15 Mart 2018 23:03

Beyazıt Katliamı tanığı Sürek: Bu dosya bizim için kapanmadı

40 yıl önceki Beyazıt Katliamı tanıklarından ve davanın da avukatlığını üstlenen Kamil Tekin Sürek, yaşananları Evrensel'e anlattı.

Paylaş

Erdi TÜTMEZ
İstanbul

16 Mart 1978 yılında 7 öğrencinin hayatını kaybettiği, 50’den fazla kişinin yaralandığı Beyazıt Katliamı’nın üzerinden 40 yıl geçti. İstanbul Üniversitesindeki ülkücü saldırılara karşı Beyazıt Kampüsünden toplu çıkış yapmak isteyen devrimci öğrencilere yönelik katliam, zaman aşımına uğratılarak tarihin tozlu raflarına terk edildi. 

Katliamdan yaralı kurtulan ve mezun olduktan sonra da davanın avukatlığını üstlenen Kamil Tekin Sürek’le yaşananları konuştuk.

16 Mart Beyazıt Katliamının üzerinden bugün itibariyle 40 yıl geçti. Ancak katliam öncesinde ülkede nasıl bir ortam vardı? Buradan başlayalım...
1977, 5 Haziran seçimlerinde Ecevit’in CHP’si yüzde 42 oy almış ama Hükümeti kurmak için 226 milletvekili kazanamamıştı. Yine o günlerde Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun darbe örgütlüyor diye emekli edilmişti. 1 Mayıs 1977’de kontrgerillanın organize ettiği ve otuz küsur işçi ve devrimcinin öldüğü bir katliam yaşanmıştı. Ecevit Hükümet kuramayınca AP, MHP ve MSP’nin koalisyonu, İkinci Milliyetçi Cephe kuruldu. Milliyetçi Cephe hükümetinin üniversiteler politikası; üniversitelerde faşist-polis-idare iş birliğinde devrimci-ilerici öğrencileri üniversitelere sokmama politikasıydı. İstanbul’da bazı fakültelerin yanı sıra Hukuk Fakültesi faşist işgal altındaydı. Devrimci-ilerici öğrenciler okula devam edemiyordu. 1977 aralık ayında AP’den 11 milletvekili istifa etti, Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti düştü ve Ecevit Hükümetini birlikte kurdular. 

Kamil Tekin Sürek

Siyasi arenada bu yaşananlardan süniversiteler nasıl etkilendi? 

Devrimci gençler birkaç toplantı yaptıktan sonra 1 Mart 1978 günü Hukuk Fakültesine gitme kararı aldılar. 1 Mart günü Süleymaniye kahveleri önünde toplandık. Sayımız 50-60 kişi 

civarındaydı. Okula doğru yürüyüşe geçtik. Polis önümüzü kesti ve saldırarak bizi dağıttı. Tekrar toplandık ve yürüdük. Polis yine saldırdı ve bizi dağıttı. Üçüncü kez yürüyüşe geçtiğimizde artık okulun kapısına kadar gelebilmiştik. Kapıdan içeriye girdiğimizde bu kez faşistlerin saldırısı ile karşılaştık. Heykelin önünde toplanmışlardı ve bize taşlarla, sopalarla saldırdılar. O saldırıyı da püskürtüp okulun içine girdik. Ben birinci sınıftaydım. Bizim sınıfta ilk gün yedi kişiydik. İlk birkaç gün sözlü ve fiili saldırılar oldu ama onları püskürttük. Her gün sayımız artıyordu. Yedi, dokuz, on üç …Derken bir baktık sayımız yirmiyi geçti. Sınıfta kendini gizlemiş devrimci-ilerici öğrenciler bize katılıyordu. Ya da ilk gün gelmemiş olanlar gün geçtikçe bize katılmaya başlamıştı... 

FAKÜLTE KAPISININ ÖNÜNDE ‘BOMBA’ SESİ...

