Fanni’den Afife’ye: Kadınların Sahnesi
Elif Çongur, TBMM’de kadın tiyatrocuların sahneye çıkarılmamasını yazdı: Rahat uyusunlar. İnmeyeceğiz aşkla çıktıları o sahneden.
Dr. Elif ÇONGUR
Geçtiğimiz hafta yaşadığımız, kadın oyuncuların Meclis çatısı altında sahneye çıkarılmama meselesini sadece “kadın ve tiyatro” üzerinden okumak mümkün değil elbette. Mesele kadın tiyatrocu, kadın oyuncu, kadın sanatçı sorunundan öte, aslında sadece kadın sorunudur. Kadının toplumdaki yeriyle ilgili derin sıkıntısı olan kafalarla ilgili bir sorundur. Bunu cebimizde tutarak, yazının sınırlarını, bu topraklarda kadınların sahneye çıkmak için verdikleri büyük mücadelenin tarihini kısaca hatırlamak olarak çizelim.
Geleneksel tiyatromuz, Türkiye tiyatro tarihinin belli dönemleri için “kadın oyuncu sorunu” diye tarif edilen sorunu, kadın rollerini erkeklere oynatmak gibi bir formülle çözer. Ancak Tanzimat’la birlikte yaşanan değişim dalgası kaçınılmaz olarak tiyatro sahnesine de çarpar, artık yavaş yavaş kadınların sahneye çıkmaları fikri konuşulmaya başlanır. Tam bu noktada rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bu topraklarda kadınların sahneye çıkmasının tarihini Ermeni kadın oyuncular yazar. Ancak memleketi Batı tiyatrosuyla tanıştıran Ermeniler arasında da kadının sahneye çıkışının kabul edilmesi öyle kolay olmaz. Patrikliğin ve toplumunun tutucu çevreleri kadının sahneye çıkmasına engel olmak için büyük engeller getirir. On iki on üç yaşlarındaki Ermeni kızların oyuncu olarak sahneye çıkmasına gösterilen müsamahadan sonra pek çok kaynağa göre 1856 yılında asıl adı Agavni Hamoyan olan Fanni, sahneye ilk çıkan amatör Ermeni kadın oyuncu olur. Sahnede kadın fikri büyük gürültü koparır, kadınlara öyle kolay kolay izin verilecek gibi değildir ama kadınlar da yasaklara boyun eğecek gibi görünmezler. 1861 yılına geldiğimizde, artık sahneler ilk profesyonel kadın oyuncu Aruzyak Papazyan’la tanışır. Ve sonra daha niceleriyle. Müslüman kadınınsa kendisine tarif edilen alanın içinde değil tiyatro oyuncusu olmak, tiyatro izleyicisi olmak gibi bir “hakkı” bile yok-tur. 1909 yılında İttihat ve Terakki Fırkası, bir temsile kadınları da erkeklerle birlikte davet eder, ancak ellerinde bıçak ve satırlarla tiyatroyu kuşatanların tiyatroya gidecek kadınlara saldıracakları tehdidi yüzünden temsil iptal olur. Sadece kadınların seyretmesi üzerine örgütlenen temsiller bile büyük tepki alır. Bu koşullar altında sahneye adım atan Ermeni kadın oyuncuların emekleri, aşkları ve mücadele azimleri çok kıymetlidir. Perdeyi onlar açar. Ermeni kadın oyuncuların ve onların açtığı yoldan sahneye çıkan Müslüman/Türk kadın oyuncuların hikayelerine baktığımızda, bu memlekette, kadınların büyük aşkla, bin bir zorlukla, mücadeleyle çıktıkları o sahneden neden inmeyeceklerini de anlamış oluruz.
