Adaletsiz ticaret değil kapitalist rekabet
Serdar Derventli, ABD ile Almanya arasındaki 'adil ticaret' polemiğinin perde arkasını yazdı.
Serdar DERVENTLİ
Köln
Almanya bir dış ticaret yılını daha rekor rakamlarla kapadı. Federal İstatistik Dairesi tarafından yayımlanan rapora göre, ihracat, 2011 yılından bu yana yüzde 6.3 ile en güçlü büyümeyi kaydetti. Alman tekelleri ve işletmeleri 2017 yılında 1 trilyon 279 milyar 66 milyon avro değerinde “Made in Germany/Alman malı” menşeli mamulü ülke dışına sattılar. Avronun dolar karşısında değer kazanmasının bu miktarın daha yükselmesinin önüne geçtiğini bildiren Alman Toptancılar ve İhracatçılar Birliği (BGA), “Buna rağmen temelleri sağlam bir gelişme kaydettiğimizi söyleyebiliriz” görüşünde. BGA, 2018 yılında 1.3 trilyon avro sınırının aşılmasını beklendiğini de açıkladı.
Avronun değerli olması ithalatın ucuzlaması anlamına da geliyor. Bu da ithalatın daha fazla (yüzde 8.3) büyümesine neden oldu. Destatis raporunda 1 trilyon 34 milyar 323 milyon avro hacminde ithalat yapıldığı bildirildi. İthalatın, ihracattan daha fazla büyümesi, doğal olarak Almanya’nın dış ticaret fazlasına yansıdı. 2016 yılına oranla biraz düşen Almanya’nın dış ticaret fazlası buna rağmen 244.7 milyar avro ile uluslararası alanda yine en ön sıralarda geliyor.
AB UYARIYOR, ABD CEZAYA HAZIRLANIYOR
Avro para biriminin 2002 yılında resmen dolaşıma girmesinden sonra Almanya’nın dış ticareti de hızla büyüdüğü gibi dış ticaret fazlası da katlanarak büyüdü. Özellikle avro bölgesine giren AB ülkeleri, önceden sahip oldukları ulusal para birimlerini gerekli gördükleri zaman ‘Alman mark’ına oranla dengeleyip dış ticaretlerini de dengeleyebiliyorlardı.
Artık bu olanaktan mahrum olan bu ülkelerin piyasaları Alman mamulleriyle adeta istila edildi. Bilindiği gibi Almanya, dış ticaretinin üçte ikisine yakın bölümünü Avrupa Birliği (AB) içinde gerçekleştiriyor. Alman tekelleri, AB içinde elde ettikleri bu önemli avantajı (Bir süre öncesine kadar dış pazar olan AB, avro ile birlikte iç pazar haline geldi) dünya piyasalarında lehlerine kullanmayı başardılar.
ABD İLE TİCARET DENGESİZLİĞİ ALMANYA LEHİNE GELİŞTİ
Özellikle ABD, bu gelişmeden payını alıyor. Avronun tedavüle girmesinin ardından ABD-Almanya arasındaki ticaret dengesizliği Almanya’nın lehine gelişti. 2017 yılında ABD, Almanya’ya karşı 50.5 milyar avro dış ticaret açığı verdi. Dolayısıyla bu rakam ABD devletinin ve tekellerinin Almanya’ya ticaret bağlantılı borçlanmasını da gösteriyor.
1950 yılından bu yana sadece iki kez (1950 ve 1951) dış ticaret açığı veren Almanya’nın diğer yıllarda dış ticaret fazlasını sürekli artırması, diğer ülkelerin hep eleştirisine neden oluyor. Özellikle son üç yıldır çeyrek trilyon avro dolayında olan dış ticaret fazlası yaptırımları gündeme getirdi.
AB sözleşmelerine göre dış ticaret fazlası en fazla yüzde 6.5 olabilir. Fakat Almanya son yıllarda bu oranı sürekli aştı. AB Komisyonu, bu durumu sürekli “gelişmeyi takip ediyoruz”, “oranları değerlendiriyoruz” diye geçiştirmekle yetindi. Almanya gibi AB’nin ekonomisini en fazla belirleyen bir ülkeye başkaldırmanın AB Komisyonunun da harcı olmadığı bir kez daha ortaya çıktı. AB Komisyonu bu kez de her “değerlendirme” sonunda Almanya’ya, “İç piyasayı canlandırma ve AB’den ithalatı artırma” çağrısı yapmakla yetindi.