Bu süreçten sonra size yönelik tehditler de arttı ve 16 Mart’ta büyük bir katliam yaşandı... 

Faşistler bizi “Yakında göreceksiniz” diye tehdit ediyorlardı ama hiç birimiz üzerimize bomba atacaklarını tahmin etmiyorduk. 15 Mart günü okul çıkışında, merkez kapı önünde dışarıdan getirilmiş faşistler taş ve sopalarla saldırdı. O günkü saldırı, ertesi günün provasıymış...16 Mart günü yine toplu olarak merkez kapıdan çıkıyorduk. Bir grup faşist yine Beyazıt Meydanı’nda toplanmıştı ama bu kez saldırmadılar, sadece slogan attılar. Bizim grubun en ön sırası Eczacılık Fakültesi kapısının önüne gelmişti ki, ‘bomba’ diye bir ses duyduk. Patlama sesiyle birlikte ayaklarımız yerden kesildi ve iki metre öne doğru uçup yere kapaklandık. Kalkarken arkaya dönüp baktığımda kara bir duman gördüm on metre gerimde, herkes yerdeydi.  Daha sonra yedi arkadaşımızın öldüğünü, altmış civarında arkadaşımızın yaralandığını öğrendik. Okul tatil edildi. Nisan başında açıldı. Bir süre faşistler okula gelemedi. Nisan ayı ortalarında da en sevdiğimiz hocamız, Server Tanilli’ye bir suikast düzenlendi, Tanilli felç oldu.

‘YARGI VE İDARE PEK HEVESLİ GÖRÜNMÜYORDU’

Katliamın ardından yargı süreci nasıl işledi? 

ARALIK ayında Maraş Katliamı yapıldı. Sıkıyönetim ilan edildi. Dava sıkıyönetim mahkemesine gitti. Sonra da 12 Eylül darbesi yapıldı. Dava faili meçhul dosyalar arasına girdi. 1999’da bir kadın medyaya demeç verdi ve kardeşinin 16 Mart Katliamı’nda bomba atan kişi olduğunu, bunu itiraf etmek istediği için ülkücü arkadaşları tarafından öldürüldüğünü açıkladı. Başka itiraflar da yapıldı. Katliamın bombası bir yüzbaşıdan Abdullah Çatlı tarafından alınmıştı. Beyazıt’a bir polis minibüsü ile gelinmişti. Minibüsün içindeki dört kişiden biri Mustafa Doğan isimli bir polisti. Polis daha sonra Almanya’ya kaçmıştı. Bombayı atıp kaçanları takip eden polisleri bir komiser durdurmuş, takip etmeyin demişti. O komiser, Reşat Altay, daha sonra Susurluk olayında Abdullah Çatlı’nın arkadaşı çıkmıştı. Siyasi şube müdürlüğü yaptı. Hrant Dink cinayeti günlerinde ise Trabzon’da üst düzey emniyet görevlisi olarak onu gördük. İtiraflar ve delillerin ortaya çıkması ile dava yenilendi. Fakat, yargı ve idare katliamın faillerini bulup cezalandırma konusunda hevesli görünmüyordu. Polis ve asker mahkemenin sorularına cevap vermiyor, istedikleri belgeleri göndermiyordu. Askeriyeden gelen cevaplarda imzası olanlar, daha sonra Ergenekon sanığı ya da şüphelisi oldular. Katliam bir kontrgerilla eylemi olmasına rağmen dosya Ergenekon davası ile birleştirilmedi ve 78’in 30. yılında dava zaman aşımından düşürüldü. Biz 16 Mart Katliamı mağdurları açısından dosya hâlâ açıktır. Mutlaka, önünde sonunda bu katliamın failleri tek tek tespit edilecek, cezalandırılacaktır. 

ÖNCEKİ HABER

ABD'ye ait askeri helikopter Irak'ta düştü

SONRAKİ HABER

Kadro verilmemesi AKP’ye tepki yarattı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa