Fehim Işık: Batı, Afrin’in yaratacağı riski iyi okuyamadı
Trump’ın Suriye’den çekilme açıklaması, bölgeye ABD yanlısı diğer güçleri çekme ve Rusya’nın rolünü geriletmeye dönük.
Siyaset gündemi, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Afrin’den sonra bir gece ansızın Münbiç, Sincar (Şengal) ve Kandil’e de gireceğiz” şeklinde ilan ettiği yeni operasyon alanlarını tartışıyordu ki, ABD ve Fransa’dan gelen haberler meseleye farklı boyutlar ekledi.
Geçtiğimiz perşembe akşamı önce ABD Başkanı Trump’ın “Çok yakın zamanda Suriye’den çekiliyoruz” açıklaması geldi. Ardından Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Kuzey Suriye heyetini kabul ederek, destek mesajları verdiği ajanslara düştü. Aynı akşamının son açıklaması Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’dan geldi; “Kürtler olmadan Suriye’de çözümün imkansız olduğu”nu söylüyordu...
Suriye’deki savaşın seyri ve Kürtlerin pozisyonu açısından tüm bu gelişmeler ne anlama geliyor?
Erdoğan, “Afrin’in metal yorgunluğunu ortadan kaldırıp, bir diriliş başlattığını” söylemişti. İktidar bloğunun bu havayı korumak için Afrin’den sonra yeni operasyonlar düzenlemesinin son derece işlevsel olduğu belirtiliyor. Peki bunu sürdürmek, yeni gelişmeler düşünüldüğünde ne kadar mümkün?
Konuyla ilgili başvurulabilecek önemli kaynaklardan, gazeteci-yazar Fehim Işık’la konuştuk.
Trump’ın Suriye’den çekilme açıklamasını nasıl değerlendirdiğinizle başlayalım. Kısa süre ince ABD Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanının değiştirilmesi ‘Suriye’de ABD etkinliği artacak’ şeklinde yorumlanırken, çekilme olası mı? Değilse, Trump neden bunu söyledi?
Doğrusu olası görmüyorum. Trump’ın bunu demesinin kuşkusuz nedenleri var. ABD iç siyasetinde yaşananlar önemli nedenlerinden birini teşkil ediyor. Başından beri Trump, Ortadoğu, Suriye ve Irak’la ilgili Pentagon’la ortak bir çizgide değildi. Bu sahaya da yansıdı. İkincisi, Trump (ya da Amerikan yönetimi), özellikle Suriye’de Rusya’nın sahaya girmesiyle beraber Batı tarafından yeterince desteklenmediği gibi bir kanıya sahip. Vaat ettikleri askeri ve ekonomik desteği yerine getirmediler. Dolayısıyla bu açıklamanın daha çok, bölgeye ABD yanlısı diğer güçleri çekme ve özellikle Rusya’nın orada oynadığı rolü geriletmeye dönük olduğu kanaatindeyim. Çünkü önümüzdeki dönem Suriye için çatışma ve savaşın giderek sönümlenerek, müzakere sürecinin öne çıkacağı bir dönem gibi görünüyor. Haliyle herkes kendi cephesini güçlendirmeye dönük adımlar atıyor. Trump bu açıklamayı bugün yapmış olabilir ama muhataplarıyla uzun dönemdir bu tartışmayı yaşadıkları inancındayım. Yani Trump muhataplarına “Ya bu cepheyi güçlendirmede bana destek verirsiniz ya da siz o bölgeyle baş başa kalırsınız” gibi bir tehdit de savurmuş oldu.
O güçlerden öne çıkan Fransa mı? Çünkü çekilme açıklamasıyla eşzamanlı olarak Fransa’da Macron’un Suriye Demokratik Güçleri (SDG) heyetini ağırlayarak destek açıklaması yapması, özellikle iktidar cephesinde ‘ABD yerini Fransa’ya bırakacak’ şeklinde yorumlandı...
