Irkçılığın, cinsiyetçiliğin ve savaşın ortasında “bizler”
'Mücadele tarihimizin kazanımlarla dolu olduğunu ve bunların da ancak taleplerimiz etrafında birleşerek gerçekleştirdiğimizi biliyoruz.'
Helin ÇAKIR
ANTEP
Hızlı adımlarla eve yürüyorsun, sokak ıssız. Belki yazın o boğucu sıcağı belki de yağmurun şiddeti adımlarına eşlik ediyor. Başına bir şey gelecek korkusu hiç bırakmıyor yakanı. Bir araba yavaşça geçerken içinden atılan laflara aldırış etmiyorsun. Başın yerde, kulaklıkların takılı. Yağmur da olsa kuru bir ayaz da olsa içini kavuruyor o endişe. Gece o saatte ne işi vardı(!)...
Bir pazar sabahı. Tüm hafta simidini yerken o kahvaltıyı düşünmüşsün, ailenle birlikte güzel bir kahvaltı hayaliyle uyanmışsın. İhraç haberin geliyor, hiçbir açıklaması olmadan. Tüm hayatı KHK'ler ile değişen 25 bin kadın emekçiden birisisin yalnızca. Toplumsal cinsiyet rollerine hapsolurken toplum baskısı da peşini bırakmıyor.
Takip ettiğin televizyon kanalları kapatılmış. İnternetten doğru haberi aldığını düşündüğün sitelere bakarken çocuk istismarlarıyla karşı karşıyasın. Açıklamalarıyla babanın öz kızına şehvet duymasının haram olmadığını, internette eşinizden boşanabileceğinizi, buluğ çağının erkeklerde 12ü, kızlarda 6 yaş olduğunu Diyanet’ten öğreniyorsun.
Şort giydiğin için hiçbir şeyi aşamamış eril zihniyet karşısında minibüste darbediliyorsun.
İnsanca çalışma koşulları ve insanca ücretten, sendikal haklardan yoksun kadın bir işçisin. Cinsiyetçi iş bölümü ayrımcılık, mobbing, taciz sorunları peşini bırakmıyor. Sesini duyabildiğin kadın eylemleri ve grevlerinde kadına şiddetle mücadelenin eşit işe eşit ücret talebiyle birleştiğini ve bunlara karşı mücadele edildiğini görüyorsun. Şiddet sorununun giderek sınıfsallaştığını da biliyorsun.
675 haftadır Galatasaray Meydanı’ndasın. İçin alev alev yanarken "faili belli olan" kayıp evladın için hak ve adalet arıyorsun. Umudun hep diri, "Ben ölü bir bedenle oğlumu arıyorum." diyorsun. Bahsettikleri cehennemi yaşıyorsun aslında.
Kutuplaştırmanın ve ırkçılığın artırılmaya çalışıldığını biliyorsun. Dili yok sayılan, mezhebinden ötürü aynı sofraya oturulmayan kadınsın.
Mülteci kadınlardan birisin. Sömürülüyor, tecavüze uğruyor, fuhuşa sürükleniyorsun. Bir birey olarak bile görülmüyor, kendini hiçbir yere ait hissedemiyorsun.
Küçük yaşta zorla evlendirilen bir kızsın.
Annenin cenazesi 7 gün sokakta bekletiliyor. O sokağa her baktığında, annenin yere uzanmış halini görüyorsun. Beyaz bayrak ile cenazeyi almaya gittiğinde bile ateş açılıyor.
Sokakta, evde, okulda, işyerinde erkek egemenliğiyle şiddete uğruyorsun. Çevrendekiler sadece nefes alıp vermeye indirgenmiş bir hayat sürerken sen öldürülüyorsun.
"Barış" için yola çıkıyorsun kilometrelerce öteden. Yoldaşlarınla kucaklaşıyorsun. Büyük zorluklarla gitmişsin belki, "gökyüzüne kansız bakmayı" özlediğinden. Belki babanın kucağında can veriyorsundur. Belki de güzel gülüşlü kadın diye hatırlıyordur seni geride kalanlar, mücadelenle hatırlıyordur.
"Ah kadın Cizre miydi adın Şırnak mı
Nusaybin de olabilir hadi sen söyle." diyor ya şair, işte Cizre'desin. Saldırıların sonu gelmezken bodrum katına sığınıyorsunuz. "Al senin eşin" diyerek 5 kilo kemik veriliyor eline. Çığlığını kimse duymuyor.
Bir devlet sınır ötesine harekat düzenlerken senin dünyan kana bulanıyor, savaşın acısını yüreğinde hissediyorsun. Savaşlarda en çok acı duyanların kadınlar ve çocuklar olduğunu biliyorsun. Bir yandan Türkiye'de "savaşa hayır" dedikleri için tutuklanan insanları duyuyor ama hep birlikte "savaşa hayır" diyebilmenin, savaşçı politikaların kaybedip barışın kazanacağını bilmenin duygusunu da içinde taşıyorsun.
Hayır hayır, bu okuduklarınız hayal gücünün bir eseri değil. Bu okuduğunuz bizleriz, hepimiziz. Parsel parsel bencilliğin, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin ekilmeye çalışıldığı bu coğrafyada yaşadıklarımız aslında.
YAŞAMAK İSTİYORUZ
Bizler biliyoruz ki ortaya çıkan bu korkunç tablo mevcut siyasi iklimden bağımsız değil.
Bizlerin bu tabloyu yıkabileceğini, mücadele tarihimizin kazanımlarla dolu olduğunu ve bunların da ancak taleplerimiz etrafında birleşerek gerçekleştirdiğimizi biliyoruz. Bu yüzden geleceksizleştirilmeye karşı "Yaşamak istiyoruz!" diye yükseltiyoruz sesimizi.
Herkesi eşit şartlar altında yaşamak için, 8 Mart’ın ışığında bulunduğumuz her yerde erkek egemen kapitalist sistemin şiddetine, sömürüsüne, savaş ve kandan beslenen düzenine karşı hep birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.
Günümüz şimdiden kutlu olsun.