24 Mart 2018 20:50

Yusuf Nazım: Benim için yazmak, bıçağı kabzasından tutup çıkarmak

Yusuf Nazım ile ikinci öykü kitabı 'Leyla’yı Beklerken'i ve gerçek hayattan ilham alan hikayelerini konuştuk.

Paylaş

Mehmet UTKU

Küçük yaşlarda şiirle çıktığı edebiyat yolculuğuna 1992 yılından itibaren öykü ve denemelerle devam eden Yusuf Nazım’ın yeni kitabı yayımlandı. “Kızak” öykü kitabı 2012’de okuyucuyla buluşan Yusuf Nazım. Nazım’ın ikinci öykü kitabı; “Leyla’yı Beklerken” İnkılâp Kitabevi etiketiyle okurlarıyla buluştu. T24 haber sitesinde de köşe yazıları yazan Yusuf Nazım (Yakup Sayın) ile yeni kitabı “Leyla’yı Beklerken” ve gerçek hayattan ilham alan hikayelerini konuştuk.

Son kitabınız “Leyla’yı Beklerken” den bahseder misin? 

Kızak öykü kitabımı okuduklarında okurlar, hep kendilerinde, ya da içinden geçtikleri yaşamdan kimi hakikatlerle karşılaştılar. Bazı öykülerin, bu ülkenin tarihine, olaylarına, kişilerine dokunduğunu gördüler. Bir öykü hariç Kızak’taki tüm öyküler böyleydi. Bir süre sonra okur bunu fark etti.

Böyle olunca, Leyla’yı Beklerken çıktığında, yine aynı beklentiyle kitabı okumaya başladı okurlar. Ve her öyküde bir gerçeklik arayışına girdi. Bir TV söyleşisinde de söylemiştim, şu kadarını söyleyeyim; her öyküde bir ya da birden çok yaşayan bir kahraman var… Ve kahramanlar tümüyle ve olduğu gibi olmasa da yaşayan olayların içinden gelerek öykülere giriyorlar.

Öykülerin içindeki kahramanlarla gerçek hayatta karşılaştın mı hiç?

Şöyle bir anekdot aktarayım, bu sorunun yanıtı orada var. Bir imza etkinliği sırasında elinde getirdiği kitabı imzalatan bir okur, bir öyküdeki kahramanın adını söyleyerek, ona ne oldu dedi, yaşıyor mu? Bazen, ne kadar ilginç tesadüfler oluyor hayatta. Bu kadar mı olur yani; sorduğu öykü kahramanı, o esnada okurumun tam yanındaydı. Soruyu duydu, göz göze geldik, karşılıklı gülümsedik. Okurum, kendisine gülümsediğimi, olumlu bir yanıt verdiğimi sanıyordu.

Kurguyla gerçekleri nasıl birleştiriyorsun? Öykülerin ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu?

Her seferinden beni tetikleyen bir şey oluyor. Bir olay, rastladığım bir kişi, birinden dinlediğim gerçek bir olayın anlatımı. Aslında bunu duyduğum anda, anında öykü şekilleniyor. Yani tek bir satır, bir cümle, bir söz, bir olay… Öykünün omurgası oluyor işte bu. Sadece omurga değil, öykünün varacağı hedef de ortaya çıkmış oluyor. Hemen not alıyorum. Unutmayayım yeter… Bir gün, bazen o bir gün yıllar sonra gelebiliyor, oturup yazmaya kalktığımda nasıl olsa omurga belli, hedef belli. Bundan sonra, belli olan omurgayı ete kemiğe büründürerek esas öykünün yüzünü ortaya çıkarmak kalıyor. Yan karakterler, biçim, karakterlere eşlik edecek doğa, betimlemeler… Bazen bir karakter gerçek oluyor, bazen de bir olay, bazen de olayın bir bölümü.

‘Leyla’yı Beklerken’ le ilgili nasıl yorumlar alıyorsun, tepkiler nasıl? 

