanın bulunması da önemli. Belirlenen 470 yer de ne yazık ki imara açılmış durumda. Ayrılmış olan 470 yerin yarısından fazlasının yapılaşmaya açılmış olması kendisi de deprem kadar önemli bir konudur. Bırakalım boş alan yaratılmasını var olan boş alanlar yapılaşmaya açılmış durumda. Ne yazık ki bizde her boş bulunan yere alışveriş merkezleri, yeni rezidanslar yapma bir moda haline geldi. Ama bir yandan da deniyor ki; ‘Biz İstanbul’u depreme hazırlıyoruz’, ‘Depreme dayanıklı yapılar yapıyoruz’. Oysa depreme dayanıklı yapı üretmek tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda sağlıklı bir çevre, insanların toplanabilecekleri, ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir alan olması gerekir. (İstanbul/EVRENSEL)
SADECE KÂR ANLAYIŞI, PARA KAZANMA ANLAYIŞI
Peki, neden Türkiye’de binalar düzgün ve depreme karşı güvenli yapılamıyor?
Deprem ister Van’da olsun ister Ağrı’da olsun ister İstanbul’da olsun. Türkiye’nin hangi kenti olursa olsun deprem güvenliği açısından yapı stokumuzun aynıdır. Siz imar hareketlerinizi yapı üretim süreciyle ilgili, bilimsel ve teknik mekanizmaları oluşturmamışsanız, mühendislerin, mimarların yetkilerinin ve mesleki gelişkinlikleri doğrultusunda meslek odalarına gerekli yetkileri vermezseniz, imar faaliyetleri doğrultusunda tekniğin gereğini yapmayıp doğru bir kentleşme anlayışı gündeme getirmezseniz, sadece kâr anlayışı, para kazanma anlayışını gündeme getiriyorsanız; bu İstanbul için de Van için de aynı mantığın geçerli olduğunu gösterir. Çünkü İstanbul’u yönetenler de Van’ı yönetenler de aynı insanlar. Nihayetinde merkezi hükümetin yönlendirmesi ve yönetimleri çerçevesinde imar hareketleri gündeme geliyor ve ortaya çıkıyor.
Van depremi de kısa süre önce oldu ve orada da can kayıpları yaşandı, çok fazla bina yıkıldı. Siz Van depremini bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
1999 yılında yaşadığımız depreme rağmen Van için de başka illerimiz açısından da sadece yapılan yapılardan para kazanma anlayışı teknik kaygının önüne geçti. Ticaret, tekniğin ve bilimin önüne geçti. Ve bu yüzden Van’da 650 civarında insanımız göz göre göre hayatını kaybetti. En azından Van ilimizin şansı vardı. Deprem sonrası boş alan çoktu. Hastaneler zarar gördü ama boş alan çok olduğu için hemen sahra hastaneleri yapıldı. Evler yıkılınca boş yerlere çadırlar kuruldu. Van’da boş alanların çok olmasına rağmen, yardımların gitmesine rağmen 650 insan hayatını kaybetti. Uzmanlar Bayram Oteli görüp inceleme yapmış olsalardı Bayram Otelin boşaltılmasını isterdi. Ama o otel incelenmediği için Bayram Otelde göz göre göre insanlar öldü.
‘KENTSEL DÖNÜŞÜM İNSAN ODAKLI OLMALI’
Hükümetin depreme yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’deki mevcut yapıların deprem güvenliği yok. Hükümet insanlara ‘Yapılarının deprem güvenlikli olup olmadığını araştır’ diyor. Bu olanaksız bir şey. Çünkü işçilerin, emekçilerin, emeklilerin, küçük esnafın ve kıt kanaat geçinen insanların böyle bir şey yapma imkanları yok. İnsanlara ‘Depreme dayanıksız binanı yık, yeniden yap’ demek kolaydır ama yapmak zordur. Bu yüzden devletin sosyal devlet olarak devreye girmesi gerekmektedir. Yani sosyal devlet politikaları izlemesi gerekmektedir. İnsan odaklı ve insanı yaşatacak, her türlü önlemi alacak yeni mekanizmaların yaratılması gerekir. Bu yüzden biz meslek odaları ve mesleğinde uzmanlar olarak illa deprem olmasını beklemeden, deprem olmadan da her türlü önlemin alınmasını istiyoruz. Depremi gündeme getirerek, kentsel dönüşüm adı altında yasalar düzenlenmesini, bunun bir rant aracı haline getirilmemesi gerektiğini bir kez daha ifade etmek gerektiğini düşünüyorum.
Hükümetin kentsel dönüşüm projesi deprem karşısında yeterli mi?
Devletin kentsel dönüşüm adı altında yaptığı çalışmalar yeterli değildir. Devlet 3 yıl projecilik yapmış bir mühendisi bir planın başına koymaktadır. Belge verilmektedir ve bu belge geçerli sayılmaktadır. Ayrıca afet alanlarının yeniden yapılandırılması adı altında yeni bir yasa çıkarıldı. Hükümet ‘Yıkacağım, yapacağım’ diyor. Oysa kentsel dönüşümün en temel mantığı insan odaklı olmasıdır. Yani bir taraftan mevcut yapıların deprem güvenlikli olmalarının sağlanması elbette ki önemlidir. Diğer taraftan da yeni depremler yaratmamak gerekir. İnsanların yaşadıkları yerde belli bir komşuluk ilişkileri vardır. O insanları kendi bölgelerinde tutarak ve kendi rızalarını alarak, o insanları da birer paydaş olarak kabul ederek kentsel dönüşüm yapılmalıdır. Tabipler Odasının, mimar ve mühendis odalarının, yerel yönetimlerin, meslek odalarının, ekonomistlerin ve üniversitelerdeki uzmanların birer paydaş olarak kabul edilmesi gerekmektedir. İnsanları oturmuş oldukları yerlerde tekrar oturtacak şekilde bir dönüşüm ve yenileme yapılabilir. Kentsel dönüşüm yapılıyor yakarım, yıkarım, sürgüne gönderirim anlayışı ile gündeme geliyor.