Eşit, özgür ve şiddetsiz yaşam için
'Kadınlar, sadece beklemekle gelmeyeceğini bildikleri o güzel günlere yürüyecekler; tıpkı 161 yıl önce bu yolu açan dokuma işçisi kadınlar gibi.'
Şükran DOĞAN
Yıl 1857. New York’ta bir tekstil fabrikası. Binlerce kadın işçi, günde 14-15 saat düşük ücretle ve ağır koşullarda çalıştırılmaktadır. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi, 10 saatlik iş günü ve eşit işe eşit ücret isteyerek greve çıkarlar. Patron diğer işçilerle dayanışmalarını engellemek için fabrika kapılarına kilit vurdurur. Fabrika içinde şüpheli bir yangın çıkar ve 129 kadın yanarak can verir. Günlerden 8 Mart’tır.
Yıl 1908. Bu kez kadın işçiler 8 saatlik iş günü, kadınlara oy hakkı ve çocuk emeği sömürüsüne karşı greve çıkarlar. Günlerden yine 8 Mart’tır… Bir yıl sonra 1909 da Manhattan’da 20 bin tekstil işçisi kadının başlattığı grev diğer sektörlere de yayılır, iki ay sonra kazanımla sonuçlanır.
1910 yılına gelindiğinde, II. Enternasyonal konferansında söz alan Clara Zetkin 8 Mart’ı dokuma işçileri anısına mücadele günü olarak önerir ve bu öneri kabul görür. O günden bugüne 8 Mart, kadınların cinsel ve sınıfsal sömürüye karşı uluslararası mücadele günüdür. 1975 yılında Birleşmiş Milletler tarafından da resmen tanınır.
Dünyada ve Türkiye ölçeğinde kadınların en can yakıcı taleplerini (toplantılarla, şenliklerle, gösterilerle; işyerinde, alanlarda, sokaklarda, salonlarda) dile getirdikleri 8 Mart, bizlere dokuma işçisi kadınlardan mirastır.
161 yıl geçti, eşitsizlik sürüyor.
Uzun ve zorlu mücadeleler sonucu birçok talep kazanım olarak yasalara geçirildi. Haftalık 45 saat çalışma süresi… Seçme seçilme hakkı… Kadın-erkek eşitliği… Çalışmanın koca iznine bağlı olmaktan çıkarılması… Evlenince, kadının kendi soyadını da kullanabilmesi… Boşanma hakkı… Kadına şiddet, taciz ve tecavüzün suç sayılması… Yetiyor mu? Yetmiyor. Yasaların uygulanması ve güvence altına alınması da, daha ileri hakların elde edilmesi de sürekli mücadeleyi gerektiriyor. Zira pratik yaşamda yasada olsa da fiilen hâlâ uygulanmayanlar, uygulanamayanlar, uygulatılmayanlar var. Uzatılan çalışma saatleri, kayıt dışı çalıştırma, çocuk işçiliği, iş cinayetleri; Diyanetin fetvaları, yobaz ve gerici güçlerin kadını çocuk, genç, yaşlı demeden cinsel obje olarak gösteren konuşmaları; iktidarın ve yol verdiklerinin sonu gelmeyen kadın düşmanı söylemleri, istismara uğrayan çocuklar, öldürülen kadınlar ve kadınların kaçsa da kurtulamadığı şiddet, taciz, ölüm… Ve hukuksuzluk… Sonra yoksulluk, geçim sıkıntısı, işsizlik…
Her defasında birini savuşturmaya çalışırken gelen başka bir hamle. Mecliste, sokakta, mahkemede, evde, işyerinde, otobüste, serviste, gazetelerde, TV’lerde, sosyal medyada “bugün hakkımızda ne söylenecek, başımıza ne çorap örülecek, neyle karşılacağım/karşılacağız” diye soruların sorulduğu böyle bir zamanı yaşamamıştı daha önce kadınlar.