1910’lu yıllara geldiğimizde artık pek çok yazar, aydın ve özellikle tiyatro dünyasından Muhsin Ertuğrul, Müslüman/Türk kadınları da sahnede görmenin özlemini dile getirdikleri yazılar yazmaya başlar. Ancak öyle kolay ve doğal yollarla olmaz bu hayallerinin gerçekleşmesi. Hikaye, sinemadan bildiğimiz “Ünlü oyuncunun başına bir iş gelir, beklenmedik biri mecburen onun rolünü oynar ve yıldızlaşır” klişesindeki gibi ilerler: O günlerde Darülbedayi’nin ünlü oyuncusu Eliza Binemeciyan’ın, topluluktan ayrılıp yurt dışına gitmesi zaten kan kaybetmekte olan Darülbedayi için bir felâket anlamına gelir. Kadrodaki diğer kadın oyuncular Binemeciyan’ın yerini dolduracak yetenekte değillerdir. Sadece Darülbedayi’yi sınavla kazanan, sahneye çıkmadığı halde maaşlı artistler kadrosuna da girmeyi başaran Afife kalkabilir bu rolün altından. Ancak Müslüman bir Türk kadınını sahneye çıkarmak çok zor, büyük cesaret isteyen, sonucunun ne olacağı bilinmeyen bir iştir. Darülbedayi yönetimi toplanır. Afife çok yeteneklidir, üstelik seyirci karşısına çıkmak için yanıp tutuşmaktadır ve topluluk da perde açmak zorundadır. Yönetim, bu koşullar altında, bu zor kararı alır, böylece Afife Jale, Kadıköy Apollon Tiyarosunda ilk kez sahneye çıkar. Türk ve Müslüman olduğunu gizlemek için oyun ilanında ismi değiştirilir. Tertemiz, akıcı dili ve yalın oyunculuğuyla çok beğenilir, seyirci bu yeni oyuncuya hayran kalır, oyun bittiğinde herkes ayaktadır. Ancak kısa süre içinde onun aslında Müslüman bir Türk kızı olduğu bilgisi kulaktan kulağa yayılır. Bir gün, bir oyunun perde arasında polis baskını olur. Afife’yi tutuklamak isterler, direnir. Tiyatroda büyük kargaşa yaşanır. Afife’yi sahne altındaki merdivenlerden indirip kaçırırlar. O gün kaçmayı başarır ama bir gün sonra yakalanıp götürülür. Darülbedayi karışır; Aktörler, Ahmed Refet Muvahhit, Behzat Butak, Onnik Binemeciyan kalkar giderler, Afife’nin serbest kalması sağlanır. Sonrası hep aynı. Yoğun polis baskısı, bitmeyen kovuşturmalar ve en sonunda önce genelgeyle Müslüman Türk kadınının sahneye çıkmasının yasaklanması, sonra ikinci bir yazıyla bu kez doğrudan doğruya isim verilerek Afife’nin temsil heyetinden çıkarılmasının emredilmesi. Böylece Darülbedayi Yönetim Kurulu 8 Mart 1921’de Afife’yi tiyatrodan uzaklaştırır. Afife Jale, Darülbedayi’den ayrıldıktan sonra Burhanettin Kumpanyasına girer, Anadolu turnelerine katılır. Bu turnelerde Seniye, Huriye, Hikmet, Ruhat Mebrure ve Leman adlı Türk kızlarının sahneye çıkmasına ön ayak olur ancak polis burada da rahat vermez, Türk kızlarının sahneye çıkmasının men edildiğini kendisine hoş olmayan biçimlerde hatırlatır. Afife Jale’ye biçilen rol budur: Oyunculuk aşkı yüzünden zorunlu olarak aileden kopuk bir yaşam, parasızlık, işsizlik, sokaklar, dayanılmaz baş ağrılarına çare olarak kontrolsüz morfin kullanımı, henüz 39 yaşındayken ve Cumhuriyet ilan edilip, kadın meslektaşları artık birer birer özgürce sahneye çıkarken Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde hayata veda.
Sadece Ermeni kadın oyuncularımızın ve Afife Jale’nin hikâyesi bile yeter tiyatro ve tiyatrocu arasındaki bağı anlamaya. Kadınların sahnede olmak için ödedikleri bedelleri kavramaya. O bedelleri ödeyenlerin kazanımlarından asla vazgeçmeyeceğimizi bazı kafalara sokmaya. Bastırılması gereken heyecanları uyardığı, ahlaka ve inançlara aykırı olduğu gerekçesiyle yasaklanan tiyatro, Orta Çağ karanlığından bile çok güçlü çıkmıştır. Önce kiliseden avluya, sonra avludan sokaklara ve kentlere taşmıştır. Tiyatro böyle bir şeydir. Yasaklanamaz, engellenemez, yeşermesinin önünde durulamaz. İki kalas bir hevesle baş edilemez. Hayatını iki kalasla dekor çakıp, bir hevesle oynamaya adamış insanlarla başa çıkılamaz. Hele kadınlarla hiç.
Arkamızda sayısız kadın oyuncunun, akademisyenin, kuramcının, yönetmenin, yazarın emeği var. Rahat uyusunlar. İnmeyeceğiz aşkla çıktıları o sahneden.
Fotoğraflar: pixabay.com