Türkiye işçi sınıfı tarihinden portreler -4
Türkiye'de 1980 sonrası dönemin en önemli özelliği, iktidarların sınıf hareketini bastırmaya dair geçmiş dönemden deneyim kazanmış olmasıdır.
![Türkiye işçi sınıfı tarihinden portreler -4](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/104431.jpg)
İLGİLİ HABERLER
![Türkiye işçi sınıfı tarihinden portreler: 1970-1980 -3](https://staimg.evrensel.net/images/840/upload/dosya/103344.jpg)
Türkiye işçi sınıfı tarihinden portreler: 1970-1980 -3
Türkiye’de 1980 sonrası dönemde ekonomik, toplumsal ve siyasal alanlarda son derece köklü değişiklikler meydana gelmiştir. Kendisini toplumun en küçük birimine kadar hissettiren bu değişikliklerin, günlük yaşamdan, sendikal ve siyasal süreçlere kadar tüm alanlarda derin izler bıraktığı görülür. Bu dönemin en önemli özelliği, iktidarların sınıf hareketini bastırmaya ve sindirmeye ilişkin olarak geçmiş dönemden hareketle oldukça deneyim kazanmış olmasıdır.
12 EYLÜL’E GİDEN SÜREÇ
1980 yılı başında bir azınlık hükümeti kuran Süleyman Demirel, MESS’in kurucusu Turgut Özal’ı da tam yetkiyle ekonomi yönetiminin başına getirmiş ve o da daha sonra “24 Ocak Kararları” olarak anılacak olan ve Türkiye’yi “serbest piyasa düzeni”ne ulaştıracağı iddia edilen “istikrar paketi”ni uygulamaya koymuştur. 12 Eylül darbesinin hemen ardından da Kenan Evren ilk konuşmasında “yüksek” işçi ücretlerinden yakınmıştır. Hatta o dönemin TİSK başkanı “20 yıldır işçiler güldü, biz ağladık. Şimdi sıra bizde.” demiştir.
24 Ocak Kararları, ancak 80 darbesiyle hayata geçirilebilmiş kararlardır. Neoliberal politikalar aracılığıyla ekonominin kapitalist dünya ekonomisine entegrasyonunu ve Türkiye’yi tekellere açmanın karşılığı işçilere örgütsüzlük, sendikal mücadelelerinin yasaklanması, ücretlerinin düşmesi olmuştur.
80’ darbesi, 12 eylülden önce yükselen sendikal hareketin işçi sınıfı mücadelesinin sendikası DİSK’in faaliyetlerini ve toplusözleşme düzenini askıya almış ve çalışma hayatını düzenleyen tüm kural ve kurumları sermayeden yana otoriter bir şekilde yeniden düzenlemiştir. 12 Eylül darbesi, işçi önderlerini, sendikal hareketi ezerek, işçi sınıfının kazanılmış ekonomik ve demokratik haklarını açıkça gasp etmiştir. DİSK’in sendikal faaliyetleri yasaklanmış, yönetimde ve sendikal organlarda görev alan 2 bine yakın sendikacı gözaltına alınmış, birçoğu işkencelerden geçirilerek tutuklanmıştır. Sıkıyönetim Mahkemelerinde binlerce kişi yargılanırken, DİSK ve bağlı 28 sendikanın faaliyetlerinin durdurulması kararı verilmiştir. Türk İş, 12 Eylül darbesine açıkça destek vermiş, hatta bu desteğini organik işbirliğine kadar götürmüştür. Buna karşın darbe sonrasında işçilerin kitlesel olarak örgütlendiği sendikalar, siyasal parti ve dernekler kapatılırken, patronların örgütü ve darbe destekçisi TÜSİAD’a “kamu yararına çalışan dernek” statüsü verilmiş olması, sonraki yıllarda yaşanacakların ilk işaretleri olmuştur.
YASALARLA ENGELLENEN GREVLER
1982 Anayasası ile 1983 yılında çıkarılan 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu, sendikaları birer meslek örgütü haline indirgeyen ve en temel işlevlerini kısıtlayan yasaklar ve düzenlemeler içermiştir. Sendikaların en önemli işlevlerinden birisi olan grev hakkı büyük ölçüde yasaklanmış, grev uygulamasının, toplu sözleşme sonrası çıkacak uyuşmazlık sonrası yapılması zorunlu hale getirilmiştir.
Bu yasalar ekonomik ve sosyal hakların güvencesini ve geliştirilme araçlarını oluşturan sendikal örgütlenme, toplu pazarlık ve grev hakları açısından getirdiği yeni düzenlemeler, 12 Eylül döneminde zor yoluyla yeniden kurulan eşitsiz dengenin kurumlaştırılması çabaları olarak değerlendirilmiştir.
1980 sonrasında işçi sınıfı mücadelesi ve sendikal hareket pek çok yönden köşeye sıkıştırılmış, anti-demokratik yasalarla ezilmeye çalışılmıştır. Buna karşın işçi hareketinin ve sendikal mücadelenin yeniden ivme kazanması açısından en belirgin dönem 1989 Bahar Eylemleri sonrasında yaşananlar olmuştur.
1987’de başlayan 1989 Bahar Eylemleri ile hızlı bir yükselişe geçen işçi sınıfı mücadelesi,yıllar içinde işçi sınıfı saflarında biriken öfke patlaması, ANAP Hükümetlerinin uyguladığı özelleştirme ve diğer işçi düşmanı uygulamalara paralel olarak, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren kendisini göstermeye başlamıştır.
AŞK OLSUN DA NETAŞ SANA AŞK OLSUN
Bu noktada NETAŞ Grevi’ni özel olarak vurgulamak gerekir. Çünkü, sendika bürokrasisinin “mevcut yasalarla grev yapılamaz” gerekçesini çöpe atan ve Bahar Eylemleri de dahil olmak üzere sonraki pek çok grev, direniş ve eyleme bir anlamda ilham veren bir özellik taşır NETAŞ Grevi. TİS anlaşmazlığı nedeniyle 1986’da 3150 işçi greve çıkmış, yasanın ancak 4 işçinin grev gözcüsü olarak fabrika önünde kalacağını belirtmesine karşın yüzlerce işçi fiilen grev gözcüsü olarak görev yapmış, bine yakın işçi grevde aktif olarak faaliyet yürütmüştür. 93 gün süren ve kazanımla biten grevin sermayenin dönemsel yönelimlerine indirdiği darbe, işçiler tarafından grev anında söyledikleri “aşk olsun da Netaş (işçileri) sana aşk olsun, iki kaşın arasına taş koydun” şarkısında dile geliyordu.
Darbe karanlığını yırtan grev olarak bilinen NETAŞ Grevi daha sonrasında Kazlıçeşme Deri İşçileri Eylemi’nin, 1989 Bahar Eylemleri ve Büyük Madenci yürüyüşünün temel taşı olmuştur.
Evrensel'i Takip Et