Mars'a da gitsek işsiziz
Türkiye'deki genç işsizliğine dair Evrensel Gazetesi Ekonomi Yazarı Bülent Falakaoğlu ile konuştuk.
Gençlerin yıllarca okuyup iş bulamaması, diplomalı işsizlik oranlarının sürekli artış göstermesi, yani kısaca genç işsizlik meselesi gündemimizden düşmüyor. Konuya dair Evrensel Gazetesi Ekonomi Yazarı Bülent Falakaoğlu ile bir röportaj gerçekleştirdik.
Genç işsizlik oranı %19.4, genel işsizlik oranı %10.4. Bu tablo gençlere neler söylüyor?
Genel işsizlik verileriyle genç işsizlik verileri oranını kıyasladığımızda çıkan tabloyu okurken göze ilk çarpan, gençlerin işsizlik oranının genel işsizlik oranını ikiye katladığı. Bunun anlamı; ekonomi gençlere iş, aş ve gelecek sunamıyor. Bizim ülkemizde bu çok daha önemli çünkü her yıl 15 yaşını geçen, işgücüne katılacak 1 milyonun üzerinde genç var. Bu nedenle ülkede gençlere iş verememek büyük bir yara.
Büyüyen “yerli ve milli” bir ekonomiden bahsederken iş arayan ya da iş bulmaktan umudunu kesmiş gençler bu ekonominin neresinde?
Bu ekonominin yapısıyla çok ilgili. Ekonomi büyüdüğü kadar iş yaratmadığı gibi istihdam olanaklarıyla büyüme oranı arasında büyük bir makas oluşturuyor. Siz çok üretken olmayan, daha çok inşaatta, rant alanlarında, hizmet sektöründe büyürseniz doğal olarak istihdam yaratamazsınız. Evet inşaat sektörü ülkemizde çok büyüyor ama istihdam yaratan bir alan değil.
Türkiye ekonomisi büyürken nasıl büyüdüğüne bakarsak işsizliğin cevaplarını görüyoruz. Gençler açısından tablonun vahim olduğunu söyleyebiliriz. Ekonomi çok hızlı büyürken bile büyüttüğü kadar istihdam yaratmadığı için her yıl genç işsizlik oranı artıyor.
SERTİFİKAM KADAR PARAM OLSAYDI...
İşsizlik sorunu ve gelecek kaygısı artarken gençlerin bireysel kurtuluş yollarına daha da sıkı sarıldığını görmek mümkün. Daha iyi bir CV oluşturmak için sertifikalı programlara katılmak gibi. Peki her 4 gençten birinin işsiz kalmasının sebebi, iyi bir CV’ye sahip olamamaları mıdır? Bir gencin işsiz kalmasının sorumlusu kendisi midir?
İşi gençlere havale etme kısmından başlayalım. Dünyanın her yerinde anlatılan bir hikaye var ama belki Türkiye’de çok daha fazla duyuyoruz. Gençlere deniyor ki “Eğer işsizseniz bu sizin yüzünüzdendir. Siz gerekli niteliğe sahip olmadığınız için işsiz kalıyorsunuz.” Gençler de bu “eksikleri” tamamlamak için sertifika programlarına kaydoluyor, yüksek lisansa başvuruyor. Bu arada da bu sertifika programlarını, kursları düzenleyen özel şirketler de bu alanda yeni bir pazara sahip oluyor. Gençlerin bilimsel bir çalışma yapmak için değil, “niteliksizliklerini” halletmek için sürekli sertifika peşinde koştukları ve birbirleriyle yarıştıkları bir tablo oluşturuyor. İlk olarak sorumluluğu gençlere itiyor, ikinci olarak gençlerin işsizliğini tekrar ranta ve paraya dönüştürüyor.
GENÇLERİN KENDİLERİ Mİ SUÇLU İŞSİZLİKTEN?
Bu mesele nitelik meselesi midir? Katiyen değil. Gençler dil bilmedikleri için, nitelikli olmadıkları için işsiz kaldıklarını düşünüyorlar ama Türkiye ekonomisinde nitelikli iş arama oranı giderek düşüyor. Eğer nitelik sorunu olsaydı her geçen yıl eğitimli işsiz oranı artmazdı. Meslek liseleri iktidarın çok önem verdiğini iddia ettiği liseler olmasına rağmen meslek lisesi çıkışlıların işsizlik oranı yükselmezdi.
Gençlere nitelik empoze eden bu anlayış sıra iş vermeye geldiğinde hiç de nitelik aramıyor. Nitelikli bir istihdam yaratmayan bu ekonomi bir de gençleri suçlu ilan edip onlardan para kazanmanın yollarına bakıyor. Sertifika programları büyük bir rant kaynağına dönüyor. Gençler İngilizcesini tamamlıyor, bir umut yurt dışına gidip geliyor ve buna rağmen işsizlik sorununu halledemediği için daha büyük bir umutsuzluğa kapılıyor.
SERTİFİKALARLA DOLU ÖZGEÇMİŞLER
Gençler bireysel çıkış yolları arayarak bu sistemde kendilerini kurtaramazlar çünkü genç işsizlik dünya çapında bir sorun olmaya başladı. Bunun çok ekonomik temelleri var ve aslında nitelik peşinde koşarken yıllar heba oluyor. Gençler bireysel kurtuluş yolu arayıp büyük bir çaba sarf ettikten sonra onları ucuz işgücü olarak bekleyen neredeyse asgari ücret veren acımasız bir ekonomik hayatla karşılaşıyorlar.
Türkiye ekonomisi açısından şöyle bir gerçeklik var: artık okumuş olmanız yüksek ücretler getirmiyor. Giderek bütün ücretlerin 1500-2500 lira arasına sıkıştığını, bu yüzden birçok gencin devlet memuru olmak için çabaladığı bir döneme girdik. “Kamuya kapak atmak” diye bir eğilim var. Ne kadar nitelikli olursanız olun sizi bedavaya çalıştırıyorlar bu sebeple daha insani çalışma koşulları olan, biraz daha ücreti iyi olan kamuda çalışmak gençler için hedef haline geliyor.
Bütün bunlar gösteriyor ki mesele gençlerin bireyselliği ile açıklanamaz; arkada tahlil edilmesi gereken daha başka, daha büyük, çarpıcı bir mesele var.
Bireysel kurtuluş yollarından bir diğeri de yurt dışına -çoğunlukla Avrupa ülkelerine- bir şekilde gidip hayatını orada devam ettirmek. Peki günümüzde diğer ülkelerin ekonomik gidişatı ne durumda?
Bütün dünya açısından genç işsizlik büyük bir sorun. Önceden de yurtdışına gidip, eğitim alıp, kendini yurt dışında bir yerde konumlandırmak gibi hedefler oluyordu ve 90’lı yıllarda bunun bir karşılığı vardı diyebiliriz. Ama bugün açısından bu hiç gerçekçi değil. Dünya işsizlik verilerine baktığımızda 70 milyon genç işsiz olduğunu görüyoruz. Bunun bir kısmı yoğun işsizliğin yaşandığı yerler, bir kısmı da bizim gençlerin gidip eğitim alıp kendilerini orada istihdam etmek için bütün şartları zorladıkları ülkeler. İspanya’da genç işsizlik Türkiye ile yarışıyor. Yunanistan’da, İtalya’da, İngiltere’de de bu böyle.
Avrupa’da ve tüm dünyada “en ucuza, en az işçiyle üretim nerede yapılır?” Bütün bir denge bunun üzerine kurulu. Avrupa’daki bir şirket Avrupa’da otomobil üretiyorsa giderek üretimi, kendisinin atölyesi haline çevirdiği ülkelere kaydırıyor. Örneğin Bursa’da bir üretim tesisi kuruyor ama o kadar yoğun ve ucuz çalıştırıyor ki işçiyi; bir kişi 3 kişilik iş yapıyor ve her geçen gün bunun temposunu artırıyor. Robotlardan daha hızlı davranıyor insanlar. Bu bütün dünyada böyle işliyor. 4 kişilik işi 1 kişiye yaptıran daha avantajlı, 5 kişilik işi 1 kişiye yaptıran daha da avantajlı hale geliyor. Bu otomatik olarak işsizlik üreten bir mekanizma.
'PARAN OLDUĞUNDA YAŞAMIN OLMUYOR'
Üniversitelerde birçok öğrenci endüstri mühendisliği, işletme mühendisliği gibi yönetici kadro yetiştirdiği düşünülen bölümlere yöneliyor. Geleceğini yönetici/patron olma ve kendine refahı yüksek bir yaşam sağlama üzerinden kuruyor. Bu alanlara yönelimdeki artışın sebebi ne olabilir?
Bunun çok anlaşılır bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Çünkü gençler ya çarkı değiştirmeyi tercih edecek ya da çark içinden bireysel sıyrılmayı tercih edecekler. Bireysel sıyrılma genelde çözüm olmuyor ama gençlik olacağını düşündüğü andan itibaren etrafına baktığında şöyle bir tabloyu okuyor: yöneticiler 10 bin dolar, CEO’lar 20 bin dolar kazanıyor. Bu rakamları görünce işletme, yöneticilik, endüstri mühendisliği gibi hedefler koyuyorlar önlerine. Bunu maaş skalasına bakarak yapıyorlar. Ama giderek orada da vaziyet şuna dönüyor: “Evet yüksek ücret alan yöneticiler, CEO’lar var ama artık o pozisyona gelmenin bedeli ne?” Artık bir CEO bütün ömrünü şirkete vaadetmiş, yüksek ücret aldığı ama o ücreti harcayacak zamanının olmadığı 7/24 telefonunun açık olmak zorunda olduğu, sürekli şirket sorunlarıyla boğuştuğu, sosyal yaşamını ve ailesel yaşamını ötelediği ancak haftada bir kez “İyi param var” deyip harcayabildiği dünya gerçeğiyle karşı karşıyayız. İlk bakışta gençler “buraya kapağı atarsam” duygusu yaşıyor ama gelinen nokta da şudur: Artık gençleri işsiz bırakan acımasız rekabet dünyası yüksek ücret alanların da canını, kanını alır bir pozisyonda. Oradaki CEO’lar da artık “gelirimiz var ama artık bir yaşamımız yok” noktasında.
Gençlerin şunu görmesi lazım: Artık bireysel kurtuluş çok zor. Ama velev ki atladınız orada da yaşam inanılmaz ağır. Ücretiniz var ama yaşamınız yok.
'NE İŞ OLSA YAPARIM'
İşsizlik deyince aklımıza öğretmenlik yapamadığı için fabrikada pres makinasına sıkışıp ölen Hasan geliyor. Çalıştığı yerin iş güvenliği önlemi almamış olması bir yana, Hasan gibi öğretmenlik yapamayan, yıllardır atama bekleyen yüzlerce öğretmen var. Türkiye’de istihdam edenlerin sayısı artıyorsa işsizlik oranları neden hâlâ son yılların zirvesinde?
Türkiye’de insanların aldığı eğitime uygun iş bulabilme oranı oldukça düşük. Eğer İŞKUR’un sitesine girerseniz orda “ne iş olsa yaparım” diyen yüksek lisans mezunu insanlar görürsünüz. Bir maden işletmesi maden işçisi alacağı zaman orada üniversite mezunlarının sınava girdiğini, kütük taşıma yarışına girdiğini görürsünüz. Bu bir Türkiye gerçeği. Türkiye’de bir istihdam yaratılıyor ama Türkiye ekonomisi yine her yıl bir milyon genç giriyor ve buna uygun bir istihdam biçimi yok. TÜİK her ay rapor hazırladığında şunu görürsünüz, bu ay 100 bin kişi işsiz kaldı 200 bin, 300 bin kişi bir taraftan istihdam yaratırken öbür taraftan işsizlik üreten bir ekonomiyle karşı karşıyayız. Kendi işini yapamayanlar, “ne iş olsa yaparım”cılarla sürekli karşılaştığımız bir ekonomi bu.
Türkiye’de işsizlik sorunu nasıl çözülebilir?
İki türlü çözümü düşünebiliriz. Birincisi, bu sistemin alternatifini tartışırız, gençler bu sistemin işleyişlerine bakmalı, bu sistem oldukça işsizlik sorunu olacaktır. Rekabet üzerine kurulu bir sistemdir. Kapitalizmin dışında ne olabileceği düşünülmeli.
İkincisi de kapitalizm içerisinde çözüm arayabilirler. Daha az çalışıldığı, bir kişiye çok iş yerine çok insanla çalışma sisteminin kurulması, yıllık izinlerin bol olması, cumartesi pazar çalışılmaması, buralarda eğer ihtiyaç varsa insanların istihdam edilmesi, ne kadar öğretmen ne kadar mühendis ihtiyacı varsa o derecede mezun verilmesi, ona uygun bir ekonomi planlaması sistem içi çözümlerdir. Ama bunun ilk şartı dünya çapında birbiriyle rekabet eden ve bireysel kurtuluş arayan gençlerin ilk elden şunu söylemesidir: “niye böyle yapıyoruz? Bu kadar acımasız koşullarda çalışmak zorunda değiliz. Bütün dünyada çalışma çok uzun ve çok ağır. Hafiflesin, süresi azaltılsın, yerine işsizler istihdam edilsin.”
Ama bu düzen rekabete dayalı olduğu için kaçınılmaz olarak eninde sonunda yeniden işsizlik üretecektir. O yüzden acaba bu sistemin dışında rekabete değil de dayanışmaya, ortak üretimlere dayalı bir model ne olabilir diye kafa yormalı ve onun alternatifini tartışmalıdır. Bugün için kapitalizme en iddialı alternatif sunan şey sosyalizmdir. Gençlerin sosyalist üretim modelinin ne olduğuna dair, alternatif olup olamayacağına dair daha çok düşünmesi gerekir.
Ekonomik krizin patlak verdiği, işsizliğin yoğunlaştığı dönemlerde en çok Kapital gibi, kapitalizmi anlamaya ve eleştirmeye yönelik kitapların daha yoğun okunduğunu görüyoruz. Gençlerin bunu okuyup anlamaktan eyleme çevirmesi gerekiyor. Evet, her kriz döneminde kapitalizmin alternatifinin tartışmalarına yönleniyorlar, ama entelektüel düzende kalıyor, ya da mücadeleleri kesintiye uğruyor. Alan işgallerinde, İspanya’da da, İngiltere’de de, Yunanistan’da da, Türkiye’de de alanlara çıkıldığında gençlerin olduğunu gördük. Ama o kesintiye uğramadan alternatif sistemi tartışmaya devam etmeleri ve bunu örgütlemeleri de gerekiyor.
'KADINLAR EVE KAPATILIYOR'
Genç kadın işsizliği %25,4. Kadınların ekonomik hayata katılımıyla var olan hükümetin, kadınlar üzerinde uyguladığı politikalarla bağı ne?
İktidarın giderek kadınlara çalışan değil aileyi kurtaran, ailenin yükünü alan bir pozisyona ittiğini, böylece kadına ev içi rolü yüklediğini görüyoruz. Ama buna rağmen kadınlar iş talep ediyor. Çünkü yoksulluk feci bir hal aldı. Eve gelen sosyal yardımlarla artık ekonomi dönmüyor, doğal olarak kadınlar kendilerini iş alanına doğru itmeye çalışıyorlar. Onu eve iten iktidarı, mahalle baskısını aşıyorlar. Geliyor iş piyasasına şununla karşılaşıyor: Erkek egemen kurulmuş bir düzen. Kadınları en acımasız, en niteliksiz işlerde isteyen ama biraz nitelikli olan işlerde de kadını hızla dışlayan bir erkek egemen iktidar kuruluyor. Bunda hükümetin payı fazlasıyla var.
Kapitalizm eskiden de erkek egemendi, kadınlar çifte sömürüye tabi tutuluyordu ama mevcut iktidarın ideolojik açılımı kadınlara başka roller biçen bir açılım. Şimdi “annelik kötü müdür? anneliği öğütledik diye bunlar rahatsız oldular” diye demagoji yapıyorlar. Oysa aile yükünü sırtlan deyip iş hayatının dışına itilen kadınlar var. İktidar giderek otoriterleşiyor. Her otoriter sistem erkekliği daha çok kışkırtır. Daha erkek egemen bir sistem kurar. Doğal olarak kadınlardan bu acımasız otoriterliğe evlat doğurması, bu otoriterliğin ihtiyaç duyduğu savaşa sürekli bir kuluçka makinesi gibi asker yetiştirmesi, bütün bu yoksulluk içerisinde evini çevirmesi gibi birtakım veriler bütün otoriter sistemlerin anlayışlarıdır.
Bu iktidar da bunu fazlasıyla kışkırtıyor, bunun çıktısı da doğal olarak yüksek kadın işsizliği, niteliksiz kadın işsizliği, giderek kadınların etkili pozisyonlardan itildiği, nitelikli işlerden kovulduğu bir tablo oluyor. İktidarın otoriter ve ideolojik anlayışıyla çok yakından ilişkili bunlar.