Ben “ABD gidecek, Fransa gelecek” inancında değilim ama Trump’ın bu tutumundan daha önce bilgisi olan muhataplar içinde bunu ilk okuyup yanıt veren Fransa oldu. Bu aynı zamanda ABD ile şimdiye kadar geliştirdiği ortaklığı da geliştiren bir yaklaşım. Şunun da altını çizmekte yarar var, Macron’un Rojava/Kuzey Suriye heyetiyle yaptığı görüşme bir günde olmuş veya bu Fransa’nın kendi başına attığı bir adım gibi de durmuyor. Yani ABD’nin görüşmenin sağlanması yönünde telkinde bulunduğu ya da devreye girdiği yönünde çeşitli bilgiler var. Nihayetinde görüşmeye katılan heyetin yaptıkları açıklamadan öğreniyoruz ki, sadece Menbiç değil, Kuzey Suriye ve Rojava’da Suriye Demokratik Güçleri’nin denetiminde olan bölgelerin saldırılara karşı korunmasına dönük çok şey konuşulmuş. En önemlisi de Macron, Afrin’e sivil halkın dönüşünün tekrar sağlanmasına ve Afrinlilere destek verilmesine yönelik somut ifadelerde bulunmuş. Dolayısıyla ciddi bir adım, görünen o.
Altını biraz daha doldurmak için soralım, Fransa neden Afrin operasyonu sırasında değil de şimdi yaptı bu hamleyi?
Bir kere Afrin tablosunun ortaya çıkaracağı riskin iyi okunamadığı inancındayım. Türkiye’nin beraberindeki ÖSO güçleriyle birlikte Afrin’e girmesi nasıl bir riskle karşı karşıya olduklarını onlara gösterdi. Çünkü IŞİD orada ciddi anlamda yeniden güçlenmeye başladı. IŞİD karşıtı koalisyonun sahada birlikte hareket ettiği yegane güç olan SDG, “Kuzey Suriye ve Rojava Türkiye tehdidi altındayken biz gücümüzü IŞİD’e karşı kullanmakta zorlanıyoruz. Kullanma gereği de duymuyoruz” diyerek operasyonları durdurdu ve mevcut alanları korumaya dönük adım attı. İkincisi ve en önemlisi, Türkiye alan hakimiyeti sağladıktan, Doğu Guta da boşaltıldıktan sonra çok sayıda cihatçı selefist grup tekrar İdlib, Şehba ve Afrin’e, yani Türkiye’nin denetlediği bölgelere geçmeye başladılar. Bunların hepsinin şu ya da bu biçimde mantalite olarak IŞİD’den farkı yok, her biri IŞİD kadar tehlikeli gruplar. Bunların gelecekte güçlenmesi Batı açısından da, ABD açısından da bir risk. İleride kuşkusuz Türkiye ve Rusya açısından da risk olacak. Çünkü o alan ciddi manada bu örgütlerin sığınağına dönüşecek. İdlip şu an öyle bir yer örneğin.
Macron’un SDG heyeti görüşmesiyle eş zamanlı bir açıklama da Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’dan geldi. Kürtler olmadan Suriye’de bir çözümün imkansız olduğunu söyleyen Lavrov daha önce de buna benzer açıklamalar yapsa da, net ve kuvvetli şekilde dillendirmek önemli kuşkusuz ancak yine de şu soruya imkan tanıyor: Madem öyleydi neden Rusya TSK’ya Afrin’e giden yolu açtı?
Rusya, Türkiye’yi elinde tutmak ve Halep’te başlattığı, Doğu Guta’da devam ettirdiği, önümüzdeki dönemde İdlip için de düşündüğü cihadist, selefi grupları buralardan çıkarma planını yaşama geçirmek için Türkiye’nin hedeflerine uygun adımlar attı. Halep’i hatırlayın, Halep çok kolay boşaltılacak bir kent değildi, Türkiye oradaki grupları ikna ederek boşalttı, ikna etmenin yanı sıra onlar Halep’teyken tüm lojistik desteği kesti. Yani çatışma vs ile değil, Türkiye’nin sağladığı olanaklar sonucunda Halep’i aldılar. Benzer bir durum Guta’da yaşandı. Bu adım adım (şu anda El Nusra’nın tutumu nedeniyle sanıldığı kadar kolay olmasa da) İdlib’e de dönecek. Buralarda çokça sivil olması askeri operasyonların çok büyük ölümlere neden olmasını beraberinde getireceği için bu tür uzlaşıları yaşama geçirmeyi önemsiyorlar. Türkiye bu noktada söz konusu cihatçı İslamcı grupları ikna etmek için çok iyi bir partner.
Rusya-Türkiye ilişkisinin geleceği sorusunu, ABD-Batı bloğu ile Rusya arasında artan ve soğuk savaş dönemine benzetilen sertleşmeler üzerinden değerlendirdiğinizde nasıl bir analiz yaparsınız? Zira yükselen tansiyonun Türkiye’nin ABD ile Rusya arasında bir denge siyaseti izleme konusunda alanını daralttığı, ibrenin kaçınılmaz olarak ABD’ye döneceği yorumları yapılıyor.
ABD ve Rusya arasındaki çatışmanın arttığı koşullarda Tükiye gibi ülkelerin her ikisiyle birlikte bir denge politikası gütmesi mümkün değil, doğru. Ancak bu, bölge çıkarları açısından her iki gücün Türkiye’yi yanında görmek isteyeceği gerçeğini değiştirmez. Bölge çıkarları açısından ABD’nin de, batı devletlerinin de tercih edeceği devlet Türkiye’dir. Bugüne kadar Türkiye’nin tüm suçlarına göz yumduran etken de bu. Afrin’e operasyona alan açan yaklaşım da bu. Rusya, ABD ile arasındaki çelişkilerde Türkiye ile çıkarları bütünleştiği için onları kullandı. ABD, Kürtlere dönük hesap kitapları kendi çıkarları temelinde yürüttü. Kürtler bunun farkındaydı. Ancak konjonktürün gerektirdiği bu askeri işbirliğini reddetmediler. Üstelik ABD’nin, “Bir tercihte bulunmamız gerekirse elbette müttefikimiz olan Türkiye’yi tercih ederiz” politikasını güttüğünü de biliyorlardı. Türkiye’ye gelince, o hem Rusya ile ABD arasındaki rekabetten, hem de ikisi arasındaki boşluklardan, çelişkilerden yararlanarak Afrin’e girebildi.
Diğer yandan, Rusya’dan S-400, Amerika’dan patriot vs alarak denge kurulamaz. Ayrıca alsa ne olacak, sonuçta alacağı her silahın düğmesi onu satanların elinde. Bunlar iç kamuoyunu etkileyebilir ama uluslararası güçler tarafından iç kamuoyuna söylenenlerin dikkate alındığı kanaatine değilim. Tüm bunları yan yana getirdiğimizde evet, Türkiye önümüzdeki dönemde farklı bir siyaset izlemek zorunda kalacak.
TÜRKİYE ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE ROJAVA’YI TANIYABİLİR
Bir yandan da Afrin sonrasında ilan edilen yeni operasyonlar var. Konuştuğumuz gelişmeler, Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki hamlelerini nasıl etkiler?
Önce şunun altını yeniden çizmekte yarar var: Türkiye, iç kamuoyuna sunduğu gibi oradaki hiçbir adımını kendi başına atmış değil. Bugün de örneğin Menbiç’e bir onay almadan girmesi olası değil. Onay almadan girerse çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalır. Şengal’le ilgili de “Onay verirlerse yapabilirler” diye ABD çok açık söyledi. Onay mercii olarak da Irak Merkezi Hükümetini gösterdi. Merkezi hükümetin Irak’taki seçim dönemine kadar bu konuda bir adım atmayacağını söyleyebilirim. Diğer yandan, Türkiye’de “ABD’ye meydan okuma” olarak en çok hamaset konusu yapılan Menbiç’e operasyon konusunda Erdoğan, “Trump bize söz verdi” diyerek, Trump’ın “Orada biz hakimiyeti kuralım, sonra birlikte yönetelim” teklifini bizzat açıkladı. Bu da şu anlama gelir; ABD’nin Menbiç’te askeri bir varlığı var ancak sembolik sayıda; 200-300 kadar. Menbiç’in güvenliğini sağlayan esas olarak Menbiç Askeri Meclisi. ABD, güvenliği Menbiç Askeri Meclisi ile sağlayacaktır, bu da Türkiye’nin onları resmi muhatap kabul etmesi anlamına gelir ki Türkiye, askeri meclis içindeki SDG ve diğer tüm güçleri PKK’li ilan etmekten başka bir şey yapmıyor. ABD ile bu konuda bir işbirliği içinde hareket ederse de bu şimdiye kadarki tüm politikasını değiştireceği anlamına gelir.
Yakın vadede bunun işaretleri var mı peki?
Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Kuzey Suriye ve Rojava yönetimini tanıyacağı yönünde çeşitli iddia ve tartışmalar var. Kanaatimce Batı ve ABD’nin de böyle bir politikası var. Nitekim Macron, Türkiye ile SDG arasında arabuluculuk teklif ederek bunu açıkça söylemiş oldu. Türkiye yönetimi Macron’a “Sen kimsin” dese de, Batı ve ABD politikaları açısından bunlar ciddi ipuçları. Bütün bunlar önümüzdeki dönemde karşımıza çıkacak şeyler ama burada belirleyici olan Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkinin nasıl devam edeceği.
İRAN’LA GERİLİM ARTACAK
Rusya Devlet Başkanı Putin, İran Cumhurbaşkanı Ruhani ve Erdoğan, ‘Suriye krizine çözüm’ gündemiyle çarşamba günü İstanbul’da yeniden bir araya gelecek. AKP cephesi, Afrin’e girmiş olmanın zirvede Türkiye’nin elini güçlendireceği görüşünde. Üzerine konuştuğumuz yeni gelişmelerin Rusya-Türkiye ilişkilerine yansımaları üzerinden toplantıya ilişkin nasıl bir öngörüde bulunursunuz?
Rusya’nın icazetiyle Afrin’e giren bir Türkiye’nin o masada çok güçlü olacağı inancında değilim. Orada yaşanacak ciddi sorunlardan biri Türkiye ile İran arasındadır. İran, Türkiye’nin Afrin’de olmasından hoşnut değil, çünkü bu tablonun Sünni hattı güçlendireceğinin, bunun da kendi aleyhine olacağının farkında. Ancak bunların dışarıya yansıyacağı inancında değilim. Nitekim Rusya dışarıya yansımasını önleyecektir. Türkiye istediği kadar İran’la yakın bir ilişki sürdürüldüğünü söylesin, bu gerçekçi değil. Diğer Sünni Arap devletleri de aynı durumda. Ortadoğu’da Şiilerle Sünniler arasında yaşanan bunca savaş, bu güçlerin ortak çıkar etrafında bütünleşmesini önleyecektir. Fakat Rusya açısından İran’la Türkiye’nin uzlaşmaması önemli değil. Rusya kendi politikalarını yürütürken bölgenin iki önemli aktörünü yanında tutmayı her zaman tercih edecek ve bunu götürebileceği yere kadar da götürecek.
KÜRTLER ORTAK AKIL GELİŞTİRİLMEZSE KAYIPLARI DEVAM EDER
Emperyalistlerle kurulan ilişki bahsi, Afrin sonrasında yeniden çeşitli yazı ve yorumlara konu oldu. Kürt hareketinin gelişmeleri doğru okuyamadığı, hatta Afrin’den pazarlık sonucu çekildiği söylendi vs. Afrin bağlamında izlenen stratejiye sizin yorumunuz ne?
Esasen eşitsiz güç karşısında geri çekilmeyi bir anlaşmaya, uzlaşıya bağlamıyorum. Dünyanın acımasız sessizliği, sivillerin can güvenliği ile bir araya gelince yapacak bir şey yoktu. Askeri olarak bunu başlangıçta tahmin etselerdi daha farklı bir adım atabilirler miydi, kuşkusuz atabilirlerdi ama dünyanın bu kadar sessiz kalacağı inancında değildiler. Ben de şahsen dünyanın bu kadar acımasızca bu savaşı seyredeceği inancında değildim.
Bu günleri düşünmemiş, tartışmamış bir topluluktan söz etmiyoruz. Özellikle Suriye krizinden sonra daha yoğun olmak üzere Kürtler arasında “birlik/kongre” temalı onlarca büyük toplantı yapıldı, önemli bir bölümüne ben de katıldım. Öne çıkan şuydu; Kürtler ortak bir akıl geliştirmez, ortak bir strateji etrafında bir araya gelip tüm dünyaya karşı “Biz birlikteyiz, bizimle bunu gözeterek konuşmak zorundasınız” demezlerse ciddi kayıplar yaşarlar. Nihayetinde bugün de bunu yapamadıkları için ciddi kayıplar yaşadılar. İşte, Irak Kürdistanı’nda Kürtlerin denetiminde olan toprakların yüzde 40’ı şu anda Kürtlerin yönetiminde değil. Afrin yine ciddi bir kayıp. Bugünden sonra aynı tutum izlenirse kayıplar daha da büyür. Çünkü ne Rojava’yı tek başına Rojavalıların koruması mümkün, ne Irak Kürdistanı’nı tek başına Irak Kürdistanı’ndakilerin koruması mümkün. Ki, her bir kesimin de kendi içlerinde kendileriyle sorunları var. Türkiye Kürtleri içinde de durum bu. Bunu aşmanın yolu, ortak stratejiler geliştirmek, ortak akıl üzerinde buluşmaktan geçiyor.
ORTAK BİR SİYASET ETRAFINDA BULUŞMAK DOĞAL
Geçtiğimiz haftanın öne çıkan gelişmelerinden biri de Rakka’da kurulan Suriye Gelecek Partisi (SGP) oldu. AKP, Suriye’de bugüne kadar mezhep ve ulus ayırımı yapmayan tek parti olma özelliği taşıyan SGP’nin ABD talimatıyla kurulduğunu, dolayısıyla ABD güdümünde olacağını söyledi. Rusya’dan gelen ilk tepkiler de benzer nitelikte. Astana’da Kürtlerin masada olması konusunda istekli davranan Rusya, SGP’nin kurulmasına neden tepki gösteriyor?
Türkiye’nin verdiği tepkiler şaşırtıcı değil ama Rusya’nın Türkiye gibi tepkiler ortaya koyacağı inancında değilim. Rusya, nihayetinde sorun masaya gelecekse, SGP’ni oluşturan bileşenlerin masada olmamasının bir çözüm üretmeyeceğini bilen güçlerden biri.
Şuna katılmıyorum; “Suriye Gelecek Partisi ABD’nin güdümünde!” ABD güdümündeyse bunu kurmaya ne gerek vardı, zaten Demokratik Suriye Meclisi, ona bağlı askeri güç olarak DSG vardı. Meseleye soldan bakan bazı kesimlerde de ne yazık ki böyle bir yaklaşım var, yani oradaki haklar kendi iradeleriyle hiçbir şey yapamazlar, büyük güçlerden biri bunları yönetir, kendi istedikleri gibi hareket ettirirler! Ben bu inançta değilim ama Suriye’de bir masa kurulacak ve er ya da geç bir seçim yapılacaksa, orada birlikte hareket edebilecek, bölgenin geleceğini belirleyecek güçlerin ortak bir siyaset etrafında bir araya gelmesi kadar doğal bir şey yok. SGP’ni bu anlamda önemli buluyorum. SGP de elbette dengeleri gözetmeyecek bir yapılanma olmayacak, sonuçta Ortadoğu’da, hele bunca acımasız savaşın yaşandığı bir bölgede siz hiç kimseye “realiteyi gözetmeden siyaset yapın” diyemezsiniz. Başından bu yana konuştuklarımızın tümü, KCK’nin Şengal’den çekilmesinden tutun da işte Afrin’le ilgili boyutlara değin, her şey realitenin karşımıza çıkardığı sonuçlar.
AKP’NİN YENİ AÇILIM HESABI TUTMAZ
Malumunuz, AKP-MHP ittifakı ve Afrin operasyonunun Kürt oylarına nasıl yansıyacağı iç siyasetin tartışma konularından biri. AKP’nin bunun önüne geçebilmek ve Suriye ve Irak’taki planlarını güçlendirmek için yeni bir açılım hazırlığında olduğunu, artıgerçek’teki köşenize “Erdoğan’ın açılım hesabı” yazınızla taşımıştınız. Bu açılımın kodları ne olacak? Murat edilen netice alınabilir mi?
AKP’nin aklından geçen muhatapsızlaştırarak, Kürtleri Kürt olarak kabul etmek... Kürtlere ‘Bir yerel alt kültür olarak varsınız’ denecek. AKP bunu derken okuldur, eğitimdir, kendini yönetmektir yok, ama kültür kurumlarınız, diliniz olsun temelinde bir yaklaşım sergileyecek. Bunu, muhataplık ilişkisi içinde değil, Kürt siyaseti ekseninde olmayan ama toplumda karşılığı olan bazı kesimleri yanına çekerek yapmaya çabalayacak. Türkiye Kürtleri arasında bunun karşılığı kolay mı, değil. Çünkü Türkiye’de Kürt halkında ciddi bir politizasyon var. Önümüzdeki dönemde ırkçı hezeyanları düşürmeye çalışıp, Kürt dili ve kültürüyle ilgili çeşitli açılımlar yapıp, Kürtler arasında taban bulmaya dönük yaklaşımlar geliştirme niyetindeler. Bunu yaptıklarında Kürtler arasında belli kesimleri yanlarına çekebilirler. Ama bunlar ne kadar Kürt toplumu üzerinde etkili olabilir, doğrusu bu açık alanda siyaset yürüten Kürtlerin, özellikle HDP’nin, daha geniş anlamda da PKK’nin yürüteceği politikalara bağlı. Türkiye’nin SGP’ne bu kadar tepki göstermesinin bir nedeni bu. HDP’ye bunca saldırı düzenlenmesinin nedeni de bu. HDP, saf dışı bırakılmak isteniyor. Buna AKP ve MHP dışından, ana muhalefet de dahil destek verenler var. Çünkü HDP, statükonun aynen devam etmesinin önünde ciddi bir engel. Bunları yan yana getirdiğimizde AKP’nin hesaplarının tutmaz bir politika olduğunu söyleyebilirim. Ama bir kez daha deneyecekler gibi görünüyor.
MHP ne tepki verir?
MHP buna karşı çıkmaz çünkü MHP için siyasetin bir kıymeti harbiyesi kalmadı. Lideri ve bir kısım kadrosu kendi gelecek ve koltuklarına endekslenmişler. Bu nedenle AKP’nin yürüttüğü politikanın peşine takılma dışında bir şansları yok.
BEN DEMİYORUM, AFRİNLİLER DİYOR!
Gaziantep'te kurulan Afrin Kurtuluş Kongresi sözcüsü Hasan Şindi’nin Afrin'in, Antakya'ya ait olacağı yönündeki açıklamasını da soralım. Afrin’e vali atanacağı bilgisini de eklediğimizde bu açıklama İktidarın Afrin’de izleyeceği yol haritası açısından ne söylüyor?
Afrin Sivil Meclisi denilen oluşum içindeki insanların bir kısmını birebir tanıyorum, bir kısmını da uzun zamandır ismen biliyorum. Suriye krizinden sonra kendi halklarının birşeyler yapabileceğine inanan insanlar ve gruplar olmadıkları için hep dış ilişkiler, dış destekler üzerinden sorunu “çözmeye” dönük adımlar attılar. Türkiye ile geliştirdikleri ilişkiler de o döneme ait ilişkiler. 2011’deki Antalya Konferansı’ndan günümüze kadar Türkiye ilişkilerini koparmadılar, hatta 2013’ten sonra da Türkiye’nin çıkarlarını gözeten politikalar savunmaya başladılar. Gönderildikleri uluslararası toplantılarda zaman zaman Türkiye temsilcilerinden daha sert biçimde bölgedeki Kürt karşıtlığını yaptılar. Bugün de Afrin’in denetim altına alınmasıyla Türkiye ile birlikte o bölgeye kendilerini yönetici ilan ettiler. Haliyle söylemlerinin tümü de Türkiye’nin gönlünü hoş eden söylemler. Hatta şunu da söylemek mümkün, Türkiye söyleyemediğini bunlara söyletiyor bir meşruiyet zemini oluşturmak için. Yani Türkiye kalkıp “ben Afrin’i Hatay’a katmak istiyorum” dediğinde bu uluslararası güçlerin tepkisini çekecek ve günümüz açısından diplomatik olarak kabul edilmeyecek bir söylem. Ama Türkiye “bunu ben demiyorum. Afrinlilerin kararına saygı duymalıyız” deyip, orada yarın düzmece referandumlar düzenleyip, bunun üzerinden eğilimler oluşturması da mümkün. Yani Kıbrıs’ta izlediğinin farklı bir boyutunu orada izleyebilir.