ABD ise bu konuda daha farklı bir hat izliyor. “Önce Amerika” (America First) sloganıyla devlet başkanlığı koltuğuna oturan Donald Trump, çelik ve alüminyum mamullerine “ceza gümrüğü” hazırlanması için ticaret bakanlığına emir verdi. Kararnameyi yakında imzalayacak. Trump’ın hedefinde asıl olarak otomobil ve otomobil parçaları, makineler ve kimya sanayisi mamulleri var. ABD Başkanı başta Çin ve AB olmak üzere değişik ülkelere uyguladığı gümrükleri önümüzdeki dönem ciddi oranda artırmayı planlıyor. Almanya’nın önde gelen gazeteleri şimdiden “Ticaret savaşı dönemine mi giriyoruz” sorusunu gündemlerine aldılar.
BREXİT’DEN SONRA TEK ALMANYA KALACAK
Bir süre öncesine kadar Almanya, Fransa ve Büyük Britanya, “AB’nin patronları” olarak görülüyorlardı. 2008/09 krizinde Fransa ve Britanya’nın düşünüldüğü kadar güçlü olmadığı ortaya çıkmıştı. Her iki ülke de “yeniden sanayileşme” için özel adımlar atmaya çalıştılar. Tüm önlemlere karşın Fransa ve Britanya’nın sanayisi ciddi bir gelişme sağlayamadığı gibi bu iki ülkenin Almanya’ya karşı verdikleri ticaret açıkları da sürekli büyüdü. 2017 yılında Fransa 41 milyar, Britanya ise 47.2 milyar avro tutarında Almanya’ya karşı ticaret açığı verdiler.
Nükleer silahlarından dolayı AB içinde Almanya ile göz hizasında politika yapan Fransa ve Britanya, ekonomik açıdan çoktan Almanya’nın arkasına düşmüştü. Britanya’nın AB’den çıkma kararı ardından ve Fransa’nın ekonomik durumu da gözetildiğinde AB’nin “patronu” olarak geriye tek Almanya kalıyor. Dolayısıyla basına “rekor” kırma olarak geçen haberler her ne kadar sportif bir faaliyet gibi ele alınsa da gerçekte AB’nin geleceğinin önümüzdeki dönem Almanya ile anılacağını gösteriyor.
KAPİTALİST REKABET VE ÜRETİMDE ANARŞİ
Burjuva basında “dış ticarette rekor” ve “ticarette adalet” başlıkları altında yayımlanan haberlerde gerçekler sürekli çarpıtılıyor.
Almanya dış ticaret fazlasından dolayı eleştirildiğinde, “Bizim mamullerimiz iyiyse biz ne yapalım” ile başlayan ve gelinen yerde, “Almanya’nın dış ticaretteki başarısı, AB içinde 4 milyon işyerini güvenceye alıyor. Almanya sanayi üretimi için ön mamulleri asıl olarak AB üyelerinden alıyor” deniliyor.
İşin içine Çin girince Alman basınında, “Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Çin’in devlet sübvansiyonlu mamullerine karşı ciddi gümrük vergileri” gündeme geliyor. Veya “Çin’de Alman sermayesine karşı sürekli yeni engeller çıkartılıyor” deniliyor. ABD Başkanı Trump’da çok farklı bir tutum izlemiyor; ABD’nin ticaret açığı büyüdükçe “Adil bir ticaret böyle olamaz” diyerek AB-Almanya ve Çin’i hedef tahtasına koyuyor. İhracat konusunda gayet “liberal” bir tutum alan ve “serbest ticaret önündeki engellerin kaldırılması için hiçbir çabadan kaçınılmamasını” talep eden Çin, Çin’e yönelik ihracat, yatırım vb. konularda ise 180 derece farklı bir tutum alabiliyor. Basında bu konular sürekli şu veya bu ülkenin tutumuyla, politikacılarının kişilikleriyle açıklanmaya çalışılıyor. Ama sözü edilen tüm ülkelerin kapitalist ülkeler oldukları, politikaları hükümetler tarafından değil bu hükümetlere hakim olan tekeller tarafından belirlendiği gizleniyor. Ticaret açığı/fazlası, gümrük vergileri vb. şu veya bu ülkenin politikalarıyla değil, kapitalist rekabet ve üretimdeki anarşi ile açıklanabilir.