Usturanın iki yüzü: Woyzeck
Ayşegül Tözeren, Oyun Atölyesinde sahnelenen Georg Büchner'in Woyzeck adlı oyunu üzerine yazdı.
Ayşegül Tözeren
19. yüzyıl başlarında yaşamış, 24 senelik kısa ömrüne dünya tiyatro tarihinde önemli yer tutan üç oyunu (Woyzeck, Danton’un Ölümü ve Leonce ile Lena) sığdırmış Georg Büchner, Aydınlanma Çağı ile birlikte değişen insanı yazmıştır. Büchner, Woyzeck’i 1836 yılında kaleme almaya başlamış, ancak ölümüyle yarım kalmıştır. Buna rağmen, tiyatro repertuvarlarında sıkça yer almıştır. Woyzeck, doğal bir “açık yapıt” olarak, sergileyenlerce farklı farklı şekillerde sonlandırılmıştır.
Woyzeck’in yeni bir yorumu bu sezon Oyun Atölyesinde sahnelenmekte. Haluk Bilginer’in çevirisiyle aktarılan oyun, Muharrem Özcan’ın rejisiyle bir kez daha tiyatro sahnesinde yaşam buluyor. Özgün müzik, dans ve sahne yerleşimiyle dikkat çeken oyunun müziğini Çağrı Beklen, koreografisini Orçun Okurgan, sahne tasarımını Özlem Karabay, ışık tasarımınıysa Kemal Yiğitbay hazırlamış.
DİRENEMEYEN İNSANIN HİKAYESİ
Woyzeck, baskıcı ve adaletsiz toplum düzenine direnemeyen insanın hikayesidir. Aydınlanma Çağı ile birlikte dogmaların yerini aklın hükümranlığı almıştır. Ancak zihninin derinliklerinde değişemeyen toplum, bu kez, akılcılığı bir mite dönüştürmüştür. İzleyenleri, kendi mitleriyle yüzleşmeye çağırdığı için Woyzeck, bu kadar sahnelenir ve izlenir. Oyun Atölyesinin, yorumda yarattığı farklılık, oyuncuları kolektif bir bütüne dönüştürerek, Woyzeck’i sahnelemesi… Böylelikle, oyunun ana karakteri olan Woyzeck’i kemirip duran toplumsal yargılar, fiziksel olarak da müzikle, dansla, fısıltılaşan sözcüklerle sergilenebiliyor, oyunun su içinde sahneleniyor oluşu da, bu yoruma destek oluyor ve toplumsal ön yargılardan bir bataklığın Woyzeck’i sardığı hissini güçlendiriyor.
Woyzeck, yoksul bir asker ve rütbelilerin ayak işlerini yaparak, sevgilisi Marie ve bebeğine daha fazla para götürmeye çalışıyor. Woyzeck ayak işleriyle de kalmıyor, bir doktorun sadece bezelyeyle beslenme deneyine de para için denek olarak katılıyor. Woyzeck’i Emre Yetim canlandırırken, Marie’yi Ayça Koptur, rütbeli asker yüzbaşıyı Aydın Şentürk, doktoru Sefa Tantoğlu, bando çavuşunu Sinan Arslan, Andres’i Yiğit Çakır, çırağı Dilara Topuklular, panayırcıyı Numan Aydın, Margaret’i Hazal İspirli sahneye taşıyor. Ancak, oyuncuların tümü, rejinin kolektif sahneleyiş tasarımıyla, topluma, ormana, karanlığa, düşünceye dönüşebiliyorlar.
BÜCHNER’İN İMGESEL TİYATROSU: WOYZECK
Büchner, yarım kalan tiyatro oyununda, imgelerle desteklediği ezen ve ezilen ilişkisini ifşa eder. Güneş ve karanlık bu imgelerin başında gelir, Woyzeck güneşten rahatsız olur, Marie aydınlığı ister. Sahip değildir, ama ister. Zengin evler, sürekli aydınlığa sahip olacak kadar varlıklıdırlar… Ayrıca Büchner’in tiyatro dilinde yavaşlama ve hız da bir fiil imgeye dönüşür. Yoksullar hızlı hareket etmeye çalışırken, çünkü yoksulların daha fazla para kazanmak için daha çok çalışması gerekir, varsıl olanlar yavaşlamayı öğütler. Yavaşlık ve hızlanma ikiliğinin sergilendiği sahnelerde yüzbaşıyı canlandıran Şentürk’ün oyunculuğu, akılda kalıcı. Repliğini okumuyor, keskin bir toplumsal eleştiri metnini sahnelediğinin farkında, kendi söyleyişini buluyor. Benzer biçimde doktoru canlandıran Tantoğlu da bir “aydınlanmanın delisi”ni oynarken, söyleyişiyle dikkat çekiyor.
Woyzeck oyunu, yoksul varsıl arasında ezen ezilen ilişkisini vurguladığı kadar, insan ve doğa, kadın ve erkek arasında yaratılan hiyerarşiye de dikkat çekiyor. Oyunda, insan, insan aklına, insani olana uyduğu ölçüde doğayı yüceltiyor. Böylelikle doğayı yüceltirken bile, insan olan ve olmayan arasında hiyerarşi kurulabildiğine dikkat çekiliyor. Büchner’in kalemi, kadın ve erkek arasında yaratılmak istenen hiyerarşiyi, insanın trajedyasına taşırken, daha da ustalaşıyor. Ezilen insan Woyzeck, yüzbaşının tıraşını yaptığı usturayla, sevgilisi Marie’yi bir başkasıyla birlikte olduğundan şüphelendiği için öldürebiliyor. Erkek toplumu içinde ezilen, Woyzeck karşısında kadın olduğunda birden ezen konumuna geçiyor.