Endüstri 4.0, kapitalizm ve Putin
Kapitalist dünyanın küresel güçlerinin gündemi de sanayi 4.0. Yani robotların bütünüyle insan emeğinin yerini aldığı tam otomasyon!
Sinan ARAMAN
7 Mart 2018 tarihli Sputniknews haber sitesinde yer alan habere göre Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Rus silah üreticisi Uralvagonzavod (UVZ) fabrikasına yaptığı ziyaret sırasında işçilerden biri gelecekte kendisinin yerini bir makinanın alabileceği yönündeki endişesini iletmiş. Bunun üzerine Putin, bir insanın yaratıcılık potansiyeline bir makinenin asla rakip olamayacağını ve gelecekte işçilerin yerini yapay zekalı robotların alma riskinin olduğunu ancak, bunu önlemek için hazırlıklı olmak gerektiğini söylemiş. Böyleyse eğer, Putin’in cevapları oldukça kaçamak ve çelişkili. Malum, 2008 krizi sonrasında küresel ekonomik krizinden çıkamayan kapitalist dünyanın küresel güçlerinin gündemi de sanayi 4.0. Yani robotların bütünüyle insan emeğinin yerini aldığı tam otomasyon! Peki, bu kötü bir şey mi ve günümüz koşullarında ne kadar mümkün? Bir işçi bundan neden kaygılanır ve bir kapitalist neden bunun önlemini almak ister?
Sanayi 4.0 ya da 4. Sanayi Devrimi’ne değin, kapitalist üretim teknolojik gelişme açısından 3 önemli dönüşüm geçirdi. 1712’de buhar makinesinin icadı ile su ve buhar gücüne dayalı bir üretim tekniği ve mekanik tesisler üretim süreçlerine uyarlandı. Bu, 18. yüzyılda 1. Sanayi Devrimi olarak tarihe geçti. 1840 telgraf ve 1880 telefon icatları eşliğinde elektrik gücünün sanayide kullanılması, 2. Sanayi Devrimi olarak nitelendirildi. Kitlesel üretim muazzam ölçülerde artarken bu süreç, Taylorist yönetim, Fordist üretim ve 2. Dünya Savaşı sonrası sosyal devlet mekanizmalarıyla zirveye ulaştı. 1970’li yılların başlarından itibaren bilgisayar teknolojisi, 3. devrimi başlattı. Dijital devrim olarak da adlandırılan 3. Sanayi Devrimi (3.0) ile bilgi teknolojileri üretim süreçlerine uyarlandı. Bu süreçte, Fordist üretim tekniğinin mümkün kıldığı kitlesel ve seri üretimin yanı sıra, küçük ölçekte üretimin esas olduğu Post-fordist üretim teknikleri de yaygınlaştırıldı. Büyük ölçekli üretime eklemlenen küçük ölçekli üretim ağlarıyla işçi ücretleri reel olarak gerilerken, sendikal örgütlenme zayıflatıldı. Kamusal mal ve hizmet üretimi piyasaya terk edildi. Eğitim, sağlık, barınma, su vb. toplumun temel ihtiyaçları büyük oranda meta üretimine dahil edildi. Nihayet teknolojik gelişmelerin son halkası olarak 4. Sanayi (4.0) Devrimi ise 2008 krizi sonrasında ilk defa 2016 yılında Davos’daki Dünya Ekonomik Forumunda gündeme alındı ve tartışıldı. Ardından bütün ülkeler ve sermaye grupları 4. Sanayi Devrimi yarışında pay kapmak için yoğun bir rekabete tutuştu.
21. yüzyılın ilk çeyreğinde ilan edilen Sanayi 4.0, esasen tasarım, üretim, taşıma, hizmet, ticaret gibi süreçlerde bütünüyle bilgisayar teknolojilerinin ve robotların görev aldığı, insan emeğine olan ihtiyacın ise büyük oranda ortadan kaldırıldığı bir düzeni tarif ediyor. Bu, günümüz koşullarında mümkün değildir. Otomasyon kimi ülke, bölge ve sektörlerde mümkün olsa da bütünüyle uygulanamayacaktır. Bu durum kapitalist üretim ilişkilerinin çelişkileri ve sermaye birikiminin karakteristik yapısından kaynaklanmaktadır. Birincisi, kapitalizm canlı emek sömürüsüyle elde edilen artı-değer olmadan varlığını sürdüremez. İkincisi, üretimin tamamen robotlar tarafından gerçekleştiği bir ortamda toplumun büyük bir kısmı tüketmek için gelir kaynağından mahrum kalacaktır. Kapitalistler ürettiklerini satamayacak ve yeniden üretim mümkün olamayacaktır. Üçüncüsü, sermaye birikiminin temeli olan canlı emeğin bir sonucu olarak, artı-değer üretilmeyecekse kapitalistlere ihtiyaç kalmayacaktır... Kapitalist üretim koşullarında dünya ölçeğinde tam otomasyonun mümkün olamayacağına dair çelişkileri arttırmak mümkündür.
Değişim değeri için üretimin esas olduğu meta üretimiyle sermaye birikimi, fiziksel ve beyinsel işgücünün boyunduruk altına alınmasıyla sürdürülebilmektedir. Marx, meta fetişizmini aşamayan klasik iktisatçıların aksine, emek-değer teorisinin temellerine inerek sermaye birikimini sağlayan esas unsurun canlı işçi emeğinin sömürüsüyle elde edilen artı-değer olduğunu göstermiştir. Artı-değer teorisiyle Marx, faiz, kâr ve rant şeklindeki gelirlerin kaynağının kapitalist üretim süreci içinde karşılığı ödenmeyen emek olduğunu ifşa etmiştir. Daha fazla kâr ve birikim güdüsüyle kapitalistler, üretim amacıyla işçinin emeğini satın almakta, ücret dışında işçilerin yaratmış oldukları değere el koymaktadırlar. Rekabet halindeki kapitalistler, işçilerle birlikte mühendisleri ve bilim insanlarını da artı-değer üretmek üzere boyunduruk altına almaktadırlar. Kapitalizmde artı-değeri yükseltmenin iki yöntemi bulunmaktadır. Bunlardan biri, işçileri veri teknoloji düzeyinde daha yoğun ve uzun çalıştırmak, ötekisi teknolojiyi geliştirip daha yetkin makinelerle işçi başına verimliliği, yani üretim miktarını arttırmaktır. Marx, birincisine mutlak artı-değer, ikincisine nispi artı-değer demiştir. Birincisinin fiziki ve biyolojik sınırları vardır. İkincisi ise özellikle kriz dönemlerinde uygulamaya geçirilebilmektedir. Lâkin bütün bu süreçler çelişkilerle birlikte ilerlemektedir. Kapitalistler bir yandan teknolojiyi bütün potansiyel sınırlarına doğru sürüklerken, rekabet ve kâr oranlarının düşüşü, aşırı üretim, yetersiz talep vb. nedenler ekonomik krizlerle birlikte sınıfsal çelişkileri derinleştirmektedir…
Teknolojik gelişmelerin üretim süreçlerine uyarlanması büyük oranda kapitalist ekonomik krizlerin akabinde gerçekleşmiştir. Liberal İktisatçı J. A. Schumpeter, bu durumu “yaratıcı yıkım” teziyle açıklamış, kapitalizmin temel dinamiğinin teknolojik yenilik olduğunu savunmuştur. Kriz dönemlerinde kapitalistlerin büyük teknolojik atılımlara yönelmesinin temel nedenleri azalan kâr oranlarını yükseltmek ve işçilerin kapitalistlere karşı sınıfsal gücünü kırmak isteğidir. Ekonomide, büyük ölçekte değişim yaratan yeni teknolojilerin önemli bir özelliği, krizlerin akabinde patlak veren savaş süreçlerinde geliştirilmiş olmalarıdır. Silah sanayisinde geliştirilen bu teknolojiler, savaşların akabinde üretim sanayisine kaydırılıp verimlilik artışı sağlanmıştır. Örneğin 2. Paylaşım Savaşı esnasında en büyük AR-GE birimi olarak tarihe geçen Manhattan projesinde, 43 bin bilim insanı ve teknisyen birbirinden habersiz bir biçimde atom silahı üretimine sevk edilmiştir.
Kapitalist üretim içinde teknolojik yenilikler krizlerin geçici olarak aşılmasında ve sermeye birikiminin sürdürülmesinde temel rol oynamaktadır. Onun için 2008 dünya ekonomik krizinin ardından 4. Sanayi Devrimi ve robotların gündemde olması tesadüf değildir. Bununla birlikte işçi başına verimliliğin sınırlarına yaklaşıldıkça, sistem daha şiddetli krizlere gebe kalacaktır. Toplumsal ve ekolojik yıkıma değin artan çelişkiler ise toplumun kapitalist üretim tarzıyla hesaplaşmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Velhasıl, üretimin toplumsal karakteriyle üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişkiler dikiş tutmamaktadır. Baş döndüren teknolojilere karşın günümüzde halen insan faktörünün üretimde kullanılıyor olmasının temel nedeni sermaye birikiminin sürmesine olanak tanıyan unsurun canlı insan emeğinin oluşudur. Birikmiş emeğin bir ürünü olarak sermayenin gücüne dönüşen robotlar artı-değer üretme yeteneğine sahip değildir! Robotlar kapitalistlerin ürünlerini satın alamazlar! Üretim süreçleri bütünüyle otomasyona uğratıldığında sermaye birikimi sürdürülemeyecektir! Buna rağmen rekabet ortamında kapitalistler teknolojiyi geliştirmek zorundadırlar. Bu da sistemi çıkmaza sokmaktadır. Onun için Putin, bunun önlemini alacaklarını söyleyerek işçiyi teselli etmeye çalışmış! Oysaki ortada ne kaygılanacak bir durum var, ne de teselliye ihtiyaç. Bırakın robotlar üretim yapsın ve insanlar özgürleşsin. Daha fazla okusunlar, daha fazla spor yapsınlar, daha fazla bilim ve sanatla uğraşsınlar ve daha fazla eğlensinler! O halde işçiler robotlara karşı değil, kapitalizme karşı mücadele etmelidirler.