Yüzde 33.8 olan kadın istihdamının yüzde 41’e ulaşabilmesi için 2023 yılının hedef gösterilmesi… 16 yılda çocuğu cinsel istismarda yüzde 700, kadına şiddette yüzde 1400, kadına cinsel tacizde yüzde 449’a varan artışlar… Son dokuz yılda basına yansıdığı kadarıyla 2 bin108 kadının erkekler tarafından hunharca öldürülmesi ve süregiden cezasızlıklar… Kadını boşamak için e-posta ve SMS‘yi yeterli gören anlayış… İş bulamayan, bulduğunda ise çocuğunun üstüne kapı kilitleyip işe gitmek zorunda kalan kadınlar… Okutulmayan, okul çağında evlendirilen kız çocukları, cinsiyetçi müfredatlar… Pembe vagon, pembe otobüs diretmeleri, laik yaşamın kırıntısını yok etme çabaları… Muhafazakar sistemlerini oturtmak için kadınların omuzlarına basma ve bertaraf etme girişimleri… Kadının sesini daha duyulmaz, yaşadığı şiddeti görünmez kılan, çocuklara ölüm vadeden savaş politikaları… Kadına tacizden serbest bırakılan erkeğin, taciz mesajı içinde geçen sözleri nedeniyle cumhurbaşkanına hakaretten tutuklanması… vs. vs.
Şu ana kadar saydıklarımız bile eşitsizliği, sömürüyü, baskıyı arttıran söylem, plan ve uygulamaların topluma nasıl fütursuzca boca edildiğinin ancak sınırlı örnekleri. Tüm bunların üstüne bir de AKP Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “tek adam tek parti” rejimini perçinleme girişimleri var ki, kadınların bugününü de yarınını da daha fazla karartacak, yasa yapılmasını bile gereksiz gören “Ben yaptım oldu” dönemi başlayacak.
Nasıl çıkılacak bu cendereden?
Dünya Ekonomik Forumunun 2017 yılı araştırmasına bakarsak kadınların, erkeklerle aynı maaşı alması ve işyerinde eşit temsil edilmesi için bile tam 217 yıl beklemesi gerekiyor. Bekleme süresi 2016 yılına göre 47 yıl artmış. Kadını hergün daha da dibe çeken bu kapitalist sistemde 200 kusur yıl sadece eşit ücret alabilmek için beklemek…
Aynı araştırmanın cinsiyet eşitsizliği verilerinde Türkiye 144 ülke arasında 131. sırada. Bu demektir ki Türkiye’deki kadınlar daha da uzun bir süre bekleyecek.
Kadınlar, kapitalist sermaye sınıfının, kârına kâr katmak için uyguladığı “kadın dostu” politikaların sonucunu beklemek zorunda değil. Bu projeksiyonu hem yakın zamana hem de gerçek manada eşitliğe çevirmek mümkün. 1800’lerden günümüze toplumsal yaşamın her alanında eşitlik için ayağa kalkan işçi kadınlar, bunun mümkün olduğunu gösteriyorlar zira.
Kadınlar, son 10-13 yıldır daha çok yan yanalar daha çok dayanışma ve mücadele içindeler. Bu 8 Mart’ta da bir kez daha baskılara, yasaklama girişimlerine direnerek ve birleşerek taleplerini dile getirecekler. Kadınlar, sadece beklemekle gelmeyeceğini bildikleri o güzel günlere yürüyecekler; tıpkı 161 yıl önce bu yolu açan ve 8 Mart’ı dünya kadınlarına miras bırakan dokuma işçisi kadınlar gibi. Ve tıpkı son yıllarda taciz yasasına yol vermeyen, kürtaj yasasına karşı çıkan, mahkemelerde dayanışan, savaşa karşı barışı savunan, çocuklarına kanat geren, işi ve ekmeği içi greve çıkan kadınlar gibi…