Kitapla ilgili okuyucu yorumları güzel. Kitaptaki uzun öykülerin varlığı beni tedirgin ediyordu. Özellikle novella türü bir öykü olan “Nein” öyküsü 65 sayfalık bir öykü. Ancak okurların bu öyküyü bile sıkılmadan okuduklarını gördüm. Tabii bana yansıyanlar bunlar. Olumlu yorumları değil de, daha çok ciddi eleştiriler bekliyorum. Özellikle dikkatli ve sıkı okurlardan, edebiyat çevrelerinden. Şöyle bir eleştiri vardı, benim de katıldığım. Bazı öykülerin, özellikle birbiriyle ilişkili iki öykünün kitabın en sonunda ve ardışık olarak yer alması önemliydi. Bunu atlamış olduk. 

DAHA ÇOK ÖYKÜ KARAKTERLİ YAZILAR

“Leyla’yı Beklerken” İnkılâp Kitabevi 
etiketiyle okurlarla buluştu

Aynı zamanda köşe yazarlığı da yapıyorsun. Gazetelerdeki yazıların genelde bir köşe yazısı gibi değil, biraz farklılar; çoğunda bir öykü dili var, genellikle lirik. Bu yazılar nasıl  ortaya çıkıyor?

Evet, gazete yazılarım düz köşe yazıları gibi değil. Bir analiz, bir politik değerlendirme içermiyorlar. Daha çok öykü karakterli yazılar; yine hayattan, ondan aldıklarım, hayatın bana verdikleri. Ve o kadar çoklar ki onlar… Çoğunda derin bir yara var, kanıyor; çoğunda bir çığlık, kulaklarınızın zarını deliyor; bir ağrı, yüreğinize saplanıyor. Yani duyuyorsunuz, görüyorsunuz, yaşıyorsunuz; tanık olduğunuz o şeyler, bir bıçak olup bir yerlerinize saplanıyor. Yazmasam, o bıçak orada kalacak ve kanamaya devam edecek. Benim için yazmak, o bıçağı kabzasından tutup çıkarmak gibi bir şey. O zaman rahatlıyorum. 

Bazen de kimi tarihsel olayları, bir öykü diliyle anlattığım oluyor. Aslında, bu tarihsel olaylar da gerçek. Ben sadece, ayrıntılara iniyor, bilinmeyen, gözden kaçan yanlarına iniyor, bunları birleştirip öykü diliyle aktarıyorum.

FİNALDE DUVARDAKİ SİLAH PATLIYOR

Leyla’yı Beklerken kitabındaki iki öykü arasında ilginç bir bağ var. Kitabın finalinde, son öykünün son paragrafında, belki de son sözcüklerinden ilginç bir metaforla karşılaşıyoruz. Biraz bundan bahseder misin?

Evet, kitabın önemli sürprizlerinden biri bu. Aynı zamanda, belki de kitaptaki tüm öyküler toplamından verilen bir mesaj. Diğer tüm öykülerde bu toprakların kokusu var; acılı, hazin, dramatik. Her öyküde kendimizden, bu coğrafyadan bir şeyler yaşıyoruz. Belki kitabın sonuna kadar bir karamsarlık da kaplıyor okuru. Fakat o son öyküdeki beklenmedik final önemli bir mesaj olarak öne çıkıyor ve okuru kendine getiriyor. Finalde duvardaki silah patlıyor. Finalde bir parmak kalkıyor adeta. O parmak bir sınıfın başka bir sınıfa işaret etmesi gibi. Başkalarının ödediği çok ağır bedeller üzerinden sahip oldukları ve sessiz, ağır, sakin bir senfoni gibi süregiden huzurlarının ilelebet sürmeyeceğini işaret eden bir parmak o.

 

ÖNCEKİ HABER

İngiliz kamu sendikasından Türkiye'ye 'OHAL’i kaldırın' çağrısı

SONRAKİ HABER

Kayseri'de işçi tiyatrosu: İşçiyi, işçiye, işçiyle anlatanlarız!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa