21 Mart 2018 17:37

İşçi sınıfı tarihinden portreler: 1990-2000 -1

89' Bahar Eylemleri sonrasında eylemlerin kitleselleşerek yaygınlaşmasında belirleyici olan, işçilerin ağırlıklı olarak ekonomik talepleri olmuştur.

Paylaş

İşçi sınıfı mücadelesi içinde defalarca karşılaşıldığı gibi, 1989 Bahar Eylemleri ve sonrasındaki eylemlerin kitleselleşerek yaygınlaşmasında belirleyici olan, işçilerin ağırlıklı olarak ekonomik talepleri olmuştur. Başlangıçta ekonomik taleplerle başlayan mücadele, bir süre sonra politik taleplerin de duyulduğu, dönemin siyasi iktidarını hedef alan bir hareketlenmeye dönüşmüştür. Örneğin ’89 Bahar Eylemleri dönemin ANAP Hükümeti’ne ciddi bir darbe vurmuş, 1989 Mart’ındaki yerel seçimlerde ANAP’ın oyları belirgin bir şekilde azalmış, 1991’de yapılan genel seçimler ise ANAP Hükümeti’nin sonu olmuştur. 

İşçi sınıfı ve sendikal hareketin en kitlesel, en yaygın eylemleri ve grevleri 1990’lı yılların ortalarında gerçekleşmiştir. Bu dönemde işçiler ve kamu emekçileri, örgütlü güçleri ve yaptıkları kitlesel eylemlerle hem sermaye hükümetleri üzerinde baskı oluşturmuş, hem de ülke siyasetinin gündemine yerleşmiştir. Ancak, işçi sınıfı ve sendikal hareketin başta toplu sözleşme talepleri olmak üzere çok sayıda talebin dönemin hükümetine kabul ettirilmesi mümkün olmamıştır. Bu durumun temel nedeni, mücadelenin toplu sözleşmelerle istenen ekonomik taleplerle sınırlı kalması; sadece sendikalı işçileri kapsaması, nesnel koşullar uygun olmasına rağmen birleşik bir sınıf hareketinin yaratılamamasıdır. 

‘89 BAHAR EYLEMLERİ

1980 darbesinden sonra sessizliğe bürünen işçi sınıfının yeniden uyanışı olarak bilinen bahar eylemleri 1989’da başladı ve etkileri 1990 ve yıllarında da devam etti. Bu dönem, ekonomik olduğu kadar siyasal etkileri de olan işçi sınıfı ve toplumsal muhalefet hareketinin önemli bir yükseliş dönemiydi. Kamu kesiminde çalışan işçilerin 1989 yılı mart, nisan ve mayıs aylarında başlattıkları bu eylemler 1990’ların hak mücadelelerinin yükselişinde önemli bir rol oynadı. Toplumsal muhalefetin kendine güvenini yeniden kazanmasını sağladı. 

İşçi hareketini yasal olarak boğma ve etkisizleştirmekten başka bir işe yaramayan dönemin 2821-2822 sayılı sendikal yasalarına, hükümet ve patronların “düşük ücret, yüksek verimlilik” dayatmalarına rağmen işçiler hakları için eylemler yapmaktan geri durmamıştı. Saç ve bıyık kesme, sakal bırakma, siyah gömlek giyme, siyah çelenk bırakma, telgraf çekme, yalınayak yürüme, açlık grevi yapma, servis araçlarına binmeme, yemek boykotu, tüketici boykotu gibi üretimi doğrudan etkilemeyen eylemlerden, toplu viziteye çıkma, işe geç başlama, vezne önünde kuyruk oluşturma, iş yavaşlatma gibi üretimi doğrudan etkiler nitelikte eylemlere kadar, miting ve hemen her gün yapılan yürüyüşlerle hayata geçirilen çok çeşitli eylem ve direnişler, işçi sınıfının günlük mücadelesinin önemli bir parçası olmuştu.

BÜYÜK MADENCİ YÜRÜYÜŞÜ

Zonguldak’taki Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ve Maden Tetkik ve Arama (MTA) işyerlerinde örgütlü olan Türk-İş’e bağlı Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) ile işveren arasında 48 bin işçi için sürdürülen toplusözleşme görüşmelerinin uyuşmazlıkla sonuçlanması üzerine sendika 30 Kasım 1990’da başlamak üzere grev kararı almıştır. Grev, 30 Kasım günü çeşitli siyasi partiler, meslek ve kitle örgütlerinin desteğiyle başlamış, Zonguldaklılar ilk gününden itibaren greve aktif bir biçimde katılmışlardır.

Hükümetin kamu açıklarını kapama gerekçesiyle kamuya ait işletmeleri özelleştirerek tasfiye etmek istemesi ve genel olarak işçi ücretleri konusundaki tutumu, Zonguldak’ta maden işçileri ile yapılan toplusözleşme uyuşmazlığının boyutlarını genişletmiştir. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, yıllardır savunduğu ekonomik politikalar ve greve karşı tutumu nedeniyle o dönem işçi eylemlerinin temel hedefi haline gelmiştir. 

İşçi sınıfının bu mücadeleci tutumu, sadece işçi hareketinin somut hakları bakımından dayanaklar sağlamakla kalmamış; aydınlara, gençliğe ve geniş halk kesimlerine yeni bir moral, güç ve kararlılık aşılamıştır. 

Yürüyüş boyunca geçtikleri yerlerde büyük destek alan maden işçilerinin kitlesel eyleminin etkisi bütün Türkiye’ye yayılmış ve Zonguldak Madenci Yürüyüşü ülkenin bir numaralı gündemi haline gelmiştir. Madencilere verilen toplumsal destekten çekinen ANAP Hükümeti ile yeniden görüşmeler yapılmış ve 8 Ocak’ta, Hükümet’in talepleri kabul edeceği yönündeki beklentilerle birlikte yürüyüş sona erdirilmiştir.

3 OCAK GENEL EYLEMİ

1991 sonrasında işçi eylemleri, kimi zaman toplu sözleşmelerle bağlantılı, kimi zaman özelleştirme uygulamalarını engelleme amaçlı, kimi zaman da daha küçük kapsamlı işçi kıyımlarına karşı ve sendikalaşma amaçlı olarak yaşanmıştır. Özellikle kamu işçilerinin toplusözleşme görüşmeleri gündeme geldiğinde, sayıları yüz binlerle ifade edilen büyük işçi kitleleri, Türkiye çapında ve Ankara merkezli olarak büyük kitle gösterileri yapmıştır.

1991 yılı “3 Ocak Genel Eylemi” ile başlamış, Zonguldak madenlerindeki grev ile sürmüştür. Toplu pazarlık görüşmelerindeki tıkanıklığı aşmak için, Türk-İş merkezi bir kararla, 3 Ocak’ta yurt çapında “üretimden gelen gücü kullanmak” amacıyla işe gitmeme kararı almıştır. Bir günlük olarak planlanan bu eylemin etkisi büyük olmuştur. Genel Eylem kararı, halkın günlük yaşamını doğrudan etkileyen belediye hizmetleri, sağlık, eğitim, ulaşım alanları ile enerji, bankacılık ve haberleşme alanlarında etkisini hissettirmiş ve etkili olmuştur.

1990 yılında olduğu gibi 1991 yılında da, hem kamu kesiminde hem özel kesimde grev eğilimi sürmüştür. Daha öncesinde olduğu gibi, 1991 yılında da grevler yoğun olarak işçilerin grev dışı eylemleri ile desteklenmiş, toplu pazarlık dönemlerinde işçiler pasif eylemler yapmayı sürdürmüşlerdir. 

‘95 SIFIR ZAM KARARINA KARŞI GREV

Türkiye’de, 1995 yılı ile birlikte, hem işyeri, hem de katılan işçi sayısı açısından tüm zamanların en büyük grevleri gerçekleştirilmiştir. IMF’nin direktifler doğrultusunda hareket eden dönemin hükümeti işçi ücretlerine zam yapmamayı hedeflemiştir.

Dönemin hükümeti, ekonomik kriz gerekçesiyle “sıfır zam” kararını medyanın da desteğini arkasına alarak işçilere kabul ettirmeye çalışmıştır. Türk-İş ile hükümet arasındaki toplu pazarlık süreci, dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in sendikalar için söylediği “mutlu azınlık”, “kan içiciler” gibi suçlamalarının ardından doruğa çıkmıştır. Başbakan’ın işçileri hedef alan sözleri üzerinde Türk-İş, bini aşkın sendika yöneticisi ile Ankara’da toplanarak oybirliği ile eylem kararı almış ve 5 Ağustos 1995’te Ankara’da büyük bir miting gerçekleştirmiştir.

1990’ların ikinci yarısından itibaren işçi sınıfı hareketinin ikinci unsuru özelleştirmeye, taşeronlaştırmaya, sendikasızlaştırmaya, esnek çalışmanın yaygınlaştırılması gibi bütün bir sınıfa yönelik saldırılara karşı mücadeleler dönemi olmuştur. İşçiler, zaman zaman işyerini terk etmemeye, hatta “işgal etmeye” varan eylemlere başvurmuştur. 

KAMU EMEKÇİLERİ SENDİKAL HAREKETİ

1980’li yılların son çeyreğinde başlayan ve 1989 Bahar Eylemleri ile doruk noktasına ulaşan kamu işçilerinin eylemlerine paralel olarak, önce eğitim emekçileri ile başlayan, ardından hızla diğer alanlara yayılan kamu emekçileri hareketi önemli bir çıkış gerçekleştirmiştir.

1990’lı yıllar, acil ve somut talepleri üzerinden binlerce kamu emekçisinin mücadeleye çekildiği, ekonomik, sosyal ve sendikal hakları için alanlara çıktığı ve siyasi iktidarla karşı karşıya geldiği bir dönem olması açısından ayrıca önemlidir. Bu dönemde kamu emekçileri fiilen işyerlerinden başlayarak örgütlenmeye başlamışlar ve daha sonra KESK’i oluşturacak olan işkolu sendikalarını kurmaya yönelmişlerdir. 

ÜNALDI DİRENİŞİ

Antep Ünaldı’da 600 işyerinde 20.000 işçi çalışıyordu. İşçilere ödeme parça başı yapılıyor, yemek hakkı diye bir haktan söz bile edilmiyor, sigortasız çalışan işçiler meslek hastalıkları için dahi sağlık hakkından yararlanamıyor ve dolayısıyla emekli olamıyorlardı.

İşçiler ‘91 ve ‘92 yıllarında yaptıkları eylemlerde küçük de olsa kimi başarılar elde etmişlerdi. 12 Eylül sonrasında yaptıkları bu ilk eylemler, işçilere deneyim kazandırıyor, bir sonrakini daha güçlü örgütlüyorlardı. 

Ünaldı’da sendika yoktu. Patronlar 6 ayda bir zam yapıyor, tüm sanayide uygulanan bu zam çok düşük miktarda oluyordu. 1993 yılında ücretlere zam yapılmadı. İşçiler kahvelerde toplantılar yapmaya başladı. Her geçen gün daha çok işçi katılmaya başladı bu toplantılara. Kahveler nasıl zam alınacağının tartışıldığı yerlere dönüşmüştü. Dokumacılar eyleme geçti ve Ünaldı işçilerinin bu eylemi, patronları sanayinin bütününde uygulanacak bir sözleşmeye imza atmaya zorladı. Bu bir ilkti. Zam oranının işverenlerin keyfine göre belirlendiği devir bitmişti artık. 

Patronların imzalanan sözleşmeye uyup uymadığını takip etmek üzere işçiler kendi aralarında bir komite oluşturdu. Zam uygulamayan işyerlerindeki işçiler, komite ile temasa geçiyor ve sorunun çözümü için adımlar atılıyordu.

‘96 yılının 7. ayı sözleşme dönemiydi. Bu sözleşme öncekilerden farklıydı. Tek sorun ücretler değildi çünkü. İşçiler sigorta, kaçak çalışma sisteminin son bulmasını ve sosyal haklar talep ediyorlardı. Bu patronların hemen tamam diyeceği bir şey değildi. İşçiler kendilerini dikkate almayan patronları uyardı: Temmuz ayının ilk gününde sözleşme imzalanmamış olursa, hep birlikte üretimi durduracaklardı. Tıpkı tezgahta halı dokur gibi direnişlerini dokuyorlardı...

Giderek sıklaşan toplantılarda, haklar verilmez ise direnişin nasıl yapılacağı konuşuluyordu. Toplam 233 toplantı yapılmıştı dernekte ve son yapılan büyük toplantı grev kararlılığıyla sonuçlanmıştı. Patronlar ise halen bu ayaktakımının engelleneceğini, greve çıkamayacaklarını, çıksalar da hemen dağılacaklarını düşünüyordu.

1 Temmuz 1996 geldiğinde işçiler greve başladı. İlk gün 10 bin işçi çıktı greve. Bir yandan da direnişi büyütmeye çabalıyorlardı. İkinci gün sabah saatlerinde polis sanayiyi adeta ablukaya aldı, işyerleri önünde direnişte olan işçilere saldırarak dağıtmaya çalıştı. İşçilerin toplandığı kahveler ve dernek basıldı. İşçiler, polis zoruyla, işbaşı yapmaya zorlanıyordu. Bir yandan da kara propaganda yapılıyordu: “Grev teröristlerin işi. Dernek başkanı terörist...” Sonraki yıllarda İstanbul Valisi ve İçişleri Bakanı olan Muammer Güler o dönem Antep valisiydi. Direniş karşısında “Üç, beş baldırı çıplağın işi” diyen Güler, patronların savunuculuğuna soyunmuştu. Ama bu saldırılar grevi dağıtmak yerine işçileri daha da kamçıladı. Dördüncü gününde greve katılan işçi sayısı 20 bini buldu. Ünaldı ayaktaydı.

Dernek başkanı ve yöneticiler gözaltına alındı ama diğer saldırılar gibi bu da ters tepti. Artık işverenlerin direnci kırılıyordu. Grevin 19. gününde sözleşme masası kuruldu. Yapılan görüşmelerde bir türlü sonuç çıkmıyordu. Direnişin 23. gününe gelindiğinde işçilerin birliği güçlenirken, patronların birliği dağıldı. Bazı halı işverenleri sözleşmeyi imzaladı.

Vali Güler bir kez daha sahneye çıkıp “Bu derneğin yetkisi yoktur, gereği yapılacaktır” dedi ama bu tehdit de kimseyi etkilemedi. İşçilerin kararlılığı zafer getirdi. Grevin 30. gününde grev kazanımla sonuçlandı.

ÖNCEKİ HABER

'Sanayi baba ocağı gibidir'

SONRAKİ HABER

Nevin Yıldırım’a yeniden müebbet hapis verildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa