Fransa’da mücadelenin baharı kapıda
Avrupa'nıın Gündemi'nde bu hafta Fransız işçi ve emekçilerin devrimci geleneklerine sadık bir şekilde bir kez daha sokaklara inmeleri öne çıktı.
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve hükümeti, art arda ve aceleye getirilmiş saldırılarla emekçilerin farklı kesimlerinin tepkisini çekiyor. Ülkeyi adeta kararnamelerle “reform” etmeye girişen Macron her şeyi oldu bittiye getirme peşinde. Fakat sağlık emekçilerinden, eğitimcilere, demir yollarından hava yollarına, öğrencilerden emekli yurt çalışanlarına, fabrika işçilerinden köylülere, göçmenlerden adalet çalışanlarına kadar geniş bir kesimin tepkisiyle karşı karşıya.
Özellikle öğrenciler ve demir yolu emekçileri içerisinde önemli bir mücadele patlak vermiş durumda ve hükümet son bir haftadır bu mücadelenin yayılmasından korkuyor. Üniversite gençliği içerisinde mücadelenin hızlı bir şekilde ilerlemesi dikkat çekiyor. Fransa’dan çevirdiğimiz yazı üniversitelerdeki mücadelelere dikkat çekiyor ve bunun büyümesinin hükümetin kabusu olduğunu belirtiyor.
İNGİLTERE’DE ÖĞRETMENLER GREVE ÇIKABİLİR
İngiltere’de ise geçtiğimiz hafta öğretmenlerin sorunları öne çıktı. Son yıllarda maaşlarında reel kesintiler yaşadı ve gün geçtikçe iş koşulları daha da zorlaşıyor. Öğretmenler arasında intiharlar ve hastalıklar artışta. The Morning Star gazetesinden çevrilen yorum yaşananlara karşı ve öğretmenlerin talepleri hükümet tarafından karşılanmadığı taktirde greve gitme ihtimalinin yüksek olduğunu ve bu durumda öğretmenlerin desteklenmesi gerektiğini söylüyor.
ÜNİVERSİTELER KAYNIYOR
Olivier DOUBRE
Erwan MANAC’H
Alexandra SCAPPATICCI
Michel SOUDAIS
Politis
Üniversiteye kayıt hakkını değiştiren ve Vidal Yasası olarak bilinen “Öğrencilerin yönlendirilmesi ve başarılı olmalarına dair yasa”ya (ORE) karşı mücadele, geçen hafta birden canlandı. Paskalya’dan önce 15 üniversitede gösteri ya da blokajlar yaşandı. O güne kadar sadece Toulouse, Montpellier, Nantes, Bordeaux gibi kimi şehirlerle sınırlı kalan hareket artık başkente de ulaştı, 23 marttan bu yana Sorbon Üniversitesinin Tolbiac Kampüsü girişi bloke edilmiş durumda. Ve Montpellier’de, hukuk fakültesinin kampüs müdürü ve bir profesörün suçlandığı, öğrencilere yönelik karşı sopalı saldırıdan sonra tüm ülkedeki hareket daha da canlandı.
Montpellier’de, kuşkusuz hareket önce de canlıydı, ve 22 marttaki gösteriye katılan 10 bin gösterici içinde öğrenciler kalabalıktı. Amfi tiyatroyu işgal eden 50 öğrenciye karşı yapılan sopalı saldırıdan sonra Paul-Valery edebiyat fakültesinde gerçekleşen öğrenci kurultaylarına yaklaşık 3 bin öğrenci katıldı. Toplantıya katılan öğrenciler yaratılan korku ve gerilim ortamının yaygınlaştırıldığına dikkat çekiyorlardı. (…) Sopalı saldırının doğurduğu tepki mücadeleye büyük bir dinamizm kattı, tüm üniversite camiasından, hatta Brüksel, Londra ve Kanada’dan dayanışma mesajlarının gelmesine neden oldu.
TÜM MÜCADELELERİ BİRLEŞTİRME EĞİLİMİ...
Toulouse-Le Mirail Üniversitesinde durum en az Montpellier’deki kadar patlama noktasında. Burada hukuk ve ekonomi bilimleri fakülteleri dışında tüm üniversitelerin birleştirilmesine karşı tepkiler 3 aydır sürüyor. İlk başlarda sadece yerel olan bu mücadele, eğitim bilimleri profesörü ve Snesup Sendikası Üyesi Seraphine Alava’ya göre “Bugün Vidal Yasası’na karşı mücadelede başrol oynamaya dönüşüyor”. Profesöre göre, “Hareket kitlesel, sağlam temelleri var ve her öğrenci kurultayına 2 binden fazla öğrenci katılıyor. Ve buralardaki geniş bir kesiminin eğilimi, devlet demir yollarından hastane sektörüne, yargıdan üniversitelere ve havacılık sektörüne kadar tüm kamu hizmetini savunma talebi etrafında, var olan tüm mücadeleleri birleştirme eğilimidir.
30 Mart’ta genel kurultayda toplanan öğrenci, öğretmen ve üniversite personeli, 3 nisana kadar grev ve işgali devam etme önerisini oyladı ve 3 Nisan’daki demir yolları ve Air France (hava yolu şirketi) işçilerinin yürüyüşüne gençler kitlesel katıldı. Daha önceden de, 22 martta 1000 civarında öğrenci işçilerin yürüyüşüne katılmıştı.
SAĞCILAR TEHDİT EDİYOR
Fakülte 3 aydır bloke edildiğinden, kimi öğretmenler derslerini çevredeki kafeteryalarda vermeye çalıştılar, fakat tutmadı. Toulouse Belediyesi ise öğretmenlere belediye salonu açmak isteyince, öğrenciler tepki gösterip “Eğer boş salonlarınız varsa, sokakta yatmak zorunda kalan vatandaşlara kapıyı açınız” diye açıklama yaptı (…) Fakat öğrenciler Mirail kampüsünde aşırı sağcı grupların (Action Française, GUD, FN) estirdiği gerilime dikkat çekiyorlar. (Öğrenci önderleri) telefon veya facebook üzerinden dayak ve tecavüzle tehdit ediliyorlar. En aktif olanlar çok dikkatli davranmak zorundalar ve tek başlarına dolaşmamaya özen gösteriyorlar.
Aynı gerginlik ve güvenlik önlemleri başka üniversiteler de gözlemleniyor. Paris Tolbiac kampüsünde örneğin, 29 Mart’ta bloke edildikten bu yana 3. öğrenci kurultayı gerçekleşti ve (öğrenci önderlerinin) resimlerin çekilmemesine aşırı dikkat ediliyor. (…) Neden mi? Birçok öğrenciye sosyal basın üzerinden aşırı sağcı gruplar saldırı tehditler ve hakaretler yağdırmış.
Nantes üniversitesinde de 200 ile 300 arasında öğrencinin başlattığı blokajlar 22 martta Montpellier Üniversitesindeki sopalı saldırılardan sonra büyük oranda arttı. Son öğrenci kurultayına 800 civarında öğrenci katıldı.
ÜNİVERSİTE EĞİTİMİNDE NELER OLUYOR?
Öğrenciler üniversitelere dayatılmak istenilen eleme (sistemi) ve 2000’li yıllarda doğan gençlerin bugün üniversiteye başlamasıyla artan (2018’de öğrenci sayısı 40 bin arttı) sayıyı öngörmeyi engelleyen muhasebeci mantığına karşı geliyorlar. Üniversite eğitim sürecinin kurallarını değiştirmeyi öngören “lisans yasasına” da karşı çıkıyorlar. Hükümet eğitim sürecini birbirinden bağımsız modüllere bölme ve sömestir ritmini terk etmeyi öngörüyor. Böylelikle öğrencinin tercih ettiği hıza göre bir lisans 2, 3 veya 4 yılda tamamlanabilir.
Bunun öğrenciler üzerinde somut birçok olumsuz sonucu olacak. Öğrenci sendikası UNEF, bu yasanın en çok başvuru yapılan bölümlerde yeni bir elemeye neden olacağını düşünüyor. Hatta, yıllık eğitime göre değil de, “öğrenim dersine göre” yapıldığı koşullarda, üstü kapalı bir şekilde üniversite harçlarında bir artışın olabileceği de öngörülebilir. Fakat öğrenciler içerisinde en büyük tedirginliği ders notlarının birbirini tamamlayabilme sisteminin değiştirilmesi yaratıyor. Lisansın bağımsız modüllere parçalanması ile artık -örneğin- modern tarih dersinden alınan 20 üzerinden 9 notunu, çağdaş tarih dersinden alınan 20 üzerinden 11 notu kurtaramayacak. Öğrencileri kaygılandıran elitist mantığın daha da yaygınlaşması.
SON GÖRÜŞMELER MAYIS SONUNDA
(…)Bakanlıkla yürütülen görüşmelerin ilk sonuçları 23 nisan haftasında açıklanacak, ve son kararlar ise 29 Mayıs’ta verilecek. Bu arada Nantes Üniversitesi öğrencileri, 1300 öğrencinin katıldığı bir kurultayla üniversite girişini süresiz bloke etme kararı aldı.
ORE Yasası, 8 martta yayımlandı ve o zaman fazla tepkiye neden olmamıştı. Öyle ki, hükümet kendisi açısından artık herhangi bir tehdit kalmadığını düşünebilmişti. Ama öyle değil. UNEF Sendikası Başkanı Lila Le Bas’ya göre “Bir hareketin oluşması zaman alabiliyor. Üniversiteye kayıtlarda herhangi bir elemenin olmadığını savunan bir hükümete karşı yasanın ne anlama geldiğini anlatmak, açıklamak gerekiyordu”.
Bu arada lise son sınıf öğrencileri ve aileleri üniversite isteklerinin yapıldığı Parcoursup İnternet Platformunu da gördüler. Üstelik birçok öğretmen bunları kullanmayı reddediyor. Gelinen aşamada, hükümet ve meclis çoğunluğunun dışında, bu yasanın bir eleme yasası olduğu reddedilmiyor. Bu aydınlanma yarım asırdır birçok yasanın geri püskürtülmesinin nedeni oldu.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
FRANSA’DA GREVLER
Hansgeorg HERMANN
Junge Welt
Marksist Ekonomist Robert Kurz, 20 yıl önce; “Nasıl olur da Batılı devletler topluluğu Mars’a oyuncak araçlar gönderirken milyonlarca çocuğun ölmesine sessiz kalabilir?” sorusunu yöneltmişti. Eğer Kurz, birkaç yıl önce trajik koşullarda ölmemiş olsaydı sorusunun cevabını Fransa Cumhurbaşkanı Macron’dan alabilirdi. Genç politikacı ülkesinde reformlar gerçekleştirmekle uğraşıyor. Reform denince Fransa hükümetinin dünyadaki açlığın önlenmesi veya NATO’nun silahsızlandırılmasıyla uğraştığı akla gelmesin. Fransa’daki egemenleri, Almanya, İngiltere veya ABD’deki egemenler gibi Suriye veya Yemen’deki çocukların durumu hiç ama hiç ilgilendirmiyor.
BANKER MACRON
Macron, kendi deyimiyle insan haklarını kaleme alan ülkesinden bir süper dünya gücü yapmak istiyor. Rothschild Bankasında çalışmış olan banker, Fransa’nın dünya devi olması için devletin geri çekilmesi, yaratıcı ve para getirecek her alanın özelleştirilmesi gerektiğini savunuyor. Dijitalleşmiş tuvalet fırçasından, cetvelle çizilmiş gibi yandan saç ayrımına kadar her şeyi modern olan yeni bir monarşi Fransa’yı uykudan uyandırıp ekonominin ihtiyaçlarına uygun hale getirecek. Bu yolda, Macron’a biat etmeyen Philippe Martinez gibi sendikacılar ve adamları duruyor ve yolun temizlenmesi zorunlu...
Reform sözcüğü bir zamanlar olumlu değişiklikler için kullanılırdı. Macron yönetiminde ise, dostu Merkel’in hükümetinin de yaptığı gibi reform tırnağına kadar silahlanıp iş dünyasındaki kazanımların yok edilmesi anlamına geliyor.
Devlet demir yolları SNCF’nin personeli, Macron ve şefliğini üstlenen Guillaume Pepy tarafından 55 yaşında emeklilik hakkını ve Fransa’nın diğer emekçilerinden ortalama daha fazla olan maaşları nedeniyle mahkum ediliyor. Aslında normal olan bizimki gibi zengin ülkelerde insanların 70 yaşına kadar çalışmak zorunda bırakılması, kısacası mezarda emekli olması utanç verici olmasına rağmen...
SORMUYOR, EMREDİYOR
İş piyasasını insanların ihtiyaçlarına göre biçimlendirmek yerine insanların iş piyasasının ihtiyaçlarına göre yaşaması esas alınıyor. Macron rica etmiyor, olup olmayacağını sormuyor sadece emrediyor. Fransa gibi bir demokraside elindeki anayasayı insanların kafasına çarpıyor ve 49. paragrafın 3. maddesinin ona tanıdığı haklarla meclisi ve milletvekillerini hiçe sayarak kanun hükmündeki kararnamelerle ülkeyi yönetmeye kalkıyor. Umut, burjuva çevrelerin tanımıyla ‘sokak’ın paranın iktidarına karşı verdiği mücadeleyi kazanmasında. Bu, bizim ve çocuklarımızın geleceği için çok önemli.
(Çeviren: Semra Çelik)
OKULLARIMIZ KIRILMA NOKTASINDA
Morning Star
Başyazı
Maaşlarda yaşanan reel kesintilerden sonra hükümet öğretmenlere ciddi maaş artışı teklif etmezse, öğretmenler genel greve gitme kararını gözden geçireceğini oy birliği ile onayladı. (...) Eğitimciler arasında büyük bir kızgınlık var.
Bu hiç de şaşırtıcı değil. OECD’nin geçen sonbaharda yaptığı araştırmaya göre 2005 ve 2015 arası öğretmenlerin maaşı reel olarak yüzde 12 düşmüş.
Aynı süreçte, hükümetin uyguladığı “kemer sıkma” siyaseti maaşları gittikçe düşürdü ve öğretmenlerin iş koşulları zorlaştı.
Kötü işverenler tarafından yaşanan baskılar, öğrencilere uygulanan gereksiz sınavlar ve yoklamalar o kadar yoğun ki, öğretmenlerin “zihinsel sağlık salgını” yaşadığını ve eğitim alanında hastalıkların ve intiharların artışta olduğunu öğreniyoruz. Bunun yanı sıra, hükümetin uyguladığı kesintilerle direk bağlantılı olarak yoksul çocukların sayısının artması beklendiği gibi korkunç bir durum yaratıyor. Öğretmenler eskisine göre çok daha fazla çocuğun okula aç geldiğini ve bu nedenle derslere konsantre olamadığını gözlemlediklerini söylüyor. Çocukların okul üniformaları yıkanırken başka giyecek elbise bulamadıkları için kirli elbiselerle okula geliyorlar.
Çocukların yemek saatinde aç kalmamak için yiyecek çaldığını ve bir okulun yoğun kar yağmasına rağmen öğrencilerinin sıcak bir yemek bulamayacağı korkusundan dolayı okulunu kapatmadığını duymak içler acısı. Bu durum artık bu kadarı da fazla dedirtiyor.
Sadece öğretmenlerin maaşlarında düşüşler yaşanmıyor. Çocukların yaşadığı yoksulluk bunun kanıtı. Sendika konfederasyonu TUC’nin, araştırmalarına göre, Britanya’daki işçilerin reel maaşları 2015’e kadar ortalama yüzde 10 düştü.
Geçen sene, maaşların düştüğüne dair verileri açıklayan, sözde kaygılı uzmanların yorumlarını ve senelik ritüellerini de dinlemek zorunda kaldık. PwC Şirketinin Ekonomi Şefi John Hawksworth, düşük işsizliğin yüksek maaşlar yaratmamasının çok “çarpıcı” olduğunu söyledi. Maaşların enflasyonla yükselmemesi meteorolojik bir olağanüstü durummuş gibi, “1970 ve 1980’lerde düşük işsizlik ve bunun yanı sıra enflasyonun yüzde 3’lere doğru yükselmesinin maaşların fırlamasına neden olduğu”nu şaşırarak söylüyor.
Durum öyle değil. Hükümetin yürüttüğü siyaset yüzünden maaşlar düşük. Maliye Bakanı Phillip Hammond, halen kamu sektöründe çalışan işçilerin maaşları ve emeklik ücretlerinin iyi olduğunu söyleyerek özel sektördeki işçilerle kamu sektöründeki işçileri karşı karşıya getirmek istiyor.
İşçi maaşlarının yükselmesini sağlayacak en etkili yöntem örgütlenmek, fakat yasalar sendikaların ayaklarını bağlıyor ya da en azından örgütlenmeyi zorlaştırıyor. Aynı zamanda işverenlerin sıfır saat sözleşmeleri ya da sözde “serbest meslek” düzenlemeleri iş güvensizliği ve yoksulluğun öne çıktığı bir işçi ordusu yaratıyor.
Maaşlarına itiraz eden öğretmenler eğer cesaret edip greve giderse her zamanki gibi bakanlar tarafından “Öğrencilerini yüz üstü bıraktı” suçlamalarına maruz kalacaklar. Ama bu etkili olmayacaktır. Kendi ceplerinden ödeyerek kahvaltı almaktan tut da tatilde bedava çalışarak yaz kampları düzenlemeye kadar öğretmenlerimizin kendilerine teslim edilen çocuklar için her gün yaptığı fedakarlıkları biliyoruz.
Yıllarca kamu sektöründeki kesintiler ve zenginler için vergi kesintileri yüzünden okulların krize sokulduğunu gören öğretmenler ayaklandı. Bu duruşları hem meslekleri için hem de öğrencileri için kazanımlar sağladı.
İngiltere’de öğretmenlerin greve gidip gitmemeleri onları dinlemeyen hükümetin bakanlarına bağlı. Eğer greve gitmeye zorlanırlarsa bizim onların yanında yer almamız gerekiyor.
(Çeviren: Çağdaş Canbolat)