Uzunoğlu: RTÜK denetimi ‘yerli ve milli popüler kültür’ yasasıdır
Doç. Dr. Sarphan Uzunoğlu, Doğan Medya Grubu’nun Demirören’e satılması ve RTÜK denetimi yasasını değerlendirdi.
Muhammet DOĞRU
Doç. Dr. Sarphan Uzunoğlu, Doğan Medya Grubu’nun Demirören’e satılmasının amacını “Gazeteciliğin ‘üzümünü yemek’ değil de bağcı olarak gazetecileri dövüp devletten alkış almaktır” dedi. İnternete RTÜK denetimi yasasını ise “yerli ve milli popüler kültür” yasası olarak tanımladı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda internet üzerinden yapılan yayınlara Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) denetimi getiren yasa tasarısı geçtiğimiz Çarşamba günü kabul edildi. Yine Hürriyet, Posta, Fanatik gazeteleri ile Kanal D, CNN Türk, D-Smart, Doğan Haber Ajansı (DHA) ve Yaysat’ı bünyesinde bulunduran Doğan Medya Grubu, Erdoğan Demirören’in sahibi olduğu Demirören Grubuna satıldı. UİT Norveç Arktik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sarphan Uzunoğlu, RTÜK yasasını “Yerli ve milli popüler kültür” yasası olarak tanımladı.
‘YERLİ VE MİLLİ POPÜLER KÜLTÜR YASASI’
RTÜK yasasıyla Puhu TV, Blu TV ve Netflix gibi platformlar dahil olmak üzere dijital yayınlara devletin karışabileceğini belirten Uzunoğlu, “Yani; kişiselleştirilmiş, insanların isterlerse yetişkin filtresi kullandıkları, tamamıyla dijitalin esnek ve ilerici yapısına dayalı olarak insanlara gelen bu platformlardaki içeriklere de devlet karışacak artık. Puhu TV ve Blu TV’deki ya da Netflix’teki içerikler sıradan bir televizyon içeriğine göre hem tema hem de bağlam anlamında daha geniş alanlara odaklanabiliyor. Özellikle Netflix’teki içeriklerin Türkiye medyasının mevcut kalitesizlik krizi karşısında insanlar için bir ‘kaçış alanı’ hâline gelmiş olmasından ötürü, bunun bir tür ‘yerli ve milli popüler kültür’ yasası olduğunu söylemek mümkün” dedi.
‘İNSANLAR KAÇAK DAMARLARA YÖNELECEK’
Gazetecilikle uğraşan insanların haber alanına fazla önem verse de bazen kültür ürünleri olarak diziler, yarışma programlarının “kaçış noktaları” olabildiğini ifade eden Uzunoğlu, “Netflix’teki dizilerin Batı standardındaki yaşam ve günlük hayat pratikleri de dahil olmak üzere günümüzün muhafazakar milliyetçi medya ortamıyla uyuşmaması ve onlara da ‘çeki düzen’ verilmesi de medyanın tek sesliliğinin parçasıdır. Tek seslilik yalnızca tüm anchorman’lerin ağzından aynı cümlelerin dökülmesi değildir. Dizilerde kadınlarla erkeklerin ilişkilerinde aynı dinamiklerin geçerli olması da bunun bir parçasıdır. Bu son yasa insanların bulduğu bir başka kaçış alanının imhasıdır ve sonucunda da daha fazla muhafazakar bir kültürel tüketim olacak ya da insanlar iyice kültür ürünleri için ‘kaçak damarlara’ yönelecekler” diye konuştu.
‘GAZETECİLERİ DÖVÜP DEVLETTEN ALKIŞ ALMAKTIR’
Sermayenin “iyisi kötüsü” olabileceğini düşünmese de Doğan Medya’nın fiilde olmasa da algı olarak, Türkiye’de hâlâ ana akım medyanın varlığının kanıtı sayıldığını ifade eden Uzunoğlu, “Bu, birçok kişinin söylediği üzere bir yanılgıyı beslese de dünyanın birçok ülkesinde, hele ki bizimkisi gibi demokrasi sınavını verememiş ülkelerde, ana akım tam da böyle bir sorun içindedir. Doğan Medya’nın satın alınması (ki yıllar önce önerilen değerle karşılaştırılınca değerinin oldukça altında gerçekleşti) politik bir manevradır. Sürdürülebilir bir ekonomik değerin satın alınmasından ziyade, politik bir cephenin çok ciddi devlet ortaklıkları olan bir ailece satın alınmasıdır. Hürriyet gibi bir gazeteyi, Kanal D gibi bir televizyonu satın alan bir iş insanı çok daha fazlasını satın almış olur. Ama tabii satın almak ayrı, yönetmek ayrıdır. Zira Demirören Grubu’nun Milliyet, Vatan macerasının başarısızlığı ortada. Burada da amacın gazeteciliğin ‘üzümünü yemek’ değil de bağcı olarak gazetecileri dövüp devletten alkış almak olduğunu düşünüyorum” şeklinde konuştu.
‘MEDYANIN HER ŞEYE HAZIR OLMASI GEREKEN BİR DÖNEM’
Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri A.Ş’nin (YAYSAT) de satılmasına değinen Uzunoğlu, muhalif gazetelerin çoğunun satışlarıyla ayakta duramadığını belirterek şöyle devam etti: “Resmi ilanlar olmasa muhtemelen büyük kısmı yaşayamaz. Ki onlarla ilgili de hep problemler yaşıyorlar. Geniş kampanyalar düzenleyerek ayakta durmaya çalışanlar var. Cumhuriyet gibi kendi modeli olan ama bu modelin kendisi problem hâline gelenler de var. Malum gazetecilerin hapsedilmesi her ne kadar bu işin bahanesi olsa da Cumhuriyet davasının odağında ‘vakıf kimin olacak’ gibi korkunç bir hesap var aslında. Dağıtımın ortadan kalkması gibi bir senaryo görünürlüğü ve umudu azaltacaktır. O kesin.
Ancak Türkiye’de özellikle medyanın her şeye hazır olması gereken bir dönemden geçiyoruz. 2016 Temmuz’u sonrası başlayan OHAL’le birlikte. B planı olmayan, dijitali sürdürülebilir olmayan, kendisini politikanın insafına bırakmış, sadece belirli bir partinin sözünü söyleme odaklı medya, bana kalırsa ne daha geniş bir kitleye ulaşabilir ne de mevcut politik/hukuki ve ekonomik şartlarda yaşamına devam edebilir. Evrensel, Cumhuriyet, Özgürlükçü Demokrasi, BirGün gibi gazetelerin her biri bahsettiğim problemlerin bir kısmını dahi olsa taşıyor ve yeni dönemde bunlardan bazılarının yaptığı üzere gazeteciliğin ana değerlerine dönülmedikçe geniş kitlelerin desteği ile bayii satışı veya resmi ilan olmasa bile yaşayacak duruma gelmeleri mümkün görünmüyor.” (İstanbul